GÖRÜŞ | Şimdi tam vaktidir

Eğer bir hesap sorma meselesi olacaksa, bunu ancak işçi ve emekçiler kamucu, eşitlikçi ve barışçı temeller üzerine kuracakları kendi iktidarlarında yapacaklar.

Cemil Fuat Hendek

1980 başlarında barış hareketi içinde çok popüler olmuş bir şarkı vardı; Hannes Wader’in İskoç ozan ve şarkıcı Eric Bogle’nin aynı isimli şarkısından uyarladığı “Şimdi tam vaktidir” (Es ist an der Zeit). Ozan, Fransa’nın Champagne bölgesinde, sükunet ışıyan yemyeşil çayırların ortasında, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma hüzünlü bir asker mezarlığında, gençliğini yaşayamadan henüz 19 yaşındayken ölmüş bir askerin mezar taşına bakarak ağıt yakmaktadır. Şarkının nakaratında bizler de varız: “Evet, bugün aynen bize yaptıkları gibi / Sana da yalanlar söylediler / Ve sen onlara her şeyini verdin / Gücünü, gençliğini, hayatını...”

Kuraldır, yalansız savaş olmaz

Savaşların, her şeyini vermeye hazır insanlara gereksinimi var. Hani şu eski Almanca deyimle “top mermilerine yem” olacak gençlere. İyi de, emekçi milyonların çocukları nasıl her şeylerini vermeye, hunharca öldürmeye ve gülümseyerek ölmeye razı edilecek ki? “Bu toplumun tepesindeki bir avuç bizlerin bu işte büyük çıkarlarımız var. Böylece hammadde kaynaklarını ele geçireceğiz. Pazarlar elde edeceğiz, ticaret yollarını kontrolümüze alacağız. Böylece kasalarımıza yeni milyarlar dolacak” falan diyecek değiller ya. Tabii ki, insanları şarkıdaki gibi yalanlarla abluka altına alacak ve aldatacaklar. Zihinlerine ırkçı, milliyetçi propagandalar pompalayacaklar. Düşman ilan edilenlere karşı nefret tohumları serpecekler. Sürekli manipülatif, dahası tamamen uydurma haberlerle o tohumları besleyecekler...

Evet, bugün aynen bize yaptıkları gibi...

Günümüzde yalanlar çok yönlü. Şimdilik şu Ukrayna üzerine olanlara bakalım. Son savaştan çok önce başlamıştı. Ukrayna’yı tamamen ABD ve diğer batılı emperyalist ülkelerin hakimiyeti altına sokmak, bu arada Rusya’yı kıskıvrak çembere almak için ülkeye milyarlarca Avro taşıdılar. Eskiden beri Doğu Avrupa’yı arka bahçesi bellemiş Almanya da aktif katıldı saldırıya. Büyük savaştan kalma faşist artıklarını besleyip örgütlediler. Öyle ki, bir boksör eskisini devlet başkanı yapmaya girişecek kadar pervasızdılar.

Bu sınır tanımazlık Rusya’nın sabrı tükenip işi askersel boyuta taşıdığı anda daha da azdı. İşte tam da fırsatıydı. Ukrayna’yı arkasından ittirerek yangına körükle gittiler. Başlarda faşist dostuyken artık aralarındaki farkı kapatmış Zelenskyj’i popüler, yurtsever devlet adamı ilan ettiler. Cebine bolca para, silah, cephane doldurdular. Depolarının boşaldığından şikayete başlayacak kadar çok silah, cephane... Yetmedi, gözlem için tüm teknik olanaklarını seferber ederek Ukrayna ordusuna stratejik, taktik bilgi akıtmaya başladılar. Yetmedi, askerlerini, subaylarını eğitmeye giriştiler. Yetmedi, tüm dünyayı da üçüncü bir dünya savaşına büyüme tehlikesi gösteren bu savaşa dahil etmek için her türden diplomatik, ekonomik, siyasi baskı mekanizmalarını da harekete geçirdiler. Geriye tek bir iş kaldı: Doğrudan kendi ordularını göndermek. 

Fakat bu adımı atmamış olmalarına bakıp aldanmamalı. ABD, NATO ve onun gönüllü yandaşları şu anda Ukrayna’da aktif olarak savaşıyorlar!

Ve tabii sürekli olarak yalan üstüne yalan üretiyorlar.

Kuraldır, yalan ne denli büyük olursa itiraz o denli zorlaşır 

Savaş alanından sürekli ufak tefek yalanlar, çarpıtmalar falan yetmez. Halk giderek bunları kanıksar. Onun için çok daha büyük yalanlar gerekli. Federal Parlamento da bu kurala uyarak yeni bir yalan üretti. Yepyeni bir soykırımı keşfetti! Sovyet topraklarında 1930 başındaki büyük kıtlık sırasında Ukrayna’da gerçekleşen ölümlerin Sovyetler Birliği tarafından planlandığına karar verdi. Böylece Ukraynalı faşist artıklarının ABD’de ortaya attıkları yalanı resmen kabul etmiş oldu.

