Radyoevinden gelen tik-tak sesleri

Hitler, Leningrad’ın hemen teslim alınacağından o kadar emindi ki, zafer kazandığında şehirde vereceği kutlama resepsiyonunu bile planlamıştı. Ama Naziler değil kutlama yapmak, Radyo Evi’nden tüm şehre yayılan o sinir bozucu tik-tak seslerini bile susturmaya fırsat bulamadılar...

Levent Özübek - soL

Tarihin en uzun ve sonuçları bakımından en yıkıcı, en acı kent kuşatması olan “Leningrad Kuşatması” 1941 yılının 8 Eylül günü, faşist Alman ordularının Leningrad kentinin çevresini sarmasıyla başlamış, bu korkunç kuşatma 27 Ocak 1944 tarihine kadar, iki yıl ve beş ay sürmüştü. Bu uzun süre boyunca kentin dış dünyayla ilişkisi her yönden, tamamen kesilmişti. Faşistler, kenti tüm çevresiyle kuşatmış olmalarına rağmen o uzun süre içinde yine de ele geçirmeyi başaramamışlardı. Bu çok uzun süre içerisinde kentte yiyecek maddelerinin tamamen tükenmiş olması nedeniyle korkunç bir açlık başlamıştı. Salgın hastalıklar, açlık, susuzluk, soğuk, şehre yapılan hava saldırıları ve bombalamalardan çıkan sonu gelmez yıkım ve yangınlar bir milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuştu. Ne var ki, direnmeye kesin karar vermiş olanlar, faşistlere geçit vermeyecek, sonunda özgürlüklerine kavuşacaklardı.

Hitler’e göre, Rusya’nın iki büyük şehri, yani Büyük Petro’nun Baltık kıyısında başkent olarak kurduğu Petrograd ile eski Rusya’nın ve o dönem de Bolşeviklerin başkenti olan Moskova, neredeyse düşecekti. Hitler, 18 Eylül’de kesin emirler çıkarttı: “Leningrad ya da Moskova teslim olsa bile kabul edilmeyecek.” Bu iki şehre yapılacak işlemi 29 Eylül tarihli emrinde komutanlarına şöyle anlatıyordu:

“Führer Leningrad’ı dünya yüzünden silmeye karar vermiştir. Sovyet Rusya ortadan kalktıktan sonra artık bu şehre lüzum kalmayacaktır. Niyetimiz şudur: Şehri kuşatmak, top ateşi ve sürekli hava akınlarıyla yerle bir etmek… Şehrin teslimi için yapılacak ricalar kabul edilmeyecektir, çünkü halkın yaşaması ve beslenmesi tarafımızdan çözülemeyecek ve çözülmemesi gereken bir problemdir. Bu ölüm-kalım savaşında, bu büyük şehirde yaşayan halkın bir bölümünü bile orada tutmakta herhangi bir çıkarımız yoktur.” (William L. Shirer, Nazi İmparatorluğu: Doğuşu-Yükselişi-Çöküşü)
Sovyet şairi Vera İnber (1890-1972), kuşatma günlerinin acı anılarını, o olağanüstü zor ve acılı günlerin ıstıraplarını, orada bizzat yaşayan biri olarak ilk elden bize aktarmış, yaşanan trajedinin iyice anlaşılabilmesi için tarihe büyük bir katkı yapmıştır. İnber, o feci günlerde açlığına ve vücudunu tüketmiş olan hastalığına aldırmadan, halkı cesaretlendirmek için yazdığı ateşli şiirlerini her gün radyodan okumuştur düşmana inat… Leningrad kuşatmasının bitiminin hemen ardından 1946 yılında yazdığı Leningrad Kuşatması Günlükleri ve yine kuşatmanın ilk günlerini betimlediği sekiz yüz dizelik uzun şiiri Pulkovski Meridan ile aynı yıl Stalin Ödülünü kazanmıştır.

