Fırtına

Uzun süre, resmin “bu kadar” olduğuna bile inanılmadı. Herhalde yakın planda başka birileri olmalıydı - bir rahip, bir soylu, bir fatih? Bu da o büyük resmin bir parçasıydı ya, kesilmişti tuvalin bu kısmı muhakkak.

Öyle ya, o tarihlerde Batı Avrupa’da “kent manzarası” görülmüş şey değildi! Teknik inceleme imkanları gelişip tuvalin “sahiden de bu kadar” olduğu kanıtlandı sonradan, ama El Greco’nun “Toledo Manzarası” etrafındaki tartışma hiç azalmadı.

Aşağı yukarı dört asır önce, ömrünün sonlarında yapmıştı El Greco bu tabloyu. Zaten ömrü boyunca da tartışmalı, hatta bizzat tartışmaların tarafı olmuştu. Yakın zamanda İberya’nın Müslümanlarından “kurtulmuş”, Yahudiler başta Katolik olmayan herkese karşı engizisyon avı sürdüren aşırı dindar İspanya’da tüm resimlerin nasıl yapılacağı Trent Konseyi’ne katılan din adamlarınca sıkı kurallara bağlanmışken, kimsenin ne tasvip ne tahayyül ettiği bir kent manzarasını resmeden bir asi, ancak bu dik kafalılığın ürünü olabilirdi zaten. Neyse ki o kadar başarılıydı ki, sırf “onun sarayında çizerim” diye geldiği Kral 2. Felipe’nin “sakıncalı resimleri yüzünden” gözünden düşmesine rağmen siparişler hiç eksik olmadı. Hep bildiğini okudu ve hep müşterisi oldu.

Resme dönelim. Toledo Manzarası, sürekli bir imge bombardımanına tutulan, dikkat süresi görsellik söz konusu olduğunda sıfıra yakınsamış günümüz izleyicisinin dahi ilk bakışta “bu resimde bir şey var” deyip bakmayı sürdüreceği bir resim. Niye? Bir defa, oranlar “tuhaf”, resmin perspektifi, ilk bakışta algılanamıyor. İkincisi, renkler de “olmasını beklediğimiz” gibi değil: Gökyüzü öyleyse, yakın plan niye bu kadar parlak yeşil?

Bu kuraldışılıklar, izleyicinin gözünü hareket etmeye zorluyor. Hareketin biteceği, dönüp dolaşıp geleceği yer, başrolde olan gökyüzü. Koptu kopacak bir fırtına. Döngüsel çiziminden dolayı neredeyse hareket eden, resmin tamamını ele geçiren, binyıllardır içimize işlemiş bir tedirginliği tetikleyen, göksel bir alamet.

Bu, bir resimden çok, bir film. Ekrandaki tek insanlar olan dere etrafındaki balıkçılar filmin bir sahnesinin figüranları. Sözde filmin yıldızı olan Toledo kenti, yönetmen El Greco’nun talimatlarına uyan bir oyuncu rolünde - Greco’nun, kentin katedralinin, kulelerinin yerlerini asıl yerlerinden kaldırıp, kafasına göre yeniden yerleştirip kente poz verdirmesi bunun kanıtı. Ve tüm bunların üzerinde, asıl başrol: Gökyüzü. Filmin en heyecanlı noktasındayız, biriken tüm gerilimler patlamak üzere. Bir şey, süregiden hayatın ötesinde bir güç harekete geçiyor. Fırtına koptu kopacak. Düğüm çözülecek.

Bu film hissini anlayabilmek için, El Greco’nun tablosunu, Giorgione’nin “Fırtına”sıyla kıyaslayın. Giorgione’nin eserinin adı fırtınadır, fakat fırtına, resme dışsaldır: Bir hatırlatma, bir alegori, bir uyarıdır olsa olsa. Resimdeki her şey yerli yerinde, orantılı, gerçekçidir, hareket etmez. Fırtına üzerimize üzerimize gelmez.

El Greco’nun tablosu için bu sinema benzetmesi, yeni değil. Büyük Sovyet avangard sinemacısı Sergey Ayzenştayn’ın takıntılarından biriydi El Greco. Ayzenştayn, “Film Duyumu” kitabında, önce El Greco’nun bir diğer manzarasından, “Toledo Manzarası ve Planı”ndan açar bahsi.

(İlgilisi için, bu resmin El Greco’ya ait olup olmadığı tartışmalıdır.)

