Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak geçen hafta önce bazı bankaların genel müdürleriyle, ardından da ekonomi basınından isimler ve bazı iktisatçılarla bir araya geldi. Albayrak, ikinci toplantıda ilk toplantıyı da içeren bir dizi değerlendirmede bulundu. “Her şeyin kontrol altında olduğu” vurgusu bir yana Albayrak’ın yaptığı toplantının odak noktasında emekçilerin maruz kaldığı büyük işsizlik dalgasının sermaye lehine yönetimi olduğu söylenebilir.
Öncelik işsizliğin önlenmesi değil işsizliğin sonuçlarının “telafisi”
Öncelikle son birkaç ayda işsizlikteki artışı geçici olarak önleyen ya da örten Kısa Çalışma Ödeneği, ücretsiz izin gibi mekanizmalardan, işsizliğin realize olmasına izin veren ve artan işsizliğin etkilerini azaltmaya yönelik mekanizmalara geçişin tasarlandığı anlaşılıyor. Albayrak, Çalışma Bakanlığı ile birlikte istihdama yönelik çok geniş kapsamlı, “istihdam kalkanı” adı altında bir çalışma yürüttüklerini açıklarken “Mikro düzeyde, tüm detayları ince ince hazırlanmış bir şekilde adımlarımızı atıyoruz” dedi. Muhtemelen sermaye gruplarına ve örgütlerine de sorarak hangi sektörde ne kadar “işçi azaltma”ya ihtiyaç olduğu gibi hesapları kastediyor. Ki TAYSAD gibi bunu açıkça ilan eden sermaye örgütleri bulunuyor. TAYSAD 1 Haziran’da “Koronavirüs Etki Araştırması”nın sonuçlarını açıkladı, otomotiv yan sanayiinde 2020’de yüzde 25 ciro kaybı olacağı, bunun da mavi yaka çalışanlarda yüzde 15, beyaz yaka çalışanlarda yüzde 9 azalmaya yol açacağı belirtilerek iş kayıplarını önlemek üzere destek talep edildi. Kısa Çalışma Ödeneği’nin uzatılması, yerli otomobil alımında vergi indirimi, taşıt kredileriyle yerli araç alımının teşvik edilmesi başta olmak üzere talepler sıralandı.
Albayrak’ın açıklamaları salgının başından bu yana benimsenen yaklaşımın sürdürüleceğine işaret ediyor. İşsiz kalan/kalacak milyonlarca emekçiye yönelik ancak sınırlı ölçüde (ve büyük olasılıkla geçici) kamu istihdamı olanaklarında artış ve bazı sembolik nakdi/ayni destekler söz konusu olabilecekken Albayrak’ın deyimiyle “iktisadi faaliyetleri sekteye uğrayan paydaşların tamamını mümkün olduğunca korumak” öncelikli olmaya devam edecek. Nitekim geçen haftanın başında açıklanan kredi paketleri, BDDK’nın bankaların orta-uzun vadeli kredi vermesini kolaylaştıran aktif rasyosu düzenlemesi, Albayrak’ın son değerlendirmesinde bankacılığın rolüne ilişkin vurguları da esas olarak sermaye gruplarının kayıplarını azaltmaya odaklanıldığını açıkça ortaya koyuyor. Dış talebi daralan sektör ve firmaların kayıplarının bir bölümünü iç pazarda telafi etmelerini kolaylaştırmak, kamunun dış borçlanmadaki hareket alanını da kullanarak bankacılık sistemini yüzdürmek gibi adımlar kamunun 2018 krizinden bu yana fazlasıyla bankalar da dahil özel sektörü kurtarmak için seferber ettiği olanaklarını sermaye için daha da genişletmeye soyunduklarını gösteriyor.