Vera İnber, Odessa kentinde bir Yahudi ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş. Babası Moşe İnber, Leon Troçki’nin kuzeniymiş. Leon Troçki, çocukluk ve ilk gençlik yıllarının bir bölümünü, yaşı kendisinden epeyce büyük olan kuzeni Moşe İnber’in evinde geçirmiş. Vera henüz bebekken, Leon Trotski gençliğe yeni adım atma günlerindeymiş. Hep beraber yaşamışlar bir süre.

Yurtdışında, Fransa’da tahsil yaptıktan sonra İsviçre’ye geçmiş, bir süre de orada kaldıktan sonra yurda, Moskova’ya dönmüş, Bolşeviklere katılmış. Devrimi desteklemiş. 1941 yılında savaş çıkınca partiye kaydolmuş. Ardından, Leningrad kuşatmasının başlamasından çok kısa bir süre önce, doktor olan eşinin oraya görevle tayini nedeniyle Leningrad’a yerleşmişler. İşte bu rastlantı, devrimci mücadelenin şairi Vera İnber’in sanatını yaratmasında belirleyici olmuş. Ne mutlu, şair o kuşatma günlerinden sağ çıkmış, güzel eserlerini yazabilmiş, anılarını bize aktarabilmiş…

Kuşatmanın yeni başladığı günlerden birinde, her günkü çalışmalarını yaptığı Leningrad Radyo Evi’nde bir gün aklına ilginç bir fikir gelir Vera İnber’in… Stüdyoda bulduğu bir metronomu çalıştıracak ve onun tekdüze, hiç durmayan, kararlı ve sonu gelmez tik tak’larını radyodan yirmi dört saat yayınlayacaktır. Radyoda o anda bir program olsun olmasın, metronom hep çalışacak, yirmi dört saat tüm kente sesini duyuracaktır. Bu tik tak’lar adeta kentin hâlâ ayakta olduğunun, düşmana teslim olmadığının bir simgesi, bir habercisi olacaktır. Gece uykusundan uyanan herhangi bir vatandaş radyoyu açtığında o tik tak’ları duyuyorsa, kentinin düşman eline geçmediğini anlayacaktır. Bu metronom halka güven de verecektir.

Tik tak’lar kuşatmanın son gününe kadar hiç durmadan devam etmiştir, çünkü bir metronom durdurulmazsa daima, durmaksızın çalışır. İşte bu fikir kentte büyük bir ilgi ve heyecan yaratmıştır.

Bu sesi, şehri her yandan kuşatmış ama içeriye bir türlü giremeyen Almanlar da dinliyorlardı elbette ve bu yüzden büyük bir hırs duyuyorlardı. Şehre bir girseler, ilk iş belki de Radyo Evi’ni ele geçirip o metronomu susturacaklardı. Ama bunu hiçbir zaman başaramadılar…

Kuşatma günlerinde, Leningradlı Sovyet kadınları çok büyük bir özveriyle çalışmışlardı. Her görevde onlar vardı. Kuşatma başlamadan hemen önce Urallar bölgesine sevk edilen stratejik sanayi tesisleri kadınlara emanet edilmişti. Birçok kadın bu görevle evlerini, ailelerini bırakarak fabrikalarla birlikte Ural bölgesine gitmişti. Şair Vera İnber kısa şiirinde bu ayrılıştan bahseder:

“Fabrikalarla birlikte, Urallara gittin,
Terk ettin evini, dökmedin tek bir gözyaşı bile,
Sıcak metal yadırgadı kadın elini önce
Ama sonra anladı, şekle girdi yine de…”

Leningrad Astoria Oteli’nde tarihin oyunu
Almanya’nın 1945 yılında kesin olarak yenilip teslim olmasından sonra, ele geçirilen Nazi arşivlerindeki aramalarda çok ilginç bir olayla karşılaşıldı. Arşivlerden birinde, kenarda kalmış, eski, tozlanmış bir deste davetiye bulundu. Anlaşılan bu davetiyeler dağıtılmamış, o arşivde bir kenara atılmıştı yıllar önce.

