Ahanda’nın Koca Çınarı

Herhangi bir mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren aygıt olarak tanımlıyor sözlükler dinamoyu. Kitlelerin potansiyel enerjisini örgütlü bir güce akıtmaya çalışan Hasan İzzettin Dinamo, Soyadı Kanunu çıktığında en çok bu yüzden “dinamo”yu kullanmak istedi belki de.

Kaya Tokmakçıoğlu

Herhangi bir mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren aygıt olarak tanımlıyor sözlükler dinamoyu. Kitlelerin potansiyel enerjisini örgütlü bir güce akıtmaya çalışan Hasan İzzettin Dinamo, Soyadı Kanunu çıktığında en çok bu yüzden “dinamo”yu kullanmak istedi belki de. Aramızdan ayrılalı 31 yıl oluyor bu inançla ve inatla yazan, bedelini yaşarken ağır bir biçimde ödeyen koca çınar. Dağılmakta olan bir imparatorluğun “uzun on yılı”nın arifesinde, 1909’da Akçaabat’ın Ahanda köyünde dünyaya gelir Dinamo. Babası Ahmet Bey köyde balıkçılık ve bahçe işleriyle geçimi sağlamaktadır ve aile yaşanan göçler sonrasında geçim zorlukları baş gösterince İstanbul’un Sarıyer semtine göç eder. Balkan Savaşları’yla birlikte artan işsizlik aileyi Samsun’a savurur. Dinamo babasını ve abisini I. Dünya Savaşı’nda henüz beş yaşındayken kaybedecektir. Ardından annesini kaybetmesiyle on yedi yaşına kadar Darüleytam’da (Yetim ve Öksüzler Yurdu) kalacaktır. Öksüz Musa ile Savaşlar ve Açlar söz konusu deneyimleri sade bir dille anlatırken, Dinamo savaşın üzerindeki etkilerini şöyle dile getirir:

“Avrupa sömürgeci devletlerinin, yeryüzünü ve onun pazarlarını yağmalama rekabeti yüzünden patlattıkları Birinci Dünya Savaşı’na biz, Cermanofil devlet adamlarımızın aptalca katıldıkları o savaş, kalabalık ailemizin ekmek parasını çıkaran babamla ağabeyimi aldı götürdü ve Kars dağlarının karlarına gömdü. Açlık ve ölüm, kalabalık aileye kuduz bir kurt sürüsü gibi daldı. Toprakla uğraşan bu zavallı anne iki yıla varmadan kırıldı gitti. Kutsal İsyan’ın yazarıyla iki kız kardeşi dışında. Bundan dolayı o zaman ufacık bir çocuk olan bende, savaş kavramı karşılığında salt ölüm ve açlık getiren alçakça bir davranış olarak yerleşti. Dünyaya küskün ruhumda böylece bir savaş kompleksi oluştu. Savaş anlamsız ve aptal bir boğuşmaydı.”

1927 yılında ortaokulu tamamlayan Dinamo, öğretmen olmaya karar verir. Sivas Öğretmen Okulu’na gitmenin yollarını aramaktadır. İlk öğretmenlik deneyimini Amasya’da gerçekleştiren yazar, 1928’de artık Sivas’tadır. Okula kaydını gerçekleştirir. O günden sonrasını “ilk düşünmeye ve insanları kafamla sevmeye başlayış” olarak anar ve Sivas’ı da başlı başına bir üniversite olarak anacaktır:

“Ben Sivas Öğretmen Okulu’nda öğrenciyken, orada 1920’lerden beri sosyalist bir çevre vardı… Eski legal çalışmalar döneminden kalma bir hava ve bunun içinde de birkaç kişi yaşıyordu. Aydınlar arasında süregelen bu daha çok duygusal sosyalizm geleneğine sahip öğretmenler, ben Sivas Öğretmen Okulu’na öğrenci olarak gittiğimde saygıdeğer kişiler olarak devletin kuruluşlarında görev görmekteydiler. Şairliğimiz çabucak çevrede duyulduğundan şehrin türlü okullarında ve kuruluşlarında çalışan bu sosyalist kişilerle ‘Adım’ adlı sosyalist bir dergi çıkardık…”

