Ama umudumuz var. Üç ağacı savunmakla başlar her şey, sonra direniş orman olur, önüne gelen bütün sülükleri, bütün yağmacıları siler süpürür.

Akbelen Ormanındaki sülük

Yıl 1970; biri Konyalı diğeri Diyarbakırlı okul arkadaşı iki kafadar kendilerine bir çıkış yolu arıyor. 12 Mart travmasını çabuk atlatmış sokaklar, üniversiteler kıpır kıpır, dağ taş sosyalizm rüzgarının kollarına bırakmış kendini. Akademisyen veya aydın olmanın ilk şartı sosyalist olmak haliyle. Sülükler için yol kapalı demek bu. Bakıyorlar olmayacak, asistanlığı bırakıp ortak bir şirket kurmaya karar veriyor kafadarlar. “Lider Makine” söyle ortaya çıkıyor. Kısasıyla “Limak” tarihine giriştir. 

Şirket açmak kolay, işletmek zor. Para lazım, çevre lazım, hükümetle bağlantı lazım. İkisi de beş parasız o yıllarda. Ortaklardan adı Nihat olanı Hocası Necmettin Erbakan’a açıyor durumu. Erbakan teselli ediyor asistanını, “düzelir merak etme” diyor.

Meşhur “Güneş Motel” olayı o günlerde patlak veriyor. Olay şu, Ecevit, 1977’de, seçimi kazanıyor ama hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamıyor. Adalet Partili 11 vekile haber yolluyor, Güneş Motel’de toplanıyorlar, bakanlık verme karşılığında CHP’ye geçmeye ikna ediyor. Ecevit Hükümetinin kurulması ancak bu kirli pazarlıktan sonra mümkün oluyor. 

Transfer karşılığı bakanlık koltuğu kapanlardan biri de Kürt kökenli İslamcı Şerafettin Elçi. Payına Bayındırlık Bakanlığı düşüyor. Limak’ın ilk devlet ihaleleri Şerafettin Elçi zamanında Bayındırlık Bakanlığı’ndan. Elçi ile tanışıklıkları Erbakan üzerinden olabilir, mümkündür. Arkalarında hep siyasi bağlantılar var. 

12 Eylül Cuntası pek çokları ile birlikte Şerafettin Elçi’yi de kapatıyor. Kafadarlar da yeni dönemin yeni tipi Turgut Özal’a yaklaşıyor. İşini bilenin hızlı yükseldiği zamanlar, ihaleler giderek büyüyor, bonkör Limak patronları para dağıta dağıta bürokraside tanınan simalar haline geliyor. Yalnızca Limak değil, Mehmet Cengiz-Kolin gibi bugün bildiğiniz bütün ihale zenginleri Özalcı oluyor haliyle. 

Yalnız tek başına rüşvetle yükselmek mümkün değil o günlerde de; futbola el atıp rüşvetçiliği perdelemek, dokunulmazlık kazanmak gerek. Cunta Ankara’nın bir takımının da birinci ligde olmasını istiyor. İkinci lig takımı olan Ankaragücü Kenan Evren’in işaretiyle birinci lige terfi ettiriliyor. Ediyor etmesine ama orada kalması için bol para lazım. Turgut Özal, Nihat Özdemir’den rica ediyor, birkaç patronu yanına alarak Ankaragücü Yönetim Kuruluna giriyorlar. Kasaya onlarla birlikte para da giriyor. Özdemir'in futbol yöneticiliği serüveni böyle başlıyor. Başlangıcında da şike var. 

***

Limak patronları Nihat Özdemir ve Sezai Bacaksız ikilisinin üniversiteden bir arkadaşları daha var; NATO müteahhidi Aziz Yıldırım. Aziz Yıldırım aynı zamanda Fenerbahçe yöneticisi. Dönemin önde gelen generalleri de Fener taraftarı. Bu kulübe yönetici olmak demek şeref tribününde generallerle yan yana oturmak demek. Limak patronlarının gözü de ordu ihalelerinde. Fethullahçılara yakın Şadan Kalkavan kulübün başkanı Ali Şen'e tavsiye etti, Nihat Özdemir o tavsiyenin yardımıyla ve Ankaragücü tecrübesiyle Fener’e yöneticisi oldu. Ardından 17 yıl boyunca kulüp içinde çeşitli görevlerde bulundu. 3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe’nin Asbaşkanıydı, Aziz Yıldırım’ın tutuklu olduğu dönemde kulübü o yönetti. Tabii bol bol askeri ihale aldı.

Yargılamalar da o askeri ihalelerin ardından geldi. 2004’te Muhafız Alay Komutanlığı binası yapımında devletin zarara uğratıldığı iddiasıyla dava açılan sanıklar arasında Limak'ın dört yöneticisi de vardı. Nasıl olduysa kafadarlar davadan cezasız sıyrılmayı başardı.

