Fatih Yaşlı o fotoğrafı yorumladı: Erdoğan'ın vermek istediği mesaj ne, bu kare aslında ne anlatıyor?

19 Mayıs Pazar günü Samsun Tütün İskelesi'nde çekilen bu fotoğrafın siyasi analizini, siyaset bilimci, akademisyen, yazar Fatih Yaşlı'yla konuştuk... Erdoğan'ın bu kareyle vermek istediği mesaj neydi, AKP'nin oluşturmaya çalıştığı 'yeni' anlatı ne anlama geliyor, ortaya konulan 'yeni' tarih yazımının tezi ne?

soL - Haber Merkezi

19 Mayıs Pazar günü Samsun'da çekilen bu fotoğrafın çok sayıda siyasi yorumu yapıldı, sosyal medyada belki de binlerce kez paylaşılan kareye dair olumlu-olumsuz milyonlarca görüş belirtildi. 

19 Mayıs 1919'un 100'üncü yıldönümü nedeniyle Tütün İskelesi'nde verilen bu poza AKP Genel Başkanı Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Bahçeli, Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu, DSP Genel Başkanı Aksakal, BBP Genel Başkanı Destici, ANAP Genel Başkanı Çelebi, VP Genel Başkanı Perinçek katıldı. 

Erdoğan'ın bu kareyle vermek istediği mesaj neydi, AKP'nin oluşturmaya çalıştığı "yeni" anlatı ne anlama geliyor, ortaya konulan "yeni" tarih yazımının tezi ne? Tüm bunları siyaset bilimci, akademisyen, yazar Fatih Yaşlı'yla konuştuk... 

'ERDOĞAN KENDİNİ 'KURUCU BABA' OLARAK GÖRÜYOR...'

Pazar günü Samsun’da 19 Mayıs’ın 100. yıldönümü etkinlikleri yapıldı ve Erdoğan burada yaptığı konuşmada "Bugün 19 Mayıs'ta Samsun'dan başlayarak Cumhuriyetin kuruluş yılı olan 29 Ekim 2023'e kadar sürecek bir dizi yüzüncü yıl etkinliğine başlıyoruz" dedi. Erdoğan’ın ve AKP’nin bir süredir sıkça Atatürk, Milli Mücadele ve Cumhuriyet vurgulu konuşmalar yaptığını gözlemliyoruz. Bunun gerisinde ne olabilir? 

Bunun birden fazla nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi AKP, Cumhuriyet’i yıktı ama yerine yenisini dört başı mamur bir şekilde koyamadı, sadece siyasal olarak değil, kültürel olarak da bir şey koyamadı. Elinde kolektif bir kimlik inşa etmek için yeterince tarihsel anlatı, yeterince kahraman, yeterince “mitos” yok. Belki sadece 15 Temmuz. Onun da sınırları belli ve bugün gelinen noktada AKP tabanı için de eskisi kadar büyük önem taşıdığını zannetmiyorum. Bunun dışında AKP rejiminin romanı, şiiri, sineması, tiyatrosu yok, elinde dindarlık/muhafazakârlık dışında kültürel hegemonya kuracak bir araç bulunmuyor. Yandaş medyayla, A Haber’le yapılabileceklerin, salgılanabilecek ideolojinin ise bir sınırı var. Tam da bu nedenle AKP, Atatürk, Cumhuriyet ve Milli Mücadele’den vazgeçmek, bunları reddetmek yerine, kendi kurduğu rejime ve yeni-Osmanlıcılığına uygun bir tarih anlatısıyla, tarihi yeniden yazarak, Türk-İslam sentezci paradigmaya dayalı bir tarih yazımıyla, üçünü de kapsamayı; dönüştürerek, tahrif ederek kapsamayı tercih etti. Atatürk’ü bir “Osmanlı paşası”na, Cumhuriyet’i “milli egemenliğe” ve Milli Mücadele’yi “gâvura karşı verilen mücadele”ye indirgemek, bu bağlama yerleştirmek tam olarak bununla ilgili.

