GÖRÜŞ | Kısa Afganistan turu: Devrimden işgale, Taliban'dan Türkiye'ye...

Afganistan, üzerinde iddialı öngörülerde bulunulabilecek bir ülke değil. Ülkenin geleceği, Taliban'ın buradaki konumu, Türkiye’nin rolü gibi meseleler hala belirsizlikler taşıyor.

Hakkı Hacınebioğlu

ABD birliklerinin Ağustos sonuna kadar terk etmesi beklenen Afganistan’da savaşın şiddeti artmış durumda. Taliban’ın her geçen gün yeni askeri başarılar kazandığı ülkede Türkiye için de önemli muhtemel sorunlar beliriyor. Şiddeti artan savaş yeni insani krizleri ve göç dalgalarını tetikliyor. Bölge güçleri de bu belirsizlik ortamında çıkarlarını gözeten hamlelerde bulunuyor.

Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nden ABD işgaline

Söz konusu Afganistan olduğunda coğrafyanın önemi çok fazladır. O yüzden her şeyden önce ve fazla uzatmadan Afganistan coğrafyasına bakacağız. Hint altkıtasının kuzeybatı sınırlarını oluşturan Hindu Kuş Dağları, Afganistan’ı adeta bıçak gibi kuzey ve güney olarak ikiye ayırır. Bu nedenle antik çağdan günümüze Afganistan için iki ayrı nesnellik söz konusu olur. Bu durum ülkenin güneyinin tarih boyunca Hindistan (günümüzde Pakistan) ile etkileşim halinde olmasına, kuzeyin ise İran ve Orta Asya (Maveraünnehir-Transoxiana) ile etkileşim halinde olmasına neden olur. Askeri açıdan ise ülkenin dağlık yapısı savunmada olanlar için ciddi bir avantaj, saldırıda olanlar için aşılması güç bir engel manasına gelir.

Afganistan için coğrafyanın bir diğer önemi onun jeopolitik konumudur. İran, Hindistan, Orta Asya ve Çin’in kavuşma noktasında son derece kilit bir konumdadır. Bu nedenle tarihi İpek Yolu’nun canlı dönemlerinde Afganistan dünyanın her manada en gelişmiş bölgelerinden biriydi. Herat ve Belh gibi şehirleri yalnızca doğuda değil, batıda da zenginlik denilince ilk akla gelen yerlerdi. Afganistan’ın jeopolitik konumunun bir diğer sonucu bölgenin daima istila ve göçlere maruz kalmasıdır. Bu durum Afganistan’ı etnik, kültürel ve bir zamanlar dini açıdan son derece zengin ve karmaşık bir coğrafya haline getirir.

Afganistan’ın bugününü anlamak için gerekli olan bir diğer başlık ülkenin yakın tarihidir. Fazla gerilere gitmeyecek, 1978 yılından başlayacağız. Türkiye ve İran’ın devrimci kriz içinde olduğu 1978 yılında Afganistan’da bir devrim gerçekleşir. Sosyalist - halkçı bir parti olan Afganistan Demokratik Halk Partisi, Sovyetler Birliği’nde eğitim alırken Marksizm’le tanışan devrimci askerlerin gerçekleştirdiği Sevr (veya Nisan) Devrimi ile iktidarı ele geçirir. Bu tarihe gelinceye kadar Afganistan bir takım cılız modernleşme adımları gerçekleştirmiştir. Bu teşebbüsler kentlerde bir aydın zümresini, eğitimli bir kentli nüfusu ve çok küçük bir işçi sınıfını doğursa da ülke kapitalizm öncesi çağda takılıp kalmış gibidir. Endüstri hemen hemen hiç yoktur. Sayıları 150 bini bulmayan işçilerin mutlak çoğunluğu maden işçisidir. Nüfusun çoğunluğuysa kırsalda yaşamaktadır ve bunların ciddi bir kısmı hukuken olmasa da fiilen toprak kölesidir. Kırsalda okuma yazma oranı düşüktür, kentli kadınlar haricinde okuma yazma oranı sıfıra yakındır. Kırsal, derebeyleri ve onlarla işbirliği halindeki din adamlarının kontrolündedir. Bu durum modernleşme adımlarının bir sonucu olması gereken ve modernleşmeye ivme kazandıracak olan merkezi otoritenin güçlenmesine karşı direnç oluşturur. Merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalışan iktidarların kaderi devrilmek olur. Afganistan devrimci bir hükümet için sorun olacak ne varsa sahiptir adeta. Parti içindeki Perçem ve Halk hizipleri arasındaki çekişmeler, devrimci iktidarın yaşadığı ikilemler ve zaman zaman ciddi boyutlara ulaşan endişe ve panik devrimin bir başka önemli sorunudur. Tarihin akışının birkaç yüzyıl önce durduğu bu ülkede devrimci bir iktidarın birkaç ay bile ayakta kalması mucizedir. Buna rağmen Sevr Devrimi’nin yarattığı Afganistan Demokratik Cumhuriyeti ise SSCB dağıldıktan sonra bile bir yıl daha ayakta kalmayı başarır.