El Greco, sağ altta kentin gerçek haritasını koyar, üzerinde bir not vardır: Tavera Hastanesi’nin yerini bilerek değiştirdiğini, merak edenlerin haritadan binaların gerçek konumlarına bakabileceğini söyler. Ayzenştayn “Bu neyi değiştirdi” diye sorar: “Gerçekçi oranlar bozulmuş, kentin bir kısmı bir yönden görünürken, bir ayrıntı tam tersi yönden gösterilmiş! Bu yüzden El Greco’nun, film montajının öncüleri arasında sayılması gerektiğinde ısrarcıyım.”

* * *

El Greco’nun kurgusu ne ifade ediyor? Öteden beri pek çok sanat tarihçisinin, “gökyüzündeki hareketlilik, manevi bir gücü, dinsel otoriteyi, insanın üzerindeki bir kudreti anlatıyor” minvalindeki yorumu, bizi tatmin edebilir mi? Hayır. Zira bir tablonun okunması, tablodan ibaret değildir: İzleyicinin tabloyla kurduğu ilişkidir aslolan. El Greco hayatı boyunca resimlerinin müzelerde sergileneceğini aklının ucundan geçirmemişken, dolayısıyla bambaşka bir mekansal bağlamı temel almışken, bugünün izleyicisinin “El Greco’nun aklından geçenleri anlama çabası” beyhude olmaz mı?

Hem, 2019 Türkiyesi’nde, hele bu günlerde, ülkemiz savaşa girmiş, tüm dünya patlamaya hazır bir haldeyken, Türkiyeli bir göz bu resimle baş başa kaldığında, bir uzmanın “maneviyat, ilahi güç” ezberini tamamen yabancı karşılayacağı açık değil mi?

Öyleyse, ne söyleyebiliriz?

Bir defa, işe, bu fırtına anına, hissiyatına hiç yabancı olmadığımızı hatırlayarak başlayabiliriz. “El Greco”, ressamın gerçek adı değildi. Domenikos Theotokopoulos, bizim buralardan, Girit’tendi. Bizans resim geleneğini öğrenmiş, ardından Rönesans’ın doğuya açılan kapısı Venedik’e gidip Tiziano gibi büyük ustaların yanında kendini eğitmiş, oradan Roma’ya geçmiş, sonunda kapağı İspanya’ya, Toledo’ya atmıştı. Çökmüş Bizans’ın mirasçısı, çökmekte olan Venedik’in vatandaşı, sonunda yükselmekte olan İspanya İmparatorluğu’nda bulmuştu kendini. Ama, ardında bıraktığı yazı ve tanıklıklara bakılırsa, 40 yıl yaşadığı Toledo’yu bir türlü sahiplenememişti. Rotası,  Akdeniz’in Avrupa kısmına yerleşen ilk çiftçi atalarımızın rotasıydı - artık Avrupa’ya giden ilk çiftçilerin tümünün Anadolu’dan geçtiğini biliyoruz.

Fırtına, deprem, volkan, beklenmedik altüst oluş, Akdeniz’in kaderidir. Güney sınırını paylaştığı devasa Sahra Çölü’nün etkisi, “ancak Atlas Okyanusu devreye girince silinir” der Braudel:

“Okyanus üzerinde nemle dolan alçak basınç alanları, ekim ayından itibaren batıdan doğuya doğru resm-i geçite çıkarlar. Bu alanlardan biri Cebelitarık Boğazı’nı aşar aşmaz veya bir kerede Gaskonya körfezinden Lion körfezine sıçrar sıçramaz, kendi üzerinde dönüp durarak doğuya doğru koşar, rüzgarları zincirlerinden boşandırır, onlar da her yönden alçak basınç alanının üzerine saldırır ve onu iyice doğuya doğru iterler. Deniz kararır, suları Baltık denizinin kurşuni renklerine bürünür veya hortumların kırbaçladığı sular bir köpük sağanağı altında yukarıya doğru çekilir. Ve fırtınalar ardı ardına sökün eder.” Fernand Braudel, Bellek ve Akdeniz, Tarihöncesi de Antikçağ

Altüst oluş, bu coğrafyanın kaderi. Fırtına, El Greco’nun Akdeniz alegorisi.

Ama, bir kez daha, 2019 Türkiyesi’nden bir izleyici olarak dönelim resme, ve aslında karşımızda duranın bir resim değil, film olduğunu aklımızda tutalım. Filmin son sahnesidir bu, zira El Greco, “kendi üzerinde dönüp duran” o fırtına bulutlarının arasından güneşi göstermiştir bize. Film boyunca çok düğüm atılmış, gerilimler üst üste birikmiş, artık çözüm noktasına gelinmiştir. Her şey alt üst olacak, ardından güneş doğacaktır.

Nedir o zaman fırtına? Başrolde kim var? Tüm düğümleri çözecek büyük altüst oluş nedir? Bildiğimiz fırtına mı? Veya bir deprem? Veya bir savaş? Hayır.

Fırtına biziz.