Bugün heyecanla izlediğimiz, her bir direniş ve eylemin sadece destekçisi değil, doğrudan tarafıyız.

Platformu sallayan dalgalarız artık

2021’in son gününe denk gelen yazımın başlığı “Hazırız sıradakine!” idi ve 2022 yılının Türkiye ve Dünya’da yaşayacağı emek sermaye çatışması başlıklarını yazmıştım.

Devamında yazı şöyle bitmişti:

“...Motokuryeler, tanımsız güvencesiz çalışan iletişim emekçileri, ağır çalışma koşullarının altında ezilen market çalışanları, örgütlenmekte direnen tekstil, gıda, nakliyat emekçileri, Türkiye’de de tıpkı Dünyada olduğu gibi hareketleniyorlar, hazırlanıyorlar.

2021 yılı, bizde ve Dünyada, “Ayağa Kalk!”, “Artık yeter” sesleriyle kapanıyor, sokakta, meydanlarda, fabrikalarda. Hazırız sıradakine, yollayın gelsin…”

Nitekim yolladılar ve geldi. Yaşamları tehdit eden boyutlara varan hayat pahalılığı; kontrolsüz kuralsız halkın üzerine sürülmüş ekonomi politikaları; aydınlanma, ısınma, enerji krizi; yoksullaşma, işsizlik, geleceksizlik; taciz ve şiddetle sarmaş dolaş olmuş gericilik; ölüm ve korku saçan bilim düşmanlığı… i 2002’nin daha ilk günlerinde çığ gibi çoğalıp büyüyerek geldi üzerimize.

Ama, bir yandan dediğim de çıktı. Daha ikinci ayı doldurmadan tümünün yanıtı da geldi, geliyor bizim taraftan. 

BBC Türkçe’de iletişim emekçileri, Sivas Divriği’deki Çiftay’da maden işçileri, Mersin Akkuyu’da nükleer santral şantiyesinde işçiler, ücretlerinde ve çalışma koşullarında iyileştirme istediler, haklarını talep ettiler: iş bıraktılar, direndiler ve kazandılar. Daha kimler kimler var, soL dün bir derleme yayınlamıştı, hatırlayalım.

Sonrası belli olmaz ama son günlerde yanıtın büyüğü, geleneksel işçi direnişlerine aykırı bir yerden, kurye ve kargo emekçilerinden geldi, geliyor. Önce Trendyol Express kurye ve kargo emekçileri kontak kapattı, örgütlü bir biçimde ücret iyileştirmelerinde hakları olanı talep ettiler, ülkenin her yanından, her sektörden büyük dayanışma gördüler ve kazandılar.

Ardından, Hepsijet, Scotty, Aras Kargo, Yurtiçi Kargo geldi. Yemeksepeti Banabi kuryeleri zaten geçen yıldan ayaktaydı,  hazırlıktaydı, onlar da dalga dalga sokaktalar şimdi. Bitmedi, dün Esenyurt Migros Depo emekçileri ücretlerine zam diye yansıtılmak istenen sadakaya karşı iş bıraktı.

Devamı da gelecek.

İşte ben de tam bu aşamada, dalga dalga ilerleyen bu hareketlenmede yerimi alma niyetindeyim. Bir siyasi ya da iktisadi analizden, “ben demiştim”ci olarak kalmaktan çok bir emekçi ve aydın olarak anlamak ve anlatmak istiyorum yaşadıklarımızı.

Önce bize neler oluyor, onu bir konuşalım. Tek tek dersler çıkararak, buyrunuz:

Sınıflar mücadelesinde son on yıl civarında ortaya çıkmış olan yeni bir emek süreci var. Literatürde “platform work”, (platform işi) olarak geçiyor. Yani bu, bir çevrimiçi platform (Uber, Amazon, Trendyol, Hepsiburada, Migros Sanal, Getir, AirBnb, Booking,Tatilbudur, Netflix, Exxen, Blutv vb.) üzerinden farklı iş ve hizmetlerin biraraya getirilmesi demek oluyor.

Bu çevrimiçi platformlarda yanyana gelen ama belki birbirine hiç dokunmayan işler çok çeşitli: yazılım, ağ yönetimi ve donanım; görsel, yazılı ve işitsel içerik geliştirme (metin yazarlığı, grafik tasarımı vb.); iletişim (sosyal medya, basın yayın, halkla ilişkiler, kurumsal iletişim vb.); hukuksal ve idari işler; finansal ve mali işler; iş geliştirme ve müşteri ilişkileri; tedarik, satın alma ve kaynak yönetimi; üretim ya da hizmet (ürünlerin imalatı, sunumu, satışı, bakımı vb.); dağıtım (taşıma, nakliyat, kurye-kargo vb.)

Bu liste ve örnekleri okuyup da hiç benlik değil diyen meslek sahibi var mı? Pek sanmam. Tüm dünyadaki bu “yeni” çalışma biçimlerinde hemen her meslek ve nitelikten emekgücü aynı biraraya geliyor. Ayrıca bu platformlar sadece emek tarafını değil farklı sermaye grupları ve temsilcilerini de birbirine bağlıyor. 

Bu demektir ki, bir: İşçi sınıfının o ya da bu biçimde parçası olarak hemen hepimiz, bugün hareketlenmiş sınıflar mücadelesi alanlarının ya içinde, ya eşiğindeyiz. Bugün heyecanla izlediğimiz, her bir direniş ve eylemin sadece destekçisi değil, doğrudan tarafıyız.