İkinci olarak ise, Erdoğan kendisini bir “kurucu baba” olarak görüyor ve bu kuruculuğu da Atatürk’e öykünerek, yeni bir Milli Mücadele anlatısıyla, yedi düvele verilen savaş anlatısıyla topluma kabul ettirmek istiyor. Bu anlatıya göre Türkiye şu an da tıpkı 1919’da olduğu gibi bir beka mücadelesi veriyor, yedi düvele karşı savaşıyor ve bunun da liderliğini Erdoğan üstlenmiş durumda. Peki durum böyleyse ne yapmak gerekiyor? Elbette ki Erdoğan’ın etrafında kenetlenmek gerekiyor. Erdoğan’ın diğer siyasi parti liderleriyle verdiği fotoğrafa dikkat ettiniz mi? Arkada Atatürk ve onunla birlikte Samsun’a çıkanların heykelleri var. Peki, o heykellerin önünde o poz 100 yıl sonra tekrar verildiğinde bugünün Atatürk’ü kim oluyor? Sorunun yanıtının açık olduğunu sanıyorum. Erdoğan orada yaptığı konuşmada "Nasıl ki Gazi Mustafa Kemal 19 Mayıs'ta işgale boyun eğenlere, çareyi mandada arayanlara itibar etmeden sadece Hakk'a ve halka inanarak mücadelesini yürüttüyse biz de aynı şekilde hareket ediyoruz” cümlesini boşuna kurmadı dolayısıyla.

YENİ-OSMANLICI TARİH ANLATISININ GÖRMEZDEN GELDİKLERİ...

Atatürk’ün bir Osmanlı paşasına indirgenmesinden söz ettiniz, bunu biraz açabilir misiniz?

Yine Erdoğan’ın konuşmasına bakalım. Şöyle diyor: “Gazi Mustafa Kemal bir asır önce bugün Samsun'a herhangi bir kişi olarak değil Osmanlı'nın en parlak, en gelecek vadeden subaylarından biri olarak ayak basmıştır." Burada ima edilen, üzeri örtük bir biçimde dile getirilmek istenen şey, İslamcılar ve Türk sağı içerisinde sıkça anlatılan ve artık resmi tarihin de bir parçası haline getirilmeye çalışılan bir şehir efsanesi aslında. Buna göre Mustafa Kemal’i Samsun’a Milli Mücadele’yi başlatması için Vahdettin göndermiş, ancak daha sonra Mustafa Kemal bunu inkâr etmişti. Oysa sadece kronolojiye, yani Mustafa Kemal’in İstanbul’a tekrar çağrılmasına, hakkındaki tutuklama kararına ve ordudan istifa sürecine bakmak dahi, bu iddianın gerçeklikle uzaktan yakından alakası olmadığını bize gösteriyor.

Bunun dışında, Atatürk’ten bir Osmanlı subayı olarak bahsedilmesi, Milli Mücadele’nin hilafet ve saltanatın lağvına uzanan bir süreç olduğunun da üstünü örtüyor. Oysa Milli Mücadele sadece işgal güçlerine karşı verilmedi, sonunda ortaya bir ulus-devlet, bir cumhuriyet çıktı ve “milli egemenlik” fikri yeni rejimin söyleminin merkezine yerleştirildi. Atatürk’e ait şu cümleler durumu çok net bir şekilde ortaya koyuyor: “Egemenlik, güçle, erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenliğine ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Milleti bu saldırganlıklara artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini ve saltanatını kendi eline fiilen almış bulunuyor.” Yeni-Osmanlıcı tarih anlatısı ise çok bilinçli bir şekilde bunu görmezden geliyor, bunun üzerini örtmeye çalışıyor.

Son olarak, Atatürk’ten böyle bahsedilmesi, Türk sağının tarihsel figürlere bakışıyla da alakalı. Türk sağının “panteon”unda yer alan, kıymet verilen liderler, bir silsile içerisine yerleştiriliyor ve böylece ortaya tarihsel bağlamından, devrimciliğinden, ilericiliğinden arındırılmış, yeni rejimin anlatısına uygun bir Mustafa Kemal çıkmış oluyor. O silsileyi görmek için Erdoğan’ın konuşmasındaki şu cümlelere bakalım hemen: “Sultan Alparslan'ın, Selahaddin Eyyubi'nin, Ertuğrul Gazi'nin, Fatih'in, Yavuz'un, Abdülhamid Han'ın, Gazi Mustafa Kemal'in izinden giderek maziden atiye kurduğumuz köprüyü ebediyete kadar ayakta tutmaya var mısınız?"

'YENİ-OSMANLICILIĞIN GÜNCEL VERSİYONU'

O halde tam olarak şöyle mi demiş oluyorsunuz: “İktidarın Samsun’a çıkış kutlamaları Cumhuriyetçi bir perspektif üzerine değil, yeni-Osmanlıcı bir perspektif ve yeni bir tarih yazımı üzerine kuruluydu.” Buradan bunu mu anlamalıyız? 

