Daha kaç sanat yaratıcısını teslim alacak bu alçak düzeniniz, daha kaç can toprağa düştüğünde yüzünüz daha çok gülecek?

Tükeniyoruz…

Aşağıda okuyacaklarınızı hiç ama hiç yazmak istemezdim. Ancak ülkenin yaşadığı insan hayatlarını hiçe sayan bu acımasız koşulların sonuçlarına en net örneklemeler olduğu için dillendirmek zorundaydım.

Kendi saltanatlarını sürdürmek için canavarlaşan, tüm insani değerleri ayakları altına alıp ezip geçenler içimizden binlerce insanımızı alıp götürüyorlar.

Günde 39 lira ile yaşamaya mahkûm edilen milyonlarca insanımız yanı sıra, sosyal güvencesiz yaşamaya mecbur bırakılmış yine milyonlarca yurttaş olduğu gerçeği can yakıyor.

Sanat alanlarında adları bilinmeyen binlerce insanımız ise bu koşullara vicdanları yenik düşerek teslim oluyorlar.

Adı İsmail Kar idi, 38 yaşında, Çanakkale doğumlu. Saçı-sakalı birbirine karışmış, aklında Anadolu’nun tüm türküleri gezinen, sazına, yurduna sevdalı kara-kuru bir adamdı. Yılları türkü barlarda saz çalmakla geçti. Üç kuruşa halay çekenlere meze etti yüreğindekileri. Altı aydır işsizdi. Bakkala 1.5 kilo peynir, 1 kilo zeytin, 3 paket kuru fasulye, 2 paket pirinç, 21 ekmek ve ev sahibine 5 aylık kira borcu vardı. Dün gece kedisi ile birlikte yaşadığı Tarlabaşı’ndaki evinde “Zerrin Kedime İyi Bak Benden Buraya Kadar” diye bir not bırakarak yaşama veda etti. Cami avlusunda Zerrin, mahalle bakkalı, ev sahibi ve ortalarda dolaşan birkaç kediden başka kimse yoktu.

Adı Leyla Pınar idi, 28 yaşında, Elbistan doğumlu. Sarı uzun saçları, yeşil elma gibi gözleri vardı. Sahnede peri, hayat içinde ise unutulmuş bir şarkı gibi gezinirdi. Okuduğu oyunculuk bölümünü, bursu kesildiği için yarım bırakıp çalışmak zorunda kalmıştı. En büyük tutkusu tiyatro, kitap, müzik ve danstı. İki arkadaşı ile bir oda bir salon evde nefes almaya çalışıyordu. Kendi yazdığı ve yönettiği, dekorlarını, kostümlerini, müziklerini yine kendisinin kotardığı doğa-çevre-hayvan üstüne metinleri hayata katıyor, çocuk tiyatrosu yaparak yaşama tutunuyordu. 6 aydır sahneler, salonlar, okullar yüzüne kapalıydı. Geçen hafta evindeki tüm kitaplarını satmak zorunda kalmıştı. Son parası ile mahalle bakkalından aldığı balonları şişirip çocuklara dağıttığı biliniyor. 3 gün önce siyah bir kartonun üstüne, palyaço makyajı yaparken kullandığı malzemelerle “Boğuluyorum..” diye yazarak yaşama veda etti. Cami avlusunda mahallenin çocukları ve ev arkadaşlarından başka hiç kimse yoktu.

***

Şimdi gecenin karanlığının orta yerinde sonbahara dönmüş İstanbul’un saklı kalmış bir köşesinde, mavi bir su damlası gibi gözlerini gözlerimden ayırmayan balkon çiçeğimle bakışıyoruz. Gökyüzünde titrek kara bulutlar dolanıyor, hava yağmura dönecek.

Bir an acaba bu yağmur günlerce yağsa hangi vicdanı temizleyebilir diye düşündüm.

Tüm yetkileri bir silah gibi elinde tutup, düşman saydığı tüm toplumsal değerlere ama önce insan olmanın erdemine karşı silah olarak kullananları düşündüm sonra.

Daha kaç sanat yaratıcısını teslim alacak bu alçak düzeniniz, daha kaç can toprağa düştüğünde yüzünüz daha çok gülecek?
Yüreğim üşüdü.

Leyla ile İsmail kardeşlerimi düşündüm yeniden ve umarsızca hayata tutunmak için boğuşan binlercesini.

Düzeniniz batsın dedim sonra ve bin kez tekrarladım.

Sanat ve hayat düşmanı harami düzeniniz batsın, ta yerin yedi kat dibine dibine.