Çağrı Saray: İktidarın hegemonyasına karşı kendimi görünür kılıyorum

Çağrı Saray, KUAD Galeri’de 9 Ocak’ta açılan ve 21 Şubat tarihine kadar izlenebilecek olan “Outsider” (Harici) başlıklı son kişisel sergisiyle izleyenlerinin karşısında.

Görüşme: Fırat Arapoğlu

Çağrı Saray, kimlik sorgulamaları, kişisel tarih, ev-mekân kavramı ve kentsel ortamın toplumsal-siyasal anlamları üstüne görsel düşüncelerini yansıtan desenleri, gravürleri, fotoğraf ve videolarının yerleştirmelerinden oluşan bir sergi hazırladı. Saray siyasal, toplumsal ve kültürel kavram ve içerikler ve çeşitli çizgi teknikleriyle üretilmiş imgeleri izleyici için taze bir bakış ve algılama sunuyor ve yalınlığı/karmaşıklığı bileştiren çizgilerle oluşturulan bu imgeler, çözümlenebilir ve anlaşılabilir metaforlar önermekte. Çizgi yinelemesinin oluşturduğu oyun izleyicinin bakışını özgürleştirirken, sert programlı tüketim ve medya güdümlü görsel kültürün egemenliğine karşı yalın- ama çekici ve muhalif- bir düşünce seçeneği sunabilmekte.

Çağrı, seni soL Portal adına bu son kişisel sergin dolayısıyla tebrik ederim. Bu minvalde, biraz genel biraz da o genelin içinde küçük “özel” nüanslarla seni sanatseverlere ve okuyucularımıza daha yakından sunabilmeye çalışacağım. Böylece hemen sorayım: Çalışmaların ve genelde projelerin/deneyimlerinin öncesinde ve esnasında ne tür olgular/olaylar üretme arzunu arttırıyor ve diri tutuyor? Bununla birlikte ne tür olaylar heyecanını engellemekte?
Öncelikle teşekkürler, çünkü bu sergiye ilişkin bir röportajın gerçekleşeceği belki en doğru mecra olduğu kanısındayım Sol Portal’ın. 15 yıllık üretim sürecimde her ne kadar farklı mediumlarla çalışıyor olsam da, belli bir bakışın ve yaklaşımın aslında işlerimin merkezinde yer aldığını söyleyebilirim. Bu üretim dizgesinde, tıpkı hayatımızın kendisi gibi, öncesi ve sonrası olan, sürekli devinim içinde olan ve değişebilen-dönüşebilen bir sürece tanıklık ediyoruz. Ben bu sürecin içinde kendi kişisel tarihimle toplumsal olanın çarpışmasıyla ortaya çıkan verilerle ilgileniyorum. Bu diğer bir deyişle, mahrem olandan yola çıkıp, aslında hepimizin yaşadığı sorunlarla ilgileniyorum. Burası zor bir coğrafya ve her coğrafyanın kendine özgü bir aurası ve bir geçmişi var, ki bu geçmiş muhakkak şu an ile bağları olan bir geçmiş. Biz Türkiye’de yaşayanlar olarak bunu en sert haliyle hissediyoruz. Projelerimi ve çalışmalarımı, genel olarak, böyle bir auranın içinde yer alan her türlü toplumsal durumun, sorunun bendeki karşılığı üzerinden kurguluyorum. Bu durumlar bütünü ve bu sorunlu politik ortam hem benim üretmeye devam etmemi sağlayan bir enerji niteliğinde, hem de bir birey olarak sayısız hayalkırıklığını ve mutsuzluğu içinde barındırmakta.      

Sanat tarihsel bir soruyla, biraz da popülarize ederek sorayım: Eğer çalıştığın alanda sen var olmasaydın hangi sanatçı olmayı isterdin ve spesifik olarak hangi çalışmaları üretmeyi isterdin, “Ben yapmalıydım” dediğin işler kastettiğim? Buradan hareketle bugün çağdaş sanat alanını ve Türkiye Sanatı’nın bu konjonktürdeki durumunu kısaca nasıl değerlendirebilirsin?
Gerçekten cevaplaması zor bir soru. Sanırım genç kuşaktan, buna 30’un altı desek, “Ah bunu ben yapmalıydım” diyebileceğim bir isim aklıma gelmiyor. Bunun temel sebebi, bu üretimlerin çoğunun, galeri hegemonyasında üretim yapmaya mahkum bırakılan ya da tabii ki doğrudan bunu tercih eden, salt biçimsel ve işin ticari boyutunun bir üretim stratejisine dönüşmesiyle ortaya çıkan üretimler olmaları, elbette istisnalar da var. Fakat sanırım 2008’den beri bu profil, Türkiye’deki genel eğilimi ortaya koyuyor. Kendi kuşağımdan ve daha eski kuşaklardan ise, beni heyecanlandıran çok sayıda iş var.

