Öylece durup bakacak mıyız? Olmaz, yapamayız, sınıfımızın parçası olacaksak, başka yolu yok. Aziz Nesin’in sözünü tekrarlayacağız: '...Hayır böyle gitmeyecek, böyle gidemez, böyle götürmeyeceğiz…'
TKP bu hafta “Böyle gitmez!” başlıklı bir bildirge yayınladı. “Bu ülkede işçiler var: Sömürülüyor, hastalanıyor, ölüyorlar” isyanıyla başlayan bildirge, sadece keskin bir durum tespiti değil, kararlı bir örgütlenme ve mücadele çağrısı niteliğinde. Yine bu hafta TKP MK üyeleri soL portaldaki söyleşide bildirgenin çağrısını ve içeriğini detaylarıyla anlattılar.
Bildirge başlığını okuduğumda, sanırım çoğunuz gibi, aklıma Aziz Nesin’in çocukluk günlerinden başlayarak yaşamını anlattığı anı kitabı, Böyle Gelmiş, Böyle Gitmez düştü.
Kalktım yıllar sonra bir kez daha aldım elime kitabı. Ve beklediğim gibi gördüm ki, TKP'nin bildirgesi ile Aziz Nesin’in anı kitabında başlık benzerliğinin çok daha ötesinde bir yoldaşlık var.
Aziz Nesin anılarının ilk cildini bitirirken şöyle diyor1:
“...Bir atasözümüz var: “Her koyun kendi bacağından asılır”. Evet doğru, her koyun kendi bacağından asılır ama, koyun olduğu için… İnsanlar koyun değil ki… Hiçbir insan yalnız kendi bacağından asılmaz; her asılanla biraz da biz asılırız, her açla açız, her tutukluyla tutukluyuz. Mutluluk, başkaları mutsuzken, yalnızlıkla olmaz, toplulukla olur. Aç insanlar olduğunu bilirken, lokmalarım rahatlıkla boğazımdan geçmiyor; soğukta titreşenler varken, odamdaki sobamda ısınamıyorum. Bu, İsa’ca bir duygu ve duygusallık değildir. Bu bilinçli, akılcı bir duygu ve davranıştır…”
İşte biz de tam da aynı bilinç ve akılla bu ülkede işçilerin durumuna isyan etmiyor muyuz. Ağır sömürü altında ezilenle, yoksulluktan çocuğunu aç okula gönderenle, iş cinayetinde göz göre göre can verenle, biz de, ezilmiyor, aç kalmıyor, ölmüyor muyuz? Ve biz de bu duyguları, akılcı ve bilinçli olarak yaşamıyor muyuz?
Bu ülkede işçilerin neredeyse kölelik düzeni olarak tanımlanabilecek bir rejim altında çalıştırıldığı iddiası, bir ajitasyon ya da duygu sömürüsü söylemi değil. Kanıtlanabilir, gözlenebilir, ölçülebilir, hani neredeyse elle tutulabilir bir gerçeklik. Üstüne üstlük, evrensel değerlerle sınanabilecek ve uluslararası hukukta yerini bulacak bir insanlık suçu saptaması.
Türkiye’de özellikle son yirmi yılda derinleşerek kalıcılaşmış çalışma rejimi, literatürde “modern kölelik” olarak adlandırılan çalışma ilişkileri sistemlerinin hemen tüm göstergelerini karşılıyor.
Söz konusu göstergeler, işe almada, işte ve işin sürekliliği ve güvencesinde ayrı ayrı sıralanıyor.
İşe almada ya da hadi daha genel ifade edelim istihdam olanaklarına yansıyan biçimiyle ağır sömürüyü sorgulayan ilk grup göstergeye bakalım:
- Yapılacak iş ve çalışma koşulları ile ilgili eksik ya da yanlış bilgilendirme;
- Borç esareti yaratma ya da çaresizliği kullanma;
- Cinsiyet, etnik kimlik, yaş, millet ırk ya da diğer kimliklere dayalı ayrımcılık uygulama;
- Yasal haklar konusunda yanıltıcı ya da yanlış bilgi verme;
- Kayıtsız, yasa dışı, enformal, sözleşmesiz çalıştırma…
İşin ve çalışma koşullarının kendisi ile ilgili göstergeler de şunlar:
- Ücretsiz, düşük ücretle ya da düzensiz ücretlendirme ile çalıştırma;
- Yasal çalışma yaş sınırları altında çocuk çalıştırma; aldatma, kandırma, yanıltma, baskı, tehdit ile çalışmaya zorlama;
- Yasal sınırların üzerinde uzun çalıştırma; İşin gereklerine uygun olmayan, olumsuz, yetersiz, sağlıksız, bulaşık (kontamine) ve kötü çalışma ortamı ve koşulları;
- Şiddet, taciz, tecavüz, baskı, zor ve zorbalık uygulama;
- Yasal statü, yaş, cinsiyet, ırk, ulus, etnik kimlik, ve diğer kimliklere dayalı olarak iş tanımlama ve görevlendirmede ayrımcılık, baskı, zorbalık, aşağılama;
- Ekonomik, sosyal, ailevi, bireysel ya da yasal çaresizlik, kırılganlık ve/veya düşkünlüklerden faydalanma; İş sözleşmesi, süreçleri, görev ve sorumluluklar ile ilgili, eksik, yanlış, yanıltıcı bilgilendirme ya da hiç bilgilendirmeme;
- Zora ve zorbalığa varan denetim, yönetim ve kontrol uygulamaları…
Son olarak da işin sürekliliği ve güvencesi ile ilgili olanlar:
- Zorla ya da rıza ile olsa dahi gerekli önlemleri almadan tehlikeli işlerde çalıştırma;
- Bilgi, birikim, deneyim, yetenek uygunluğu gözetmeden zor ve riskli işlerde çalışmaya zorlama;
- Kayıt dışı ve güvencesiz çalıştırma;
- Yasa çerçevesi dışında, keyfiyete dayalı, haksız, adil olmayan gerekçelerle işten çıkarma…
Daha sayayım mı?