On dört yaşından beri şiir yazmaktadır Dinamo. Mehmet Emin Yurdakul’dan etkilenerek edebiyata adımını atan şair, Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya vd. pek çok hececiden feyz alır. Öte yandan, dönem Nâzım’ın dönemidir. 1928 sonunda Sovyetler’den dönen şair, “Putları Yıkıyoruz” ile edebiyatın eski kuşaklarına, onlardaki muhafazakârlığa, düzen bekçiliğine ve köhneliğe bayrak açmış, ardı ardına şiir kitapları yayımlamaya başlamıştır. 835 Satır’ın şairi “Goethe ile Shakespeare’i bile unutturacak” ve Dinamo Adım dergisinin şiir sayfalarında, toplumsal konulara değinen ilk şiirlerini yayımlayacaktır:

“…
Sivas yaylasında ne güzel esiyorsun, Nâzım,
Kızılırmağın çağıltısı
        Gürleyüğün göğe baş çekişi
Renk renk bulut bahçelerinin
        süsleyişi ufukları
Seninle çok daha güzel,
çok daha güzel anladım.

Seni izliyorum adım adım
        Nâzım!”

1933’te Sivas Öğretmen Okulu’nu bitirip Malatya ve Adıyaman’da öğretmenlik yapan Dinamo, Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim-İş bölümüne kaydolarak Ankara’ya gelir. Bu sırada Nâzım’la tanışır ve şiir üzerine mektuplaşmaya başlar. Son sınıftayken eylemlere katılmak, gizli örgüt kurmak ve İnönü’ye karşı yayımlanan siyasal bir bildiride adı geçmesi savıyla tutuklanarak dört yıl hüküm giyer. Okuldaki dolabında yer alan yazıları ve şiirlerine el konulur. Bunlar içinden “Tren” başlıklı şiiri düzen için sakıncalı bir yazar olarak addedilmesine ve uzun yıllar sürgünler ve hapislikle geçecek bir yaşama yol açacaktır. Asım Bezirci “Tren” şiirini şöyle betimlemektedir:

“Dinamo’nun söylediğine göre, Sivas – Erzurum demiryolunun yapılışında çalışmış askerlerin halini yansıtan bir şiirmiş bu. Korkunç Temmuz sıcağının sapsarı bozkırı yakıp kavurduğu bir öğle vakti, bacaklarında yazlık asker pantolonu, gövdelerinin üst yanı bütün çıplak, iri yarı, dev gibi, genç iki sıra istihkâm askeri kızıl demire dönmüş omuzlarına kaldırdıkları çelik rayları ritmik yürüyüşlerle bir sağa bir sola sallayarak taşıyan işçileri anlatıyormuş. Lirik ve trajik tonlarla örülen şiir İsmet İnönü’ye duyurulmuş. Sonra, Dinamo gerek bu şiir gerekse sözü geçen bildiri dolayısıyla 1935’de dört yıla hüküm giymiş.”

Hapishane yıllarının tek avuntusu okumak için bol bol vakit bulması ve Nâzım’la yüz yüze tanışmasıdır. 1938’de askerî mahkemede onanan cezasıyla Ankara Merkez Cezaevi’ne nakledilen Nâzım, öğretmen Ruşen Zeki ve Dinamo’nun yattığı koğuşa verilecek, ilk defa yüz yüze gelen iki şairin geçirdiği günleri Dinamo yıllar sonra Musa’nın Mapusanesi adlı anı romanı aracılığıyla okurlara aktaracaktır.