Çağrı, biçimsel ya da düşünsel ideolojini özelde ise hayata bakışını ve üretimlerinin altyapısını nasıl bir manifesto özetleyebilir sence?
Ben iş üretirken, öncelikle kendimi özellikli bir durumun içinde konumlandırmamaya çalışıyorum, en nihayetinde bu topraklarda yaşayan bir bireyim ve hepimizin öyle ya da böyle ortak sorunları var. İktidar, bu iktidarın yarattığı hegemonya, “kadermiş” gibi görünen ve sayısız defa tekrar eden ölümler, felaketler ve bunların tümüne verdiğimiz toplumsal reaksiyon bizim ortak bilincimizi oluşturuyor. Öte yandan ben de sanatçı olarak kendi hikayemi ve hegemonyaya karşı konumumu görünür kılıyorum.   

  

Bugün içinde bulunduğumuz noktada, çağdaş sanatın temsil ettiği düşünce ve biçim nedir sence?
Bunu çağdaş sanat ya da güncel sanat olarak tanımlamamak daha doğru, çünkü bu alanın da çeşitli angajmanları var; ticari angajmanlar ve diğer tüm alanlar gibi bu alan da temiz değil. Fakat genel olarak sanatın daha makro ölçekte kültür alanına hâlâ önemli katkısı olduğu kanısındayım. Ütopyaların artık ortadan kalktığı günümüzde, sanat üretimleriyle yeni distopyalar üretmek ve ötekiyle mutlak bir temasa geçme gereksinimi kaçınılmaz. Diğer türlü sanat, pek de önemli bir şey değil.     

Yıllar içerisinde izleyicilerinden aldığın geri dönüşler nasıl? Sana ulaşan yorumlar, eleştiriler ve düşünceler?
Sanatçı olarak hiçbir dönemimde sansasyonel biçimde birden çok öne çıkmadım ya da uzun süre ortalardan kaybolmadım. Yapmam gerekeni yaptım; yeni işler ürettim ve sürekli sergi yaptım. Bu süre zarfında beni takip eden kemik bir kitle oluştu, bu kitleye eklemlenenler de oluyor. Ama ne yazık ki, bizde bir bellek sorunu var, hafızasızlık. Uzun süredir bu alanda multidisipliner bir çalışma pratiğim var, fakat birçok kişi beni “şu vibrasyonlu çizimleri yapan sanatçı” olarak tanıyor, özellikle de gençler. Bana ulaşan en enteresan yorum ise, yaptığım işlerdeki politik duruşuma ilişkin oluyor. Bazı işlerimden dolayı bana sola yakın olduğumu, bazı işlerimden dolayı da ulusalcı olduğumu söyleyenler oldu. Fakat iş okumak daha derinlik isteyen bir meseledir, entelektüel bir bilgi gerektirir, yüzeysel okumalar ise bizim alışkanlıklarımızı tetikler; aynı bu örnekteki gibi; nasıl görmek istiyorsak öyle tanımlıyoruz ‘karşımızdakini’.

Ulusal ve uluslararası sergilerde yer aldın ve projelerde rol aldın. Sergi ve sanat aktivitelerini karşılaştırsak nasıl bulgularla karşılaşabiliriz? Yurtdışıyla ülkemiz arasındaki sanat üretimi arasında nasıl analojiler ya da zıtlaşmalar bulunmakta sence?
Bu soruyu kısa cevaplamak zor. Uluslararası anlamda her dönemin kendi ruhu ve öne çıkan eğilimleri olmuştur. Örneğin politik sanatın daha aktif rol oynadığı zamanlar oldu, daha gözönünde olmadığı dönemler de. Ayrıca burada politik sanatın ne olduğu sorusunu da tartışmak gerek. Bugün ise politik sanat biçim değiştirdi, içinde aktivist söylemler barındıran, sanat nesnesi bağlamında yeni üretim biçimleri öneren, toplumsal hareketler, ideolojik temsiller, ekoloji ve yerellik gibi başlıkları yeniden tanımlayan bir  alanı tarif ediyor. Bu bağlamda Türkiye’deki üretimler, birkaç isim dışında, bana daha çok doksanlardaki politik sanatı hatırlatıyor. Bizde yerel meseleler her daim daha ön planda. Daha uzağa bakmak ya da zamanın ötesine geçmek ise bambaşka birşey. Fakat Gezi ve sonrası hepimize çok şey öğretti, hem birey hem de sanatçı kimliğimizi biçimlendiren bir ivme kazandırdı. Bunu Türkiye’deki sanat üretimlerinde görmeye başladık bile.   

Son olarak, KUAD Galeri’deki bu son serin/serginle ilgili neler söyleyebilirsin?
Kuad Galeri’deki serginin adı Outsider (Harici). Bu isim özellikle benim birey olarak ve sanatçı olarak konumumu tanımlayan bir başlık. Sergideki kurgu son üç yılda ürettiğim yeni bir serinin ve diğer yakın tarihli işlerin yan yana gelişleriyle ortaya çıktı. Son üç yılda Türkiye’de yaşanan toplumsal olayların izlerini bu sergide görmek mümkün, ama yine örtük biçimde; her an kaybolabilecek ya da yeniden görünür hale gelebilecek şekilde. Bazı işlerde bu izler dışardan bakan birinin tanıklığıyla karşımıza çıkacak, bazı işlerde ise ateşin tam ortasındayken.