Platform işlerinde ve onları düzenleyen çalışma rejimlerinde yine tüm örneklerde benzer biçimde geleneksel ve standart olmayan yöntemlere başvurulduğunu biliyoruz. Örneğin öncelikle istihdam modellerindeki çeşitlilik dikkat çekiyor. Bu sektörlerde taşerona bağlı, süreli sözleşmeli, çağrı üzerine ya da bağımsız çalışanlar (freelance) yaygın. Öte yandan farklı dönemlerde sermayenin ihtiyaçlarına bağlı olarak ücretli çalışmada da çeşitli “esnek” yöntemler karşımıza çıkıyor. 

Bu uygulama ve yöntemlerde sermaye sınıfı son derece planlı programlı ve stratejik hareket ediyor.  Pandemiden enerji krizlerine, piyasa dalgalanmalarından enflasyon patlamalarına, hemen her duruma uygun planları sırasıyla devreye sokuyorlar. Patronlar kendileri planlı ve örgütlü davrandıkları oranda karşılarında dağılmış, bölünmüş ve örgütsüz kitlelerin oluşması için de ellerinden geleni yapıyorlar ya da aracı belledikleri kapitalist iktidarlara yaptırıyorlar.

Bu alanda sermaye tarafının planlı ve stratejik olmasını dayatan şey, platform işi denen alanın iç içe geçmişliği, küreselliği ve birbirine bağlanma biçim yani mesela, küresel üretim zincirleri, piyasa ağları. Ama unutmayalım, bunlar onların olduğu kadar bizim de ağlarımız, zincirlerimiz bağlarımız anlamına geliyor.

Yani, iki: Farklı dönemlerde ve farklı yerelliklerde karşımıza çıkarılan uygulama ve düzenlemelerin kaynağını iyi bileceğiz. Taşeronlaştırma, esnaf işçilik, kapsam-dışılık, serbest çalışma ve diğerleri, bunların tümünü tam boy karşımıza alacağız. Sendikal haklar konusunda inatçı olacağız. Tek birimiz bile örgütsüz kalmayana kadar direneceğiz. Bir yandan da ülkemizde ve dünyada güçlü ve ayrılmaz bir ağın parçası olduğumuzu da hissedip, hissettireceğiz. 

Platform işi ile tanımlanan sektörler çok geniş alana yayılıyor dedik, ama gözümüz korkmasın çok güçlü bir bağ da var ortada. Bakın son günlerdeki eylemlere, imalattan, madene, eğitimden sağlıktan, medya emekçilerine kadar tümü kurye-kargo emekçileri ile aynı taleplerde buluşuyor: İnsanca bir yaşamı karşılayacak düzeyde, yaratılan değerin karşılığı olan, adil ve eşitlikçi ücret; emeğin, bilginin ve deneyimin karşılığını veren çalışma koşulları; örgütlenme ve diğer siyasal haklar. 

Buna karşılık yazılacak not da belli, üç: Sermaye sınıfının kendi içerisindeki çıkar birliğinin damla gerisinde kalmayan ve çok daha ötesinde bütünleşik bir sınıfsal duruş, gelişkin bir mücadele birliği geliştireceğiz. Ne dedik yukarıda bizim bağımız da ağımız da onlarınkinden daha geniş ve güçlü.

Son haftalarda hemen hergün farklı mekanlarda görüyoruz direnişleri: Gebze’de fabrikanın çatısında, İstanbul’da basın bürosu kapısında, Divriği’deki madende, Esenyurt’ta depoda, ya da kent sokaklarındaki motokurye konvoylarında, tümündeki ortaklığın sadece taleplerinde değil biraraya gelme bilinçlerinde olduğunu da anlamak gerek. 

2022 eylemleri, üretimden gelen güçlerin keşfedildiği, kontak kapatılan, şalter indirilen, iş durdurulan eylemler. Dikkatli bakın verdikleri resimlere, işyerlerini terk etmiyorlar, tulumlarını çıkarmıyorlar, işlerine, emeklerine, mesleklerine sahip çıkarak taleplerini sıralıyorlar. Fabrikada mavi tulum, ofiste metalik bilgisayar, madende sarı kask, motor üstünde pembe mont, simgelerimiz artık. Sosyal medyada oluşturulan mücadele ağlarının logolarına bakın, çoktan patronlardan çıktı şirketlerin amblemler, simgeleri: Banabi pembesi, Migros turuncusu, Trendyol laciverti, bizimkilerin rengi oldu artık.

Bakın işte burası çok önemli, dört: Bugünlerde Türkiye’de ortaya çıkan hareketlenme sadece ekonomik haklar ya da ücret iyileştirme meselesi değil. Böyle gören varsa çok yanılır. Emeğinin karşılığını, örgütlenme ve sendika hakkını, bugününün ve geleceğinin güvencesini bilen ve buna direnenleriz artık biz. 

Alnımızda emekçi kimliğimiz, sırtımızda uniformamız, tulumumuz, montumuz, fabrikamızdan, depomuzdan, ofisimizden, aracımızdan sallıyoruz sıkılı yumruğumuzu. 

Safımızı aldık ilerliyoruz. yolumuz açık olsun…