Aktif rasyosu düzenlemesi, kredi paketleri, TCMB yatırım kredisi: Her şey sermaye için
Geçen hafta, BDDK “aktif rasyosu” olarak adlandırılan, bankaların risk ağırlık hesaplamasında kullanılan ve kredi hacimlerini yani kredi verme kapasitelerini belirleyen oranın formülünde bir değişiklik yaptı. Proje finansmanı olarak adlandırılan ağırlıklı olarak yatırım kredileri başta olmak üzere orta-uzun vadeli kredilerin hesaplamadaki etkisi azaltıldı ve bu başlıklarda kredi verilmesi kolaylaştı. Aynı düzenlemenin uzantısı olarak değerlendirilebilecek bir şekilde hemen arkasından, hafta başında kamu bankaları konut, taşıt ve diğer dayanıklı tüketim malları (beyaz eşya, mobilya vb) ile tatil kredisi olarak düşük faizli, uzun vadeli kredi içeren dört yeni kredi paketi açıkladı. Son adım da Merkez Bankası’nın 20 milyar liralık “Yatırım Taahhütlü Avans Kredisi” tanımlaması oldu. Öncelikle Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası aracılığıyla kullandırılacağı belirtilen kredinin ithalatı azaltan, ihracatı destekleyen, stratejik ve özellikli sektörlerin yatırımlarına yönelik olacağı belirtiliyor. Kısmen fırsat görülen, Albayrak’ın toplantıda tekrarladığı, bütün sermayedarların dilindeki kayan “tedarik zincirleri”nde avantaj sağlamaya yönelik bazı yatırımları destekleme, kısmen de bazı batışları önlemeye yönelik enjeksiyon için kullanılacak.
2016’da, 2018’de de yapılanlar hareket alanı daha daralmış, kapsam genişlemiş ve güncel gelişmelere uyarlanmış şekilde tekrar ediliyor denebilir. 2016 ve 2018’de kurtarılması ya da daha doğru bir ifadeyle “korunması” gereken bir otomotiv sektörü yoktu örneğin, artık var. Yüzdürülmesi gerekenlerin riskleri artarken kurtarılması, korunması gereken yeni sermaye grupları eklenmiş durumda. “Yerli üretim”i destekleme ya da dış talep kaybının iç taleple telafisi hiç kuşkusuz AKP iktidarının “içe kapanma” eğiliminin sonucu değil, sermayenin doğrudan talebi. Yukarıda sözü edilen TAYSAD talebi açık. TAYSAD’ın açıklamasından önce Türkiye’de sermaye hiyerarşisinin tepe noktalarında yer alan otomotiv ana sanayicilerinin örgütü Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Başkanı ve Ford Otosan Genel Müdürü Haydar Yenigün de mevcut durumda Türkiye’de yapılan üretimin “yerli” olduğu, iç pazardan az pay aldıkları, bu payın artırılması ihtiyacını vurguluyor ve taşıt kredisi faiz indirimiyle teşvik talep ediyordu.
Bankacılığın da yüzmesi gerekiyor…
Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in geçen hafta Türk bankacılık sektörüne ilişkin yayınladığı notta salgının Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörüne ilişkin riskleri artırdığı vurgulandı. Moody’s Türkiye için 2020 daralma beklentisini yüzde 5’e çıkarırken bankacılık sektöründe de sorunlu kredilerin artacağını öngörüyor. Moody's, düşük kredi hacimleri ve yüksek provizyonlardan dolayı, bankaların kârlılıkları üzerinde baskı beklediğini ve TL'nin değer kaybı nedeniyle ilave sermaye bozulması öngördüğünü belirtti. Kredi derecelendirme kuruluşu, yetkililerin destek tedbirlerinin Türkiye'nin zayıflayan kredi profilini sadece kısmen telafi edebileceğini ifade etti. 2018’den bu yana özel banka bilançolarının küçülmesi, sorunlu kredilerin kamu bankalarına transferi gibi gelişmelere rağmen özel bankaların sorunlu kredilerdeki artış başta olmak üzere riski artmaya devam ediyor. Moody’s notunda da buna uygun bir şekilde dikkat çekiliyor. Siyasi iktidarın düzenlemelerini bankacılık, özellikle de özel bankaların yüzdürülmesine yönelik önlem çabası olarak da değerlendirmek gerekiyor.