Birkaç yıl sonra, 2007’de, BOTAŞ yolsuzluğu olayı patladı. Açılan yolsuzluk davasında “ihaleye fesat karıştırmak”, “rüşvet vermek”, “çıkar amaçlı suç örgütüne yardım etmek” suçlamalarıyla 11 kişi hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Limak patronu Sezai Bacaksız’ın da aralarında bulunduğu 8 kişi tutuklandı. Diğer patron Nihat Özdemir’e ise sadece yurt dışına çıkma yasağı kondu. Yine kurtulmuştu. Yargılama sonucunda Sezai Bacaksız 9 yıl 2 ay ceza aldı, çünkü rüşvet verme işi ondaydı. Çok yatmadı fakat. Her davadan sonra biraz daha zenginleştiler, biraz daha semirdiler. 

***

2003 yılında TEKEL’in temelini oluşturan içki bölümü AKP tarafından yok pahasına Limak’ın başını çektiği bir konsorsiyuma satıldı. İki kafadar, devletten 292 milyon dolara aldığı TEKEL İçki’yi sadece iki yıl sonra Amerikalılara 810 milyon dolara satarak 518 milyon dolar kâr elde etti. Amerikalılar da Tekel İçki’yi 2 milyar 100 milyon dolara başka bir şirkete sattı. 1 milyar üç yüz milyon Dolar da onlar kar etti. Yağma böylesine büyüktür.

***

Nihat Özdemir Fenerbahçe başkan vekilliği koltuğunda otururken, 3 Temmuz 2011’de Şike Operasyonu başlatıldı. Kamuoyu bunun Fethullahçıların Fenerbahçe’yi ele geçirme girişimi olduğuna inanıyordu. Aziz Yıldırım tutuklanınca kulüp ona kalmıştı. 

Operasyon var gücüyle devam ederken, 2012’de, kulüpten istifa etti. Kulübü yüz üstü bırakmıştı. O günlerde, “Cemaat Fenerbahçe'yi ele geçirmek mi istiyor?” diye ona da sordular. “20 milyon taraftardan 2-2.5 milyonu cemaat mensubudur ve onlar da başarı için benim kadar dua etmişlerdir...” diye yanıtladı. Cemaate toz kondurmuyordu. İddialara göre istifasının nedeni de Cemaate toz kondurulmak istenmesiydi. “Bu çatı altında Fethullah Gülen Hoca Efendimiz ile ilgili en ufak bir olumsuzluk ya da ima duymak istemiyorum” demiş, muhataplarını “sonu kötü olur" diye tehdit ederek istifa etmişti. 

Gerçi o tarihlerde destekçisi çoktu. Ali Şen, “Cemaat neden Fenerbahçe'yi ele geçirme çabası içerisinde olsun” diyordu mesela. “İş adamı” ve eski Fenerbahçeli yönetici Cihan Kamer’e göre Hoca Efendi uzlaşmacıydı, suçlamalar insaf ölçüsünü aşıyordu. Şadan Kalkavan’a göre meyve veren ağaç taşlanıyordu. Ağaçtan kastı cemaatti. Rixos Hotels sahibi Fettah Tamince’ye göre birileri Hoca’ya tezgâh kuruyordu. Can Paker, “Cemaat Fenerbahçe'yi ele geçirse ne yapacak?” diye soruyordu, ikna olmamıştı. Yetmez ama evetçi Halil Ergün’e bile sordular, dünyaya mal olmuş bir hareketi bu tür tartışma ortamlarına çekmenin hoş olmadığını düşünüyordu. Cemaat ise o sırada Tayyip Erdoğan’ı devirmeye hazırlanıyordu.

25 Aralık 2013’te Fethullahçıların organize ettiği yolsuzluk operasyonunda ortaklardan Nihat Özdemir yine gözaltı listesindeydi. Tayyip Erdoğan direnince listedeki 41 kişi hakkındaki yakalama kararı 16 Ocak 2014’te kaldırıldı. Özdemir, bir ay sonra konuyla ilgili olarak ifadeye çağrıldı. İnternette yayınlanan ses kayıtlarına göre Sabah-ATV grubunun satın alımı için Recep Tayyip Erdoğan’ın isteğiyle iş insanlarından oluşturulan para havuzunda yer almıştı. İfadesini alıp bıraktılar. Çıkışta gazeteciler ile arasında şöyle bir sohbet gerçekleşti: 

-Sabah ve ATV’yi satın aldınız mı?

-Hayır doğru değil.

-Sabah ve ATV’nin yeni patronuna 100 milyon dolar verdiniz mi?

-Evet verdim. Ama borç verdim.

