Anladık ki yanan ağaç değil, hayvan değil, ev değil, insan değil memleketin vicdanıymış.

Yandık…

Milyonlarca ağaç, milyonlarca çiçek, milyonlarca yaban canı kül oldu.

Evler, ağıllarda-kümeslerde-ahırlarda canlar, kediler, köpekler, bostanlar, bağlar, milyarlarca arı, zeytinlikler, mandalina-portakal-limon bahçeleri, begonviller, zakkumlar kül oldu.

Taşların yandığını gördük, su yanar mı, yandı.

İnsanlarımız içinde dumandan boğularak, ateşlerin içinde kıvranarak diri diri yananlarımız oldu.

Bir tek bildik soysuzluğun vicdanları yanmadı.

Ülke bir kez daha örgütlenmiş belanın ne olduğunu gördü.

Yardım malzemelerini çalanları, yardımları engelleyenlerini, su şişelerini, ilaçları ve gıdaları çöpe atanları, yardım edenleri ‘hain’ ilan edenleri, vatandaşın eline silah verip yol kestirenleri gördük.

Yardım çağrısı yapanları hedef gösterenleri gördük.

‘Dua edince yangın durur’ diyenleri, hava durumu raporlarına bakıp yağmur duasına çıkanları, yağmur yağınca ‘duamız kabul oldu’ deyip din cambazlığında sınır tanımayanları gördük.

Yangın yerinde, ateşler, dumanlar içinde kıvranan vatandaşın başına başına atılan çayları gördük.

İyilik kendiliğinden örgütlenmişti, kötülük ise zaten örgütlü.

Türk Hava Kurumu uçakları için, ‘içlerine tavuklar yuva yapmış’ diyenleri duyduk.

Sonra çıkıp, “Türkiye’nin envanterinde yangın söndürme uçağı yok” diye gerçeği itiraf edeni duyduk.

“O uçakların görev yapabilmesi için 4 milyon dolar gerekli”,  “Hepsi çürük, uçak filan yok” deyip, 3 gün sonra bir başka ülkeye 30 milyon dolar yardım edenleri gördük.

“5-6 belki 7 uçak birden kiraladık geliyor” dendiğini yalnızca 4 uçak geldiğini onlarında çürümeye terk edilmiş uçaklarla aynı model ya da daha eski olduklarını gördük.

Yangınlar alev alev sürerken Türk Hava Kurumunun mal varlıklarını satışa çıkaran kayyum gördük.

AKP-MHP adına her konuşanın yarayı sarmak, birlikte dayanışarak yangınları söndürme çağrısı yapmak yerine düşmanlaştıran, kin-nefret kusan söylemlerini duyduk.

Yangın görüntülerinin yayınlanmaması talimatları verenleri duyduk.

Acılar, çaresizlikler içinde kıvranan, kendisi dışında her şeyi yanan insanlığımızın gözlerinin içine bakarak, “TOKİ evler yapacak, her biri 500 bin lira 300’ünü biz karşılayacağız gerisini 20 yıl süre ile vatandaş verecek.” diyenleri duyduk.

“Öyle evler yapacağız ki evleri yanmayanlar bile niye benim evim yanmadı diyecekler” diyen akıl fukaraları gördük.

Sonra anladık ki yangın söndürme çoktan özelleştirilmiş.

Sonra anladık ki hangarda bekletilen uçaklar Cumhuriyet’ten kalma bir kuruma ait olduğu için çürütülüyormuş.

Sonra anladık ki uçak-helikopter kiralamalarına verilen rakamlarla gereği kadar uçak-helikopter alınabilirmiş. 

Sonra anladık ki TOKİ ilk işe soyunan olmuş.

Sonra anladık ki yanan alanların tamamı için 70 ayrı altın madeni arama ruhsatı verileli yalnızca 2 yıl olmuş.

Sonra anladık ki yanan bölgelerdeki iller muhalefet partilerinin belediyeleri olduğu için yangından onlar sorumluymuş.

Sonra anladık ki ‘imdat’ çağrısı yapanlar ‘hainmiş’ haklarında davalar açmak gerekmiş.

Sonra anladık ki yanan ‘beyaz et’ ne kadarsa o kadar vatandaşa para verilecekmiş.

Sonra anladık ki evsiz kaldıkları için çadırlarda, barakalarda yaşamak durumunda olan insanların sorumluluğu devlete değil, belediyelere aitmiş.

Sonra anladık ki yangında zarar görenlerin vergi, kredi borçları silinmek yerine ertelenecekmiş.

Sonra anladık ki yanan ağaç değil, hayvan değil, ev değil, insan değil memleketin vicdanıymış.