Devrim kentlerde coşkuyla karşılansa da kırsalda büyük ve zor bir mücadele onu beklemektedir. Devrimci hükümet büyük bir toprak reformu gerçekleştirir, kadınlara erkeklerle eşit haklar verir ve kadınları da kapsayacak şekilde okuma yazma seferberliği başlatır. Toprak reformu doğal olarak büyük toprak sahiplerinin tepkisini çeker, stokçuluk yaparak ve küçük toprak sahiplerinin ürünlerini almayı reddederek ekonomiye sabotaj düzenlerler. Bu durum devrimin yoksul köylülüğe ulaşma çabalarını sekteye uğratır. Kadınlara eşit haklar verilmesi ve kadınların eğitim almasının sağlanması gerici tepkilerin patlamasına neden olur. Bu sırada eski egemen sınıf Pakistan’a iltica etmeye ve batının desteklediği bir karşı devrimi örgütlemeye başlamıştır bile. Devrimci hükümet ise SSCB’den yardım talep eder. ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin desteklediği, Pakistan’ın ve kısmen İran’ın yataklık yaptığı, Suudi Arabistan’ın ideolojik ve ekonomik destek verdiği bir dinci karşı devrim inşa edilir. Pakistan’da oluşturulan medreselerde cihatçılara ideolojik ve askeri eğitim verilir. ABD bu cihatçılara aralarında gelişmiş silahların da olduğu ekipman desteği sunar.

1979 yılında Afgan hükümetinin talebi üzerine ülkeye giren Kızıl Ordu birlikleri büyük şehirler ve ana yollar üzerinde tam hakimiyet sağlasa da kırsal büyük oranda cihatçıların elinde veya açık tehdidi altındadır. Burada birkaç şey söylemek gerekiyor. Sovyetler Birliği'nin Afganistan’daki varlığının askeri bir yenilgiyle sonuçlandığı yaygın bir yalandır. SSCB, Afganistan’da yenilmişse bile bu askeri bir yenilgi değildir. SSCB’nin askeri stratejisinin hatalı olduğu, cihatçıların Kızıl Ordu’yu yıprattığı tartışmaya değer tezler olabilir ancak Kızıl Ordu Afganistan’da yenilmemiştir. 1989 yılında ülkeden çekildiği ana kadar hedeflediği askeri misyonunu, büyük şehirleri ve ana yolları tutma stratejisini başarıyla gerçekleştirmiştir. SSCB’nin Afganistan’dan çekilmesinin nedenlerini ülke içindeki gelişmelerde aramak daha doğru olacaktır.

SSCB 1989’da ülkeden çekildikten sonra da Afganistan Demokratik Cumhuriyeti 3 yıl daha ayakta kalmayı başarmıştır. Devrimciler 1992 yılında Kabil’de sokak sokak savaşarak devrimi son ana kadar savunmuşlardır. Tarihten hakkını teslim almayı bekleyen bir kahramanlık örneğidir.

1992’de devrim yenildikten sonra Afganistan bugün de devam eden korkunç bir iç savaşa sürüklenmiştir. Kabilecilik - kavmiyetçilik şeklindeki arkaik bir milliyetçilik, savaş ağaları, dinci gericilik ve uyuşturucu tacirleri ülkeyi ağır bir yıkımla karşı karşıya getirir. Peştunlar ile kuzeyli etnik gruplar, Tacikler, Özbekler ve Türkmenler arasında bitmek bilmeyen bir mücadele yaşanır. Bu kaos ortamında Peştun medrese öğrencilerinin hareketi, yani Taliban doğar. Taliban adım adım bütün Güney Afganistan’da yani Peştunların çoğunlukta olduğu bölgede hakimiyeti ele geçirir, 1996 yılında başkent Kabil’e girerek ülkenin tartışmasız en büyük siyasi ve askeri gücü haline gelir. Taliban’ın Pakistan-ABD destekli mücahitlerin uzantısı olduğunu belirtmek lazım. İçeride kimlik mücadelesinin bir tarafından ziyade karşı devrimci misyonunu Sovyet sonrası dönemde de sürdüren bir özne.