30’lu yılların sonu, Alman faşizminin Avrupa’da yayılışına tanıklık ederken, Halk Partisi iktidarı aydınlar üzerindeki baskıyı artırmakta, düzen antikomünist reflekslerini hızlı bir biçimde vermektedir. Beyoğlu’ndaki bir bekâr evinde yalnız ve beş parasız yaşamaya çalışan Dinamo dönemin Türkiye Komünist Partisi’yle irtibat halindedir. Emperyalizmin ve onun ülke içindeki işbirlikçilerinin emekçi halkı sömürmesine karşı şiirler yazmakta, emperyalist bir savaşın işçi sınıfının belini bükeceğinden endişe duymakta, öte yandan Sovyetler Birliği’ne sonsuz bir güven beslemektedir. İnsanlığın kurtuluşunu sosyalizmde gören Dinamo 40’lı yıllarla birlikte tüm şiirlerini ve yazılarını bu uğurda kaleme almaya başlar. Naziler’in Yunanistan’ı işgaliyle birlikte artan Alman hayranlığının Türkiye’yi bir uçurumun eşiğine getirdiğinin farkındadır. “Bağımsızlık Marşı” başlıklı şiiri olası bir Alman işgaline karşı 1942 yılında yazılmıştır:

“Faşizm geliyor, Türkiye’ye doğru yine faşizm!
Radyolar,
Kesin aşk şarkılarını,
Marş okuyalım.
Bir kez daha bu kutsal toprak uğruna
Ölmenin,
O ölümsüz tadını duyalım.
Yakalım meydanlarda
Ufacık heveslerden söz eden şiirleri!
Şiirimizi geçirelim ateşten.
Ateşle yıkayalım
Şiirimizin yüzündeki kirleri!”

Aynı yıl Yeni Edebiyat’ta yayımlanan “Vatan Şarkısı” başlıklı şiiri sınıfları birbirine düşürür nitelikte görüldüğü için Bakanlar Kurulu kararıyla derginin kapatılmasına yol açar. Nâzım’dan derin izler barındıran şiirin bir bölümü şöyledir:

“Vatan, milyonlarca topraksız köylü,
Kara yere giren yarım milyon ölü
Vatan, bin bir yamalı giyneği içinde
Taşı toprağı altın şehirlere doğru
Tozlu gurbet yollarına diziliş!
Vatan bir lokma ekmek parasına
On sekiz saat iş.
Vatan, iş bulmak için
Karnının kapısını aylarca mühürleyip
Fabrika kapılarında nöbet bekleyiş.”

Yeni Ses ve Yeni Edebiyat dergilerinde yayımlanan sekiz şiiri nedeniyle 1942’de bir yıl ağır cezaya çarptırılan Dinamo, askere alınıp sürgün edilir. Öldürülme endişesiyle askerden kaçar. Bu nedenle 1942’den 1949’a dek süren yedi yıllık bir sürgün hayatı yaşamak zorunda kalır. TKP’ye yönelik gerçekleştirilen 1944’teki tevkifatta parti dışı komünist hareketin lideri olarak aranmaktadır. 1945’te Sansaryan Han’daki sorgulamalarda katledilecek Hasan Basri Alp’ın evinde gizlenen şair “Türkiye Sovyet Cumhuriyeti” başlıklı şiirini tevkifatın yaşandığı dönemde kaleme alır. Dergide yayımlanamadan polisin eline geçen şiir on yıllar sonra yayımlanabilecek ve TBMM’nin kapalı oturumunda tartışmalara neden olurken, Dinamo’nun ağır ceza almasına yol açacaktır. Askerliğini de yakan ve yıllar sonra gün yüzüne çıkan şiir şöyledir:

“Aziz Türk işçisi!
Tütüncüm, tornacım, mensucatçım, ateşçim ve sair
Dünyanın kurtuluş saati çalıyor.
Biliyorum ki en kabadayınız
Soğuk tütün depolarında
Koca bir hafta harcadıktan sonra
Ancak bir kefen parası alıyor,
Karısını veya çocuğunu gömmek için.
Aziz Türk işçisi!
Senin bahtın,
Yaralı parmaklarınla ayıkladığın
Malum tütünün zifiri kadar karadır.
Haydi, sen de aslanlar gibi göster boyunu,
Böyle süklüm püklüm durduğunu
Gören kahpe vurguncular ve onların hükümeti,
Bırakıp senin nasırlı ellerine
Bu güzel memleketi,
Savuşsunlar birer köşeye, çil yavrusu gibi.
Öyle silkin ki aziz işçim,
Benim tornacım, tütüncüm, mensucatçım ve işçim,
Bütün Türkiye’deki ağaçların
En üst dallarından en alt dallarına kadar
Senin nasırlı ellerinle asılanlar
Harikulade bir meyve zenginliği manzarası versin.
Bu işe meşhur Sultanahmet Meydanı vakası
Vaka-i Vakvakiye bile imrensin.
Çekip alalım ayaklarından
Donlarına varıncaya kadar onların,
Gömülelim koltuklarına o ılık salonların…
Dışarıda yağarken buram buram kar,
Aç ve soğuk günlerden kalma hatıralar,
Karışıp halka halka Bafra tütünü dumanına
Bize göz kırpacak uzak yıldızlar.
Hülasa, Türkiye Sovyet Cumhuriyeti,
Çalışmak, yaşamak, gezmek hürriyeti
İçin kurulacaktır.
Ve bunlara karşı çıkan babamız bile olsa
İnsafsızca ve merhametsizce
Tutulup çarmıha vurulacaktır.”

’44 Tevkifatı’nın üzerine gelen ’51 Tevkifatı ile komünist hareketin iyiden iyiye güç kaybetmesine koşut bir biçimde “sükût suikastı”na uğrayan Hasan İzzettin Dinamo, unutulmuşluktan ancak 60’lı yıllarda sıyrılabilecektir. 1960 yılında kendi olanaklarıyla yayımladığı Karacaahmet Senfonisi okurlarına ulaşamaz, dolayısıyla pek yankı bulmaz. 1966 yılına geldiğimizde epeydir uzak kaldığı edebiyat dünyasına geri döner. Kayınbiraderi Mehmet Ali Yalçın’ın –ki kendisi Mustafa Suphi’nin Beyaz Ordu’ya karşı savaşan Kızıl Alay’ının bir üyesi olan Halil Yalçınkaya’nın oğludur– sahibi olduğu MAY Yayınları aracılığıyla yıllardır isteyip de yazamadığı Kurtuluş Savaşı tarihini kendine özgü bir yöntemle kaleme alır. Yıllar önce onu derinden etkilemiş Anadolu’nun isyanında savaşsız, yalansız ve riyasız bir yaşamın halkların özgürleşmesiyle mümkün olabileceğini görmektedir. Emperyalizme karşı verilen savaş için yazılan Kutsal İsyan, 13.500 sayfalık gerçek olaylardan edinilmiş notlardan oluşturulmuş belgesel bir romandır.

Edebiyatımızın özgün sesi Hasan İzzettin Dinamo özgürlüğü, barışı ve eşitliği edebiyatının omurgasına çakmış, ezilen ve sömürülen halkların mücadelesini yaşamı ve yapıtlarıyla özdeşleştirmiş gerçek bir yurtseverdi. Cumhuriyet’le birlikte gerçekleşen toplumsal dönüşümün yoksul halk üzerindeki etkilerini şiirlerine olduğu kadar romanlarına da taşıdı. Emperyalizme ve sömürüye karşı mücadeleyi isyan sözcüğüne eşitledi. 6-7 Eylül Olayları’nda haksız yere altı ay İstanbul Harbiye Askeri Cezaevi’nde tutuklu kalan, 12 Mart’ta tekrar gözaltına alınan Dinamo özgürlüğün önemini şiirlerinde her daim vurgulamış, daha 1939’da yazdığı “21. Yüzyılın İnsanlarına Şiirler”inde halka özgürlüğün değerini ve umutsuz olmamayı öğütlemişti.

“Demek, diyorum, bu duruma gelirmiş
budana budana bir şair.
Ölümsüzlüğe sırtını dönmüş şiir
Artık acıya meydan okuyabilir.”