Nelson Mandela ve Fransız komünistleri

Nelson Mandela’nın bir süredir rahatsızlığını da yakından takip etmemi sağlayan Fransız Komünistlerinin, bu çok büyük kişiliğin yaşamını yitirmesinden sonra da Mandela’ya dönük sempatilerinin, bağlılıklarının da tarihsel köklerini öğrenme şansım oldu.

Fransa’da komünistler Mandela’nın mücadelesine çok eski yıllardan itibaren destek vermeyi bilmişler. FKP’nin gazetesi L’Humanité Apertheid rejimine karşı ve Mandela’nın serbest bırakılması için kampanyalar düzenlemiş ve konuyu sık sık gündeme getirmiş. Mandela da serbest bırakıldıktan sonra Fransa ziyaretinde ilk röportajını bu gazeteye vermiş. Röportaj sırasında gazeteciler nasıl hitap edelim diye sorduklarında “yoldaşım” diyebilirsiniz diyen Mandela sizin benim için yürttüğünüz mücadelenin farkındayım yanıtını vermiş. Nelson Mandela 1980’li yıllarda Avrupa’da büyük ölçüde tanınmaz iken, FKP, gazetesi ve genç komünistler Güney Afrika’daki mücadeleye destek vermişler, Paris’te Güney Afrika konsolosluğu önünde eylemler düzenlenmiş sıklıkla. Tabii bu destek sadece FKP tarafından verilmedi. 1980’li yıllarda Sosyalist ülkelerin, başta Küba’nın ve bütün dünyadaki Komünist Partilerin ırkçılığa, apartheid rejimine karşı verilen mücadelede en ön saflarda olduğunu hatırlatalım. Mandela’da bunu biliyordu ve hem kendi ülkesinde kendi örgütü ANC ile beraber mücadele eden ve bütün dünyada da kendisine destek olan komünistlerle, devrimci sendikalarla iyi ve dostane ilişkilerini sürdürdü.

Mandela’nın 1990’da Fransa ziyareti sırasında FKP’ye de bir ziyaret düzenliyor, o zamanki parti sekreteri George Marchais 7 Haziran 1990’da bir hoşgeldin konuşması yapıyor. Bu konuşmada da partinin Mandela’nın özgürlüğü ve ırkçılık karşıtı mücadele için yürüttüğü eylemlilikleri anlatıyor. Komünistlerin yönettiği belediyelerde bir çok okul, sokak, kültür merkezi ve köprüye Mandela’nın isminin verildiğini söyleyen Marchais L’Humanité şenlikleri ve genç komünistlerin eylemleriyle de Avrupa’da çok düşük olan Güney Afrika’da yaşananlara dair kamuyoyundaki farkındalığın yükseltildiğini söylüyor, sadece Avrupa halkının yüzde 7’sinin Güney Afrika’da yaşanan hak ihlallerinin farkında olduğunu da hatırlatıyor. Marchais kazanılan bu mücadelede duydukları gururu ve memnuniyeti de saklamıyor.

Mandela’nın sadece ırkçılığa karşı bir mücadele vermekle yetinmediğini, verdiği mücadelenin her türlü üstünlük ilişkisine karşı olduğunu, 25 yıl boyunca tutuklu kalacağı 1964 yılındaki mahkemesinde son savunmasında ben beyazın siyaha olduğu kadar, siyahın da beyaza kuracağı üstünlüğe de karşı çıkarım dediğini hatırlatalım. Mandela’nın ülkesinde egemenler ve emperyalistler 90’larda yaşadıkları büyük yenilgiden sonra ülkede her şeyi öylesine değiştirdiler ki, kökünde çok az şey değişmiş oldu bu ülkede. Devletin yürüttüğü ırkçı siyaseti mahkum etmek zorunda kalırken, mülkiyet ilişkilerinin değişmemesi için de her şeyi yaptılar. Ülkede siyah bir burjuva sınıfı da kısa zamanda yaratıldı.

Güney Afrika’da son yıllarda maden işçilerine dönük sert ve kanlı müdahalenin de Mandela’nın yaratmak istediği özgür ve demokratik ülkenin çok uzağında olunduğunu gösteriyor. Mandela’yı biz de saygıyla analım ve başlattığı mücadelenin bitmediğini vurgulayalım, gerçekten eşit ve özgür bir ülke için mücadeleye devam diyelim. Bu yazıda geçmişte terorist dedikleri bir lideri bugün anarkan timsah gözyaşları dökenlerin riyakârlıkları bir yana, Komünistlerin güçlü olduğu bir dünyada verdikleri ve kazandıkları mücadeleleri anımsamış olalım.