Bu göstergelerin tümünün, üstelik kamu, özel demeden tüm sektörlerde birebir karşılığını görüyoruz. Hatta daha ileri gideyim, bugün Türkiye’de modern kölelik çalışma ilişkileri açısından istisna değil kural haline gelmiş durumda.
Oysa aslında, bırakın sömürünün son bulmasını, sadece insanlıktan çıkmamak için, bir çalışma rejiminde:
- Herkese eşit koşullarla sağlanmış istihdam olanakları;
- Yapılan işe karşılık gelecek, adil, düzenli ücretlendirme;
- Sağlıklı, temiz, işe uygun çalışma koşulları;
- Yasal sınırlar içerisinde etkin planlanmış çalışma süreleri;
- Güvenli, güvenceli ve sürekli iş olanağı;
- Sosyal güvence;
- İş ve sosyal yaşam dengesini sağlayan çalışma koşulları, bulunmak zorunda.
Türkiye’de milyonlarca emekçi, tarlalarda, inşaatlarda, fabrikalarda, mağazalarda, ofislerde kölelik koşullarında çalışıyorlar. Ne demiştik, her asılanla biz de asılırız, her köleyle biz de köleyiz.
Aziz Nesin yukarıda alıntı yaptığım bölüme “Sınıfımın yazarıyım” başlığını vermiş. Şöyle devam ediyor bölümde:
“Yemeğimi rahat yemek istiyorum, rahat ısınmak, rahat uyumak istiyorum, bu benim hakkım değil mi? İşte ben bu hakkı istiyorum. Bu hakkı insanların, çoğunluğun elinden alan mutlu azınlığın sonuna dek, yaşadığım sürece hep karşısındayım, karşısında olacağım. Ben sınıfımın yazarıyım, böyle olmak zorundayım, başka türlü olamam, elimden gelmez… Benim sınıfım emekçilerdir…”
Bugün bize düşen de budur kanımca. Bu ülkede, açıktan ve sakınmadan bir kölelik düzeni sürdürülüyor. Milyonlarca insan, kadın, erkek, çoluk çocuk, geçinemiyor, yokluğa, yoksulluğa sürükleniyor. Binlerce işçi, bu insanlık dışı, akla zarar çalışma düzeninde, iş cinayetlerinde, yine Nesin’den aktarıp söyleyelim, yaşamadan ölüyor2.
Öylece durup bakacak mıyız? Olmaz yapamayız, sınıfımızın parçası olacaksak, başka yolu yok, Aziz Nesin’in sözünü tekrarlayacağız:
“Yurdumda sürüp giden bozuk düzenin değişmesi gerektiğine inanıyorum. Bu bozuk düzende çıkarı olanlarla bir de kandırılmışlar “Böyle gelmiş böyle gider” demektedirler. Hayır böyle gitmeyecek, böyle gidemez, böyle götürmeyeceğiz…
Acı gerçeği anlayarak, bilincine vararak haykırmalıyız:
“Böyle gelmiş ama böyle gitmeyecek!...”
- 1. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez/1 YOL, 5. Baskı Tekin yayınevi 1977.
- 2. Aziz Nesin anılarını yayınladığı Böyle Gelmiş Böyle Gitmez kitabını, çocuk gelin, çocuk anne olan ve henüz 26 yaşındayken ölen kendi annesine adarken sıraladığı dizeler şöyle biter: Yaşamadan öldün… Anneler artık yaşamadan ölmeyecek… Böyle gelmiş, Ama böyle gitmeyecek!