Evet, bunu söylüyorum ama buna bir de ek yapmalıyım. Tekrar Erdoğan’ın konuşmasından bir alıntı yapacağım bunun için. Diyor ki konuşmada Erdoğan, “Bizim geleneğimizde devletin ismi ve yöneticileri değişir ama ona ebet müddetlik vasfı veren anlayış hep baki kalır. Devleti ebet müddet milletin bizatihi kendisidir. Dolayısıyla aslında ismi, bayrağı, coğrafyası değişmiş olsa da bizim devletimiz hep tektir." Bakın bu tam olarak Nihal Atsız’ın tarih tezidir. Atsız, tarih boyunca birden çok devlet kurulduğu tezine, “O kadar devlet kurduysak bir o kadar da yıktık demektir, bu kabul edilemez” diyerek karşı çıkar ve tarih boyunca tek bir Türk devletinin olduğu iddiasını dile getirir, bu devletin ise sadece isimleri ve yöneticileri değişmiştir. Buradan ise ülkücü milliyetçiliğin mottosu olan “ebed müddet devlet”e varırız, yani devletin kesintisizliği fikrine.

Yeni-Osmanlıcılığın güncel versiyonunun da esas olarak bu tez üzerine inşa edildiğini görüyoruz konuşmaya baktığımızda. Erdoğan şöyle diyor: "Sadece Cumhurbaşkanlığı forsumuzda temsil edilen 16 devletimizin 2 bin 200 yılı aşkın bir geçmişi vardır. Bugünkü isimleriyle ifade edecek olursak Avrupa'dan Rusya'ya ve Orta Asya'ya, oradan Moğolistan'a, Çin'e, Hindistan'a, Pakistan'a, Afganistan'a, İran'a, Orta Doğu'ya, Kuzey Afrika'ya kadar geniş bir coğrafyada ecdadımız devlet kurmuş, hüküm sürmüştür." Erdoğan Alparslan’ın Anadolu’nun kapıları açmasından, Anadolu Selçuklu Devleti’nden ve Osmanlı’dan aslında tek bir devletin tarihi şeklinde bahsediyor ve Türkiye Cumhuriyeti’ni de gerçekliğin hilafına bir şekilde bu zincirin son halkası olarak nitelendiriyor. Böylece yeni tarih yazımına uygun bir şekilde, 1923’ün Osmanlı’dan bir kopuş anlamına geldiği, taşıdığı aydınlanmacı karakter, egemenliğin gökyüzünden yeryüzüne indirilmesi, ulus inşası, dinin kamusal alandan dışlanması, batı medeniyetine dâhil olma çabası vs. bunların hepsinin üzeri bir çırpıda örtülüveriyor.

'CHP YÖNETİMİ YENİKAPI'DA OLDUĞU GİBİ YİNE FİGÜRAN OLMAYI TERCİH ETTİ'

Cumhuriyet’i kuran parti olan CHP’nin genel başkanı da Samsun’daki törenlerdeydi. Bu, CHP’nin bu yeni tarih anlatısını onayladığı anlamına mı geliyor sizce?

Kılıçdaroğlu’nun Samsun’daki törenlere katılmasının konjonktürel nedenlerine de, o gün yaptığı 19 Mayıs açıklamasındaki “tek adam” vurgusuyla çelişecek bir şekilde “tek adam”la birlik beraberlik fotoğrafı çektirmesine de burada girmek istemiyorum, çünkü bu hususta benim ilgimi çeken esas nokta, törenlerin Cumhuriyetçilik perspektifinden koparılması, yeni-Osmanlıcı bir paradigmaya yerleştirilmesi ve bunun da yeni rejimin yeni tarih anlatısıyla olan bağlantısı... Dolayısıyla buradan hareketle bir şey söylemek isterim. Ben CHP yönetiminin ve Kılıçdaroğlu’nun kimi aşırılıklarının törpülenmesi talebi dışında yeni rejimle özsel bir derdi olduğunu zannetmiyorum. Tam da bu nedenle yeni rejimin yeni tarih anlatısıyla da, bu anlatının iktidarın hegemonya tesisi için kullanılmasıyla da bir dertleri bulunmuyor. Çünkü ne bir karşı-tarih yazımının ne de bir karşı-hegemonyanın tesisiyle, hiç olmazsa Cumhuriyet’i kuran parti oldukları için bunu yapmaları beklendiği halde, uğraşmıyorlar. Bunu yapmadıkları gibi, yeni rejimin müsamerelerinden birinde, tıpkı Yenikapı’da olduğu gibi, figüran olarak boy göstermeyi tercih etmiş durumdalar.