Dava

Eski İstanbul benim kuşağım için bir özlemdir. Ahşap ve kârgir evlerin yan yana dizildiği dar sokaklarda sabahın ilk ışıklarıyla birlikte satıcıların sesleri duyulmaya başlardı. İlk ziyaretçiler güğümleriyle kapı kapı dolaşan sütçüler ve gazete satıcıları olurdu. Öğleye doğru diğerleri sükun ederdi. Merkebinin iki yakasına sebze dolu sepetleriyle bahçıvan, onu telli dolabıyla ciğerci, nihayet yoğurtçu izlerdi. Yoğurtçu iki omzuna yoğurt tepsilerinin bulunduğu sırığı yüklemiş "Silivri Kaymak" diye bağırırdı. Silivri'yi böylece tanıdım. Yoğurdu enfesti, hele yoğun kaymağının tadı hala damaklarımda. Nice yıllar sonra Silivri bu kez "Cezaevi Kampüsü"nde(!) görülen bir dava ile Tv ekranlarında yeniden karşımda. Ne yazık ki çifte kaymaklı yoğurdunun unutulmaz tadıyla değil siyasetin derin dehlizlerinin yarasa dolu karanlığı ile karşımda.

Türkiye'nin son yüzyılına şöyle bir göz attığımızda sayısını bile hatırlamakta güçlük çekeceğimiz bir yığın siyasi davayla karşılarız. Bunların hemen hepsi, Silivri'deki gibi "Tarihi Dava", "Yüzyılın Davası" gibi nitelenmiştir. İletişim organları böyle nitelemeleri pek sever. Bütün bu davaların temeline baktığımızda iktidar kavgasının şu ya da bu şekildeki görünümlerini tespit edebiliriz.

İttihat ve Terakki'ye yönelik muhalefetin sindirilmesi iki aşamalı davalar sonunda mümkün olabilmiştir. Birinci aşamada 31 Mart ayaklanmasının bastırılması sonucunda kurulan sıkıyönetim muhakemelerinin verdiği idam cezalarını görürüz. İkinci dava ve sindirme aşaması ise sadrazam Mahmut Şevket Paşanın öldürülmesi nedeniyle yaşanmıştır. Ele geçen bütün komplocular Remzi paşa'nın başkanlığındaki sıkıyönetim mahkemesinde yargılandılar. Bunlar arasında Şerif Paşa, Prens Sabahattin, Dahiliye Vekaleti Eski Nazırı Reşit (Rey) Bey, Veliaht Vahdettin'in kayınbiraderi Zeki Bey vb. vardı. Bir çoğu idama mahkum oldu. Saltanat ailesinden Salih Paşa'nın asılmaması için çeşitli baskılar gelmesine karşın infaz gerçekleştirildi. Böylece, 24 Temmuz 1908'de Mithat Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi ve nicelerinin kanları üzerine inşa edilmiş Abdülhamit'in otuz üç yıllık despotik iktidarını deviren İttihat ve Terakki ancak 1913'de kendi iktidarını gerçekleştirebilmiştir.

Cumhuriyetin kurucu kuşağı ve onları izleyenler için de böyledir. Milli Mücadeleyi gerçekleştiren I.TBMM'nde bile muhalefet (2. Müdafa-i Hukuk Grubu) etkinliğini göstermekteydi. Zaferden sonra da bu muhalefet yükselmeye devam etmiştir. Bu muhalefetin sesini kısmaya yönelik ilk girişim İstanbul'da ki Ankara karşıtı gazetecilere yönelik İstiklal Mahkemesinin baktığı davadır. İstanbul'a gelen İstiklâl Mahkemesi ilk adım olarak sert bir bildiri yayınlamış, bunu tutuklamalar izlemiştir. Tutuklananlar arasında Ahmet Cevdet (İkdam) Velid Ebüzziya (Tevhid-i Efkâr), Hüseyin Cahit (Tanin) gibi başyazarları,yazı işleri müdürleri ve bazı komünistler bulunuyordu. Mahkeme İstanbul'da beş davaya bakmıştır. Bunlardan ikisi, gazetecilere ve Baro başkanı Lütfü fikri Bey'e yönelik davalar öne çıkmıştır.

Terakki Perver Cumhuriyet Fırkasının kuruluşu ile yeni devleti oluşturan kadronun arasındaki düşün ayrılığı ve iktidar mücadelesi daha bir açığa çıkmıştır. Muhalefet tasfiye için Şeyh Said isyanı nedeniyle kabul edilen "Takrir-i Sükun" yasası ve onun gereğince kurulan iki İstiklal Mahkemesi (Doğu ve Ankara) önemli bir araç olmuştur. İlk aşamada Terakkiperver parti kapatılmıştır. İkinci aşamada ise Gazi'ye yönelik suikast girişimi mevcut ve olası tüm muhalefet odaklarının tasfiye olanağını vermiştir. Bu tasfiye üç aşamada gerçekleştirildi.