İroniye bakar mısınız? Tarihin en büyük soykırımlarına imza atmış olan Alman emperyalizmi ellerine yapışmış kana bakmaksızın, üstelik faşistlere ait uyduruk bir iddiayı gerçek tarihsel bir gerçeğe dönüştürmeye yelteniyor.

Alman emperyalizminin soykırımı derken... Hayır, sadece her seferinde tek başına bahse konu edilen Yahudi soykırımını düşünmeyelim. Bir ölüm makinesine dönüştürülen Alman ordularının 2. Dünya Savaşı’nda uyguladıkları katliam programını nereye koyacağız? Moskova, Leningrad, Stalingrad kuşatmalarında kırılan insanları...  Sadece Sovyet yurttaşlarından 15 milyonu sivil 27 milyon ölü, 60 milyon yaralı ve sakat! Polonya’da 5, 7 milyonu sivil 6 milyon ölü... Yugoslavya’da bir milyonu sivil 1,7 milyon ölü...  Hayır, sayılarla devam edemeyeceğim. İnsan yaşamını böylesine sayılara vurmak midemi bulandırıyor.

Fakat anımsatmadan geçemeyeceğim: Sadece Almanlar da değil. Japon faşistlerin Çin Cumhuriyeti’nde, Filipinler’de katlettiği milyonlarca sivili nereye koyacağız? Savaşın sonu görünmüşken Dresden ve Leipzig kentlerine yangın bombaları atan ABD ve İngilizlerin neredeyse bütün kent ahalisini yok etmeye giriştiği unutuldu mu? Savaş bitmişken ABD’nin salt “zaferi” kendi hesabına yazmak için, yaratacağı korkunç felaketi bilerek Hiroşima ve Nagasaki’ye attığı atom bombaları bir soykırımı sayılmamalı mı?

Hepsinin elinde kan var

Ve daha da eskilere gidersek... Yarım ağız özür dilemekle, üç kuruş tazminat ödemekle yıkanması imkansız bir kan yapışmış duruyor tüm ellerde.

Tarih boyunca insan eli değmiş hangi toprak parçası böylesi kanlı kıyımlardan uzak kalmış ki? Bugünkü İspanya’da Endülüs’ü yıkan Haçlıların işlediği soykırım değil miydi? İnka ve Aztek medeniyetlerinin sonu nasıl getirildi? Kuzey Amerika ve Avustralya yerlilerine, Afrika’da binlerce kabileye karşı işlenen suçlar saymakla biter mi? Sakın unutulmasın;  Osmanlı’nın da, ardından kurulan Cumhuriyet döneminin de işlenmiş ve hesabı görülmemiş insanlık suçları var.

Hesabı kim kimlerden soracak 

Mesele hesap sormaya gelince... Elleri kanlı emperyalistler mi hesap soracak? Şimdi onlar yarım ağız özür dileyerek, üç kuruş tazminat ödeyerek kendi suçlarından sözüm ona arınıyorlar. Ardından da, bu tarihsel suçları başka uluslara karşı şantaj malzemesine dönüştürüyorlar. Nice nesiller sonra gelmiş olanları tehdit etmeye, bu suçların vebalini onlara ödetmeye kalkışıyorlar.

Bu konuda söylenecek iki şey var:

Birincisi, tarih boyu işlenen bu suçları planlayanlar, emrini verenler ve eylemleri yönetenler sıradan emekçi yığınlar ve yoksul tabakalar değildi. Bunların arkasında her dönemin kendi çıkarları peşinde koşan hakim sınıfları vardı. Günümüz emperyalistlerinin bu suçları bütün bir halka yayarak hakim sınıflarını, yani asıl suçluları görünmez kılmalarına, bu arada düşmanlıkları tekrar tekrar körüklemelerine izin vermemek gerekiyor.

İkincisi, feodal çağlardan süzülüp gelen, sömürgecilerin mirası üzerine oturan, geçmiş dönemlerdeki büyük yağmalarla zenginleşmiş ve tarihin bir dönemecinde iktidara yürümüş burjuvazi bunların hesabını soramaz. Olsa olsa bir kez daha, yarar sağlamak üzere şantaj malzemesi olarak kullanmaya kalkar. Eğer bir hesap sorma meselesi olacaksa, bunu ancak işçi ve emekçiler kamucu, eşitlikçi ve barışçı temeller üzerine kuracakları kendi iktidarlarında yapacaklar. Tek bir amaçla: İnsanlık adına ibret almak için. Bir daha asla tekrarlanmaması için...

Şimdi tam vaktidir

Başta değindiğim şarkı şöyle sonlanıyor:

“Bir haç kalmış hayatından tek iz olarak,
Yine de dinle içtiğim andı,
Barış için savaşmak ve uyanık olmak için.
Yalanlara kanarsa insanlık bir kez daha,
Ola ki kimse kalmayacak geride,
Milyarlarca ölüyü gömecek hiç kimse.”

Günümüzdeki yalanlara kanmamanın vaktidir. Sadece kanmamak da değil, bunları yalancıların suratına çarpmanın tam vaktidir.

Tam vaktidir şarkıdaki andı içmenin... Ve andın gereğini yapmanın!