Şimdi artık yeter diye bağıran Anadolu köylüsünün, işçisinin, aydınlanmacısının sesine kulak verip örgütlenmenin vaktidir.
Yalnız ülkem değil neredeyse dünya yangın yeri, ben böylesine hiç tanıklık etmedim.
Uydu görüntüleriyle ateş renginde haritalar paylaşılıyor.
Hem ülkemin hem dünyanın çevre örgütleri yıllardır bu felaket günlerinin yakın olduğunu paylaşıyorlardı.
Daha fazla kazanmak için hayatı, doğayı yaşanmaz kılan sistemlerin sahipleri ve tüm bileşenleri bu gerçeği bile bile bir an bile durmak bilmediler.
Son yirmi yılda ülkenin nereye savurulduğunu birlikte yaşadık.
Ülkesine, toprağına, suyuna, deresine, ağacına kuşuna sahip çıkan binlerce doğa direnişçisine her tür işkence uygulandı, haklarında davalar açıldı, cezaevlerine konanlar oldu.
Her şeye rağmen direnişleri kırmayı beceremediler.
Bugün Karadeniz, Ege, Güneydoğu ve Marmara’dan yükselen seslerin sahipsiz olmadığı biliniyor.
Burada amansız olan sistemin talandan tek adım geri atmamasıdır.
Tüm çağrılara, bilimsel açıklamalara karşın rant avcılarına yol veriliyor ve talan tarihinin zirvesini yaşıyor.
Ülkenin bir yarısı yanarken diğer yarısında halen taş ocakları-madenler için ağaç kesiliyor, su gözeleri kurutuluyor.
Artık satacak hiçbir şey bırakmayanların son durağı burasıdır.
Göller, dereler, nehirler kuruyormuş, insanlık kuraklık belasıyla kan ağlıyormuş umurlarında olmayanların varsa yoksa daha çok daha çok para peşinde koşanların geldikleri yerde yol tükenmiştir.
Anadolu’nun gerçek sahiplerinin ortaya çıkma vakitleri ise çoktan gelmiş ve geçmektedir.
Yoksulluğun, işsizliğin, adaletsizliğin, iç barışın yitip gitmesinin nedenleri ve kaynağı bellidir.
Buradan çıkışın bu çürümüş sisteme su vermekten geçmediği ise açıktır.
Kapitalizm tüm sömürü çarkları ile gebermiştir.
Şimdi artık yeter diye bağıran Anadolu köylüsünün, işçisinin, aydınlanmacısının sesine kulak verip örgütlenmenin vaktidir.
Talanı, yalanı, yangını, seli, sömürüyü, adaletsizliği durdurmanın başka yolu kalmamıştır.
Yoksa yok olacağız.