11 Eylül saldırılarının ardından NATO üyesi müttefikleri ile birlikte ülkeyi işgal eden ABD yıkımın katlanarak artmasına neden olur. Üstelik iktidardan uzaklaştırdığı Taliban güçlenerek geri dönmüş görünüyor. Taliban artık yalnızca Peştunlar arasında değil, kuzeyliler arasında da ciddi taraftar buluyor.

ABD’nin Afganistan işgali ile neyi amaçladığı hep tartışma konusu oldu. Eroin ticaretini kontrol etme, kontrol dışına çıkan selefi cihatçı gruplara çeki düzen verme gibi tali nedenler bir yana asıl nedenin ülkenin jeopolitik konumu olduğu anlaşılıyor. ABD, Afganistan sayesinde Asya’daki etkinliğini arttırmayı hedeflemiş ve fiyaskoyla sonuçlanan bir işe girmiştir.

2020 Şubatında Katar’ın başkenti Doha’da imzalanan anlaşma ile ABD, Afganistan’ı terk etmeyi kabul etti. Anlaşmaya göre 2021 yılının 1 Mayıs’ına kadar ABD ülkeyi terk edecekti. Ancak Kabil hükümetinin ısrarı üzerine bunun Ağustos sonuna ertelendiği görülüyor.

Taliban’ın yeniden yükselişi 

2021 yılı Taliban’ın büyük geri dönüşüne sahne oldu. Taliban kırsalda büyük ilerlemeler gösterdi. Kuzey bölgelerinde bile şaşırtıcı askeri başarılar kazandı. 2001 öncesinde dahi Taliban için büyük sorunlara neden olan bu bölgede Taliban, hükümet güçlerini pek çok çatışmada kelimenin gerçek manasıyla bozguna uğrattı. 2001 öncesinde Taliban’a karşı Tacik, Özbek ve Türkmen ittifakı olan “Kuzey İttifakı”nın merkez şehirlerinden olan Mezar-ı Şerif kuşatılma tehdidiyle karşı karşıya. Herat, Leşkergah ve Kandahar gibi ülkenin önemli şehirleri kuşatıldı ya da kuşatılmak üzere. Bu duruma ABD’nin plansız, Kabil hükümetinin geleceğini garanti altına almaya çalışmadan çekilmesi neden olmuş görünüyor. Yalnız bırakıldıklarını ve çaresiz olduklarını düşünen ordu mensupları çoğu örnekte savaşmadan firar ediyor. Şehir merkezlerindeki direnişlerde ordudan çok yerel güçler ağırlıkta. Bu gruplar kırsalda Taliban karşısında varlık gösteremiyor.

Yine de daha önceki tecrübeler gösteriyor ki, farklı etnik gruplar ve güç odaklarıyla mutabakat sağlamayan bir gücün bütün bir Afganistan’ı güçlü bir şekilde kontrol edebilmesi pek mümkün değil. Taliban’ın da bu durumun farkında olduğu görülüyor. Taliban sahadaki başarılarına rağmen bir çeşit uzlaşma arayışında. Taliban Uluslararası Medya Sözcüsü Süheyl Şahin, Kabil’i ele geçirmeyi düşünmediklerini vurguluyor. Uzlaşıyı sağlayabilmek ve Peştunlar haricinde de kendilerini kabul ettirebilmek için çeşitli açılımlar yapıyorlar. ABD işgali öncesinde söz konusu olmayacak bir takım reformlar gerçekleştiriyorlar. Örneğin kadınların da okula gidebileceğini hatta çalışabileceğini söylüyorlar. Şii Hazaralar’a IŞİD gibi selefi örgütlerin düzenlediği saldırıları şiddetle kınıyor, hayatını kaybedenlerden şehit diye bahsediyorlar. Bütün bunların Taliban için siyasi başarılar kazandırdığı da açıkça görülüyor. Bunlarla bağlantılı olarak uluslararası ilişkilerde de önceden mümkün olmayan bir takım manevralar gerçekleştiriyorlar. Kendi iç işlerine karışmadığı sürece hiçbir ülkenin iç işlerine karışmayacaklarını her fırsatta vurguluyorlar. Bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirmeye çalışıyorlar. Burada Çin ile ilişkileri dikkat çekiyor. Birkaç ay önce Doha’da Çin Doha Büyükelçisi ile biraraya gelen Taliban heyeti, Çin yatırımlarının korunacağına söz vermiş ve koronavirüsle mücadelede verdiği destek nedeniyle Çin’e teşekkür etmişti. Geçtiğimiz haftalarda bu kez Çin’de ve bizzat Dışişleri Bakanı Vang Yi ile görüştüler. Görüşmenin en dikkat çeken sonucu Taliban’ın Çin’in Sincan Özerk Bölgesi için bir tehdide kesinlikle neden olmayacağıydı. Afganistan’ın tarihi İpek Yolu’nun canlı dönemlerinde önemli bir rol üstlendiğini ve Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesi için önemli konumda olduğunu hatırlatmamız gerekir. Sonuç olarak Taliban askeri ve siyasi olarak ciddi başarılar elde etmiştir.