-Nasıl ispatlayacaksınız? 

-Her şeyi legal, her şeyi temiz yaptık. Ve karşılığında hisselerini aldım.

-Sabah-ATV hissesi mi aldınız?

-Hayır başka bir inşaattaki hisseleri aldık.

***

Kalkıştıkları darbe başarılı olmayınca, kafadarların “uzlaşmacı hizmet hareketi” oldu FETÖ! Tarikatın kanarya sevenler derneği olmadığını artık herkes anlamıştı. Korgeneral Metin İyidil o örgüt üyesi olarak darbeye kalkışmaktan yargılandı, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ancak bir sürpriz oldu, mahkeme İyidil’i tahliye etti. Koşup itiraz ettiler, hakkında yeniden yakalama kararı çıkarttılar. İyidil, beraberindeki beş kişi ile birlikte yakalanıp gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Nihat Özdemir'in oğlu ve gelini de vardı. Özdemir ailesi İyidil ailesi ile akrabaydı, Metin İyidil'in ablası Nihat Özdemir'le evliydi. Böylece Nihat Özdemir’in suç listesine birçok yolsuzluk iddiasının yanı sıra bir de “FETÖ ile iltisak” iddiası eklenmişti. Ancak kaynağını bilmediğimiz bir dokunulmazlığı vardı. Kamuoyu bu iddialarla çalkalanırken Çanakkale 1915 Köprüsü ihalesini de Limak’a verdiler. Birkaç yıl sonra da “FETÖ”nün dizayn etmeye çalıştığı futbolun başına geçirdiler. Futbol Fethullahçıların tasallutundan kurtarılmıştı!

Fakat tutunamadı, oradan da istifa etti. İddialara göre Federasyonda Erdoğan’ın kardeşi Mustafa Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan, damadı Berat Albayrak’a yakın hizipler arasında çekişme vardı. Emine Hanım’ın yakını Göksel Gümüşdağ da Süper Lig A.Ş.'yi kurup futbolu şirketleştirmek istiyordu. Nihat Özdemir kavgada aradan çekilmeye karar vermişti…

***

Dokunulmazlığının kaynağı hakkında ipuçları veren bir olay gerçekleşti yakın zamanda. Nihat Özdemir, Kuveyt’te mukim Kuveyt Öksüzler Vakfı'nı 20 milyon dolar dolandıran bir Türk vatandaşı için devreye girmişti bu kez. Dolandırıcı, eski manken Ebru Şallı ile evlenen “iş insanı” Uğur Akkuş’tu. “Kuveytlileri dolandırmak öyle kolay mı” diye soracaksanız, söyleyeyim, Akkuş’un yolu sık sık Beştepe sarayına düşüyor.

Emine Hanım da Akkuş ailesi ile yakından ilgili. Ebru Şallı’yı dövdüğü iddia edilse de gölgesini üzerlerinden eksik etmiyor. Akkuş eski eşini dövdüğü iddiasıyla da yargılandı, ceza aldı. Cezasını açık cezaevinde geçirmesine karar verildi. Salgın patlayınca cezaevine girmekten kurtuldu. Kuveytliler Akkuş’un ilk dolandırıcılık girişimi değil. O nedenle sık sık gözaltına alınıyor ama her defasında paçayı kurtarmayı başarıyor. Bir tür Nihat Özdemir tüyü var onda da. Şaka değil, o da futbol işine girmeyi denedi, Sakaryaspor Başkanlığına aday oldu. Ancak seçim öncesinde şirketlerinin tamamının paravan olduğu ortaya çıkınca Sakaryaspor da şimdilik kurtulmuş oldu. 

***

Futbolun para kazanmada ne kadar önemli olduğunu şöyle özetleyeyim; Barcelona Arda Güler’in transferi için harekete geçince Nihat Özdemir de seferber oldu. Limak Nou Camp Stadı yenileme ihalesini kazanmıştı çünkü. Bir elleri hala Fenerbahçe’nin üzerindeydi. Yapıp yapamamaları ayrı, her işin içindedirler.

Bakın, Limak Akbelen Ormanına baltalarla dalarken Nihat Özdemir’in kızı ve Limak Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Özdemir’in “Doğal Hayatı Koruma Vakfı”nın mütevelli heyeti üyesi olduğu ortaya çıktı. Bu şike direniş vesilesiyle fark edilmiştir, demek istiyorum. Ülkenin sırtına bir sülük gibi yapışmışlardır, çaktırmadan kan emmekte, semirmektedirler. Bu basit gerçeği fark etmek için bile direniş şarttır demek ki.

Ama umudumuz var. Üç ağacı savunmakla başlar her şey, sonra direniş orman olur, önüne gelen bütün sülükleri, bütün yağmacıları siler süpürür.