Dün basına yansıyan haberde ruhsatsız muayenehanesinde 41 yaşındaki bir kadına kürtaj işlemi yapıp ölümüne neden olmakla suçlanan 2’si doktor 4 kişi hakkındaki soruşturmanın tamamlandığı bilgisi yer aldı.
Haberde yer alan bilgiye göre 3’ü tutuklu toplam 4 sanığın 6 yıla kadar hapsi istendi. Sanıklar arasında kadını kürtaja götüren eniştesi de yer aldı. İlk duruşma bu hafta yapılacak. Daha sonra yapılan soruşturmada alınmak istenen bebeğin babasının hayatını kaybeden kadının eniştesi olduğu ortaya çıktı.
Sonu genç bir kadının ölümüyle noktalanan trajik olay kadınların bir yandan aile içinden, diğer yandan düzen tarafından kuşatıldığının örneği oldu.
Bir çıkmaza girdiği için "yasal olmayan bir şekilde" gebeliğini sonlandırma mecburiyetine düştüğü anlaşılan kadının sonunun, kürtaj hakkının kadınların elinden alınması çabasıyla doğrudan ilgili olduğu anlaşılıyor.
Komünist Kadınlar'dan Serap Emir konuyla ilgili soL'a yaptığı açıklamada durumu şöyle değerlendirdi:
"Kürtaj hakkının, 21. yüzyılda halen dünyada kadınlar için bir mücadele başlığı olması utanç verici her şeyden önce. Bir kadın istem dışı bir gebelik yaşıyor olabilir. Bir bebek dünyaya getirmek istemiyor olabilir. Bu cümlenin 'Bir kadın falanca sebeple bebeği dünyaya getirmek istemiyor olabilir' şeklinde kurulması bile sorunlu; çünkü o 'falanca sebepler' hiç kimseyi ilgilendirmez, ilgilendirmemeli.
"Dolayısıyla örneğin bu son haberde de örneği görülen durumlardaki suçlular elbette cezalarını çeksin, fakat bu suça zemin hazırlayanların da en az ceza alanlar kadar, belki daha fazla suçlu oldukları asla unutulmamalı.
"Diğer taraftan siz hem kadınları erkeklerden çok daha ucuza, güvencesiz, esnek çalıştırın; çocuklarını bırakabilecekleri kreşler dahi açmayın; işsizlik tehdidinde topun ucuna koyun, geçinmek için bile kredilere mecbur edin; sonra da üstüne kadınlara o çocuğu illa doğurmasını emredin! 'Böyle bir dünya yok' demek isterdik ama ne yazık ki var, yaşıyoruz. Ama yok olması için mücadele ediyoruz.
'Saldırının iki boyutu var'
"Kürtaj hakkı dünyanın her yerinde sağ hükümetlerin veya politikacıların ajandasında hep duran bir başlık" diyen Emir, saldırının iki boyutu olduğunu şöyle ifade etti:
"İlki, yasal mevzuatı değiştirerek bu hakkı kadınların ellerinden almak. Bu boyutta saldırı apaçık, görünür halde; dolayısıyla buna karşı verilecek tepki hem çok daha hızlı gelişir, hem de insanları mücadeleye ikna etmek daha kolay olur. Saldırının ikinci boyutu ise kadınların yaşam biçimini tartışmaya açarak çerçevesini gericiliğin çizdiği belli bir 'makbul kadın' kalıbı yaratmak. Bu ilkine göre daha tehlikeli ve kapsamlı. Örneğin siz çıkıp da, 'Kadın mıdır, kız mıdır belli değil' diyerek bir kadına uygulanan polis şiddetini meşru gösterdiğinizde ya da 'Her kürtaj bir Uludere’dir' dediğinizde, anne babaları çocuklarını bir an önce evlendirmeye çağırdığınızda, toplumda kadını içine alan belli bir çerçeve çizmiş oluyorsunuz. Böylece 'makbul' olan ve olmayan kadınları ayıran bu çerçeve farklı aktörlerce sürekli işleniyor. İkincisinin daha tehlikeli olması, ilki kadar görünür olmamasında. Ama en az onun kadar ciddi; çünkü kadının toplumsal yaşamdaki varlığını tehdit ediyor, kadının yaşam biçimine, haklarına, kazanımlarına saldırıyor. Ve bu çerçevenin içinde kürtaj kararı alan kadın yok, kendi kararını veren bekar kadın yok. Anne var, kocasına saygıda kusur etmeyen eş var, akşam eve vakitlice dönen genç kadın var, söz dinleyen kadın var. Kürtaj yaptıran kadınsa, tüm bunlara uymadığı gibi 'en az üç çocuk' politikasına da uymuyor; dolayısıyla çerçevenin çok uzağında, önünde çok daha fazla engel var, yaşamı çok daha zor.
'Yaşamını garanti edemeyiz'
"Peki nasıl zorlaştırıyor devlet kürtaj yaptıran kadınların yaşamını? Bir kere devlet öyle şeyler yapıyor ki, her ne kadar yasal bir engel olmasa da, kadınları kamu hastanelerinde kürtaj olma konusunda tedirgin etmeyi bir biçimde başararak bu hakkı kullanmalarına engel oluyor. Mesela Emniyet Müdürlüğü’nün canı bir gün kürtaj yaptıran kadınların listesini görmek isteyebiliyor ve Sağlık Bakanlığı’ndan bunu talep ediyor. Mesela işgüzar hastane yönetimleri kürtaj için gün alan kimi bekar kadınların ailesine bilgi mesajı atabiliyor. Ya da kimi hastaneler işi yokuşa sürebiliyor, doktorlarının kürtaj yapmadığını söyleyebiliyor; hatta kürtajın yasak olduğunu söyleyenler bile var. Ve sonuç olarak yasalara göre devletin kamu hastanelerinde tüm kadınlara engelsiz kullandırması gereken bir hak, hizmet; ruhsatsız muayenehanelere, merdiven altı işletmelere ve özel hastanelere terk ediliyor. Böylece kadınlara iki seçenek sunuluyor: Ya ‘Özel hastanelere binlerce lira verirsin ve masadan sağ salim kalkarsın’, ya da ‘Biz ucuza yaparız ama yaşamını garanti edemeyiz’. Binlerce lirası olmayanlar, mecburen ikinci seçeneğe mahkum oluyor. Ve böylece ülkemizde yasal olan kürtaj kadının yaşamına mal olabiliyor.
"Burada çözümse yine mücadele etmekten geçiyor. Her ne kadar apaçık bir saldırı yok gibi görünse de; burada başrolde gericiliğin olduğu çok tehlikeli ve bütünsel bir saldırı var. Bu anlamda gericilik, kadının tüm toplumsal varlığına, haklarına, kazanımlarına, benliğine saldırıdır. Bu saldırıya karşı, bugünden tezi yok gericiliğin olmayacağı bir ülke için örgütlü biçimde mücadele etmek lazım."