Davetiyeler, 9 Ağustos 1942 tarihinde verilecek olan bir kabul töreni için basılmıştı. Davetin sahibi Adolf Hitler’di ve kabulün Saint Petersburg’da Astoria Oteli salonunda yapılacağı yazılıydı. Ordularını 1941 Eylül ayı başında Leningrad’a saldırtan Hitler, anlaşılan Leningrad’ın hemen teslim alınacağından o kadar emindi ki, Leningrad’a girdikten sonra orada, Astoria Oteli’nde vereceği bir kutlama resepsiyonunu bile planlamıştı.
Astoria Oteli’nin bu iş için seçilmesinin elbette özel bir anlamı vardı. 1912 yılında İsveçli mimar Feodor Lidval tarafından tasarlanmış şahane bina, Petersburg’daki ünlü Vorovski Meydanı’nın yanına yapılmıştı. Çarlık zamanında en varlıklı ve seçkin konukların gelip kaldığı bu otel, 1917 Ekim devriminden sonra Bolşevikler tarafından uzun süre karargah olarak kullanılmıştı. Lenin Petersburg’a gelince burada kalıyordu. İşte Hitler bu tarihi anılarla dolu simge mekânı seçmişti kendisi için. Herhalde o anıların acısını çıkaracaktı kendince. Ne var ki, bu arzusu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Hitler, karşısında dirençli, örgütlü bir halk bulmuştu, bu engeli aşamamıştı…

9 Ağustos akşamı Hitler orada bir parti veremedi ama bunun yerine orada tarihe geçecek bir etkinlik yapılmıştı, unutulmaz bir gece yaşamıştı Leningradlılar orada. Elbette Hitler’in Astoria Oteli’nde o akşam için bir parti verme tasarısından onların hiç haberleri yoktu o zaman. O tarih, 9 Ağustos 1942 tarihi bir rastlantıydı sadece. Ama ne rastlantı…

Leningrad kuşatması 8 Eylül 1941’de başladıktan kısa süre sonra Dmitri Şostakoviç, Leningrad Radyosu’ndan tarihi konuşmasını yapmıştı. Diyordu ki, “Biz de ayağa kalkarız, kentimizi savunuruz…” Şostakoviç’in bu konuşması, halk üzerinde büyük bir etki yapmıştı. Besteci aynı günlerde yeni bir senfoniyi, “Leningrad” başlıklı 7'nci Senfoni’sini bestelemeye başlamıştı. Direniş günlerini betimleyen bu senfoni, halka direnme gücü aşılayacaktı. Vera İnber, radyo programlarındaki konuşmalarında bestelenmekte olan bu senfoniden haber veriyor, besteci de bir yandan evinde oturmuş, açlığına, hastalığına, korkunç soğuğa aldırmadan, durmaksızın senfonisini bestelemeye devam ediyordu. Halk sabırsızlıkla bu senfoniyi bekliyordu…

Leningrad Senfonisi tamamlandıktan sonra, kuşatma altındaki kentte, açık havada seslendirilmesi planlandı. Bu açık hava konserinin tarihi 9 Ağustos 1942 ve yeri Astoria Oteli’nin yanındaki geniş meydan olarak belirlendi. Leningrad’da o günlerde beyaz geceler devam ediyordu. Güneş gece boyunca tam olarak batmıyor, sabaha kadar alacakaranlık devam ediyordu. Ne var ki, o yıl yaz çok erken bitmiş, daha ağustos başında havalar soğumaya başlamıştı. Sonrasını o günkü orkestra üyelerinden genç müzisyen obuacı Katya Matus’dan dinleyelim: “Hayatımın en güzel, en anlamlı gecesiydi. O gün heyecandan her yanım zangır zangır titriyordu. Hava da öyle soğumuştu ki, ellerimizi ısıtabilmek, çalgımızı iyi çalabilmek için eldivenlerimizi giymiştik, eldivenlerin parmak uçlarını da çalgımızı rahat çalabilmek için kesmiştik…” Sonra ekliyor: “İşte 9 Ağustos 1942 günü Hitler oraya gelememişti, onun yerine biz orada konser verdik…”