i- Basının Susturulması
ii- Solun Ezilmesi
iii- Muhalefetin tasfiyesi

i- Basın, Doğu İstiklâl Mahkemesince açılan davayla silinmiştir. Basına yönelik ilk davada, Ankara İstiklal Mahkemesi Tanin'i kapattı Hüseyin Cahit müebbet sürgün cezası alarak Çorum'a gönderildi. Aynı günlerde "Resimli Hafta" derginsin iki yazarı Zekeriya (Sertel) ve Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı) Beylerde üçer yıl Kalebentliğe (sürgün) mahkum edilmişlerdi. Zekeriya Bey Sinop'a, Cevat Şakir Bodrum'a gönderilmişlerdir. Basına yönelik sindirme doruk noktasına Doğu İstiklal Mahkemesinde ki dava ile ulaşmıştır. Bu davada yargılanan gazeteciler şunlardı: Eşref Edip, Velit(Ebüzziya) Abdülkadir Kemali, Fevzi Lütfü (Karaosmanoğlu), Sadri Ethem, İlhami Safa, Gündüz Nadir, Ahmet emin (Yalman), Ahmet Şükrü (Esmer), Suphi Nuri (İleri), İsmail Müştak (Mayakon). Gazetecilerin (Abdülkadir Kemali dışında) Gazi'ye affedilmeleri için yazdıkları özür mektubu onları cezadan kurtarmış, ama gazeteleri kapalı kalmış yazma olanakları kısıtlanmıştı. 1946 yılına kadar Türkiye'de Basın Özgürlüğünden söz etmek mümkün değildir.
ii- Sol düşünce ve siyaset 1925 ve 1927 tutuklamaları ile baskı altına alınmıştır. "Takriri Sükun" yasası önce "Aydınlık" ve "Orak-Çekiç" dergilerini kapattı. Bursa'da "Yoldaş" gazetesinin yayını ve 1 Mayıs nedeniyle yayınlanan bildiriler nedeniyle otuz sekiz kişi Ankara İstiklal Mahkemesince verilen karara göre 7, 10, 15 yıllık cezalara mahkum oldular (1925)

TKP'ye yönelik, 1927 yılında açılan davada da Vedat Nedim (Tör), Baytar Salih, Muallim Adnan, Şamilov, Dr. Hikmet (Kıvılcımlı), İzmir Grubu (7 kişi), Adana Grubu (14 kişi) muhtelif cezalara çarptırılmıştır. Sarı Mustafa, Nazım Hikmet, Laz İsmail'de gıyaben cezalandırılmıştır.
iii- Potansiyel Muhalefetin tasfiyesi, İzmir'de Gazi'ye yönelik suikast girişimi üzerine İzmir ve Ankara'da, Ankara İstiklal Mahkemesinin baktığı davalarla mevcut ve olası tüm muhalif odaklar tasfiye edilmiş ya da sindirilmiştir.

İstiklal Mahkemesi Ali (Çetinkaya, Başkan) ve üyeler, Laz Ali (Bıçak), Dr. Reşit Galip'den oluşuyordu. Savcı Necip Ali Bey'di. İzmir ve Ankara'da ki duruşmalarda Terakkiperver, İttihatçı, tüm bilinen potansiyel muhalifler sanık sandalyasına oturdular. Ali Fuat, Kazım Karabekir Paşa gibi Milli Mücadele önderleri bile sanıktı. Bir ara İsmet Paşa (Başbakan)ın dahi tutuklanması söz konusu oldu. İzmir- Ankara duruşmaları inkilâp sürecindeki iktidar mücadelesinin en trajik bölümüdür. Duruşmalar sonunda idam edilenler (İzmir), Milletvekili olanlar Arif (Ayıcı), Şükrü Bey (Maarif Eski Nazırı), Halis Turgut, Abidin Bey, Rüştü Paşa ve diğerleri. Sarı Edip, Hafız Mehmet Bey, Ziya Hurşit Bey, Laz İsmail, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi, Rasim. Ankara duruşması sonunda idam edilenler.: Abdülkadir Bey (Ankara Eski Valisi), Nail Bey, Dr.Nazım, Cavit Bey (Maliye Eski Vekili), Hilmi (Ardahan Milletvekili). Bu arada Rauf Bey (Orbay) gıyabında (Avrupa'daydı) on yıl kürek cezasına çarptırılmıştır. Halide Edip ve eşi Dr. Adnan yurt dışında oldukları için mahkumiyetten kurtulmuşlardır.

Bu davalarda sanık olup da canını kurtaranlar ileriki yıllarda (1939 ve sonrası) TBMM Reisi (Karabekir), Ulaştırma Bakanı (Ali Fuat Cebesoy), Rauf Orbay (Büyükelçi) ve diğer üst düzey mevkilere gelmişlerdir.

Türkiye'de her siyasi dava bünyesinde iktidar mücadelesinin izlerini taşır. 1960'da ki Yassıada davası bunun en tipik örneğidir. 12 Mart ve 12 Eylül'ü izleyen davaları ise üstü ustaca örtülen sınıf savaşının güç gösterisidir. DİSK, BARIŞ ve nice yığınsal davalar buna örnektir. Sayısız faili meçhul cinayetler ise yargısız infazın örnekleridir. Katliamlara ilişkin davalar otuz yıl sonra "süre aşımından" tarihin tozlu raflarına atılmışlardır.

Silivri cezaevi "Kampusü"nün kapısını ekranda seyrederken bunları düşündüm. Özel Tim Görevlisi Çarkın aynı ekranda bin'i bulmuştur öldürdüklerim demişti. Üstlerim emir verdi diye de eklemişti. Belki bu dava yıllar sürecek, sonunda kimsenin anımsamadığı bir yılda zaman aşımına uğrayacak. Silivri'nin yoğurdu gibi Tarsus'un ayranı ünlüdür. Bol köpüklüdür. Merak ettim sordum. Eski merdaneli çamaşır makinalarıyla çırparak köpürtüyorlarmış. Silivri'nin yoğurdu bu yöntemle ayran olabilir mi? Ne dersiniz? İnsan yaşlanınca bir yoğurttan eski davalara oradan da Tarsus'un ayranına atlayabiliyor.