Türkiye'ye biçilen misyon

ABD’nin, Kabil hükümetinin bu zor durumuna karşı bulduğu çare ise Türkiye. Pek dikkat çekmemiş olsa da ABD’nin Türkiye’yi Afganistan’da daha aktif olmaya davet etmesi Kabil Havalimanı’nın güvenliği meselesinden önce başlamıştı. ABD Başkanı Joe Biden, Doha Anlaşmasında kararlaştırılan ABD sonrası dönem için ABD, Taliban ve Kabil arasındaki görüşmelerin İstanbul’da düzenlenmesini talep etmişti. Taliban Türkiye’nin tarafsız bir ülke olmadığını öne sürerek İstanbul müzakerelerine katılmayı reddetti. Birkaç gün İstanbul’da ABD ve Kabil hükümeti kendi kendine görüşmelerde bulunsa da Taliban’ın dayattığı Doha seçeneğini kabul etmek zorunda kaldılar. Doha’nın Taliban’ın siyasi bürosuna ev sahipliği yaptığı düşünüldüğünde bunun Taliban için ciddi bir kazanım olduğu açık.

Bu hamle sonuçsuz kalsa da Kabil hükümeti ve Batılıların Kabil Havalimanı’nın güvenliğinin garanti altına alınması talebinde de ABD’nin ilk aklına gelen Türkiye oldu. AKP bu talebi memnuniyetle karşılamış, olanaklar ve tehlikeleri değerlendirmeye başlamış görünüyor. Fakat meselenin AKP’nin dış politika stratejisini aşan bir yanı var.

Türkiye kapitalizminin Afganistan’a olan ilgisi AKP ile başlamadı. Hatta Özallı yıllardan sonra Afganistan’a en ilgisiz kaldığı dönem AKP dönemiydi. ABD işgali öncesinde Taliban’a karşı oluşturulan Kuzey İttifakı’nın iki liderinden biri olan Özbek asıllı General Abdürreşid Dostum Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olduğu Türkiye’den pek çok yardım almıştı. Türkiye, diplomatik kanallarını Dostum için seferber etmiş hatta Kuzey İttifakı’nın diğer lideri Ahmed Şah Mesud’un iddialarına göre maddi yardımda bulunmuştu. Bu durum Özal döneminin Orta Asya politikası ile uyumlu bir politikadır. ABD işgalinden sonra ise Türkiye, TİKA projeleri ve çeşitli yardımlarla işgalin yumuşak gücünü “soft power” oluşturma misyonu üstlenmişti. Türkiye’nin bu çalışmalarının tarihi geçmişi olan nüfuz ve itibarını arttırdığı bir gerçek. Taliban, Türkiye’nin Afgan halkı üzerindeki itibarı nedeniyle Afganistan’da görev yapan Türk birliklerine saldırı girişiminde bulunmadı, bulunamadı. ABD’nin Kabil Havalimanı’nın güvenliği için Türkiye’yi seçmiş olmasının sırrı da buradadır. Ancak Taliban bu dayatmayı şiddetle reddediyor, Doha Anlaşmasına aykırı olduğunu yüksek sesle savunuyor. ABD çekildikten sonra ülkede kalan Türk birliklerinin işgalci muamelesi göreceğini ilan ediyor. Bu meselenin bir yüzüdür. Diğer yüzünde ise Taliban, Türkiye’ye ne kadar dostane hisler beslediğini anlatıyor. İleride sıcak ilişkiler geliştirmek istediklerini vurguluyor. Hatta AKP’yi “Batılılar seni tuzağa düşürmek için Afganistan bataklığına itiyor,” diye uyarıyor.

Afganistan, üzerinde iddialı öngörülerde bulunulabilecek bir ülke değil. Taliban’ın ülke geleceğindeki konumu, ülkenin uluslararası ilişkilerde üstleneceği roller, Türkiye’nin askeri varlığı gibi bütün meselelerde tam bir belirsizlik hakim.