'Böyle Gitmez haykırışımızın her yerden duyulmasını sağlayacağız'

'Evet belki canımız acıyor ama aslında büyük bir öfke birikiyor her birimizin içinde. İşçiler öfkesini haykırmalı, haykırmalıyız. Böyle gitmez demeliyiz.'

Haber Merkezi

Türkiye Komünist Partisi bu hafta başında bir bildirge yayımladı. Bildirge "Türkiye’de işçiler vardır" diyor ve varlıklarının ötesinde çok ağır çalışma ve yaşam koşulları içerisinde var olma mücadelesi verdiklerini vurguluyor. İşçilerin hayatının parçası haline getirilen iş cinayetlerine, iş hastalıklarına, ağır çalışma ve sömürü koşullarına karşı biriken öfkeye işaret ediyor. Bu bildirge ile eş zamanlı olarak Bizim Gazete de TKP Merkez Komitesi imzalı bir çağrıyı paylaştı. Çağrı şu sözlerle sonlanıyordu: “Bu ülkede işçiler var. Çalışıyor, sömürülüyor, hastalanıyor ve ölüyorlar. Bu gerçeği patronların yüzüne vuracağız, onların üstüne üstüne gideceğiz. Sömürücü sınıfların en büyük güvencesi küçük burjuva ideolojisini ‘işçi sınıfı gerçeği’ ile sarsacak, orta sınıfların huzurunu kaçıracağız. Emekçi halka güven ve umut verecek, öfkelenmenin kötü bir şey olmadığını hatırlatacağız. Partinin bütün örgütlerini, bütün faaliyet alanlarını içine alan bir çalışma başlatıyoruz... Haber üreteceğiz, mücadele konusu belirleyeceğiz, fotoğraflayacak, şarkı üretecek, belgesel çekeceğiz. Semt evlerimizin duvarlarında işçi sınıfı gerçekliği yer alacak. Bu gerçeğin üzerinin örtülmesine, işçi sınıfına yancılık ya da figüranlık yakıştıranlara izin vermeyeceğiz. Biz TKP’yiz. İşçi sınıfının aklı, vicdanı ve öfkesiyiz. Parti göreve çağırıyor.

TKP’nin yayımladığı bu bildirge ve yapılan çağrı hakkında TKP Merkez Komite üyeleri Alpaslan Savaş, Savaş Sarı ve Selahattin Kural, soL'un sorularını yanıtladı.

'Bu kanıksamaya karşı bir öfke'

- Bildirgenin başlığı ile başlayalım. “Bu ülkede işçiler var” vurgusu, neden böyle bir vurguya ve bu vurgunun bildirgenin başlığına çıkarılmasına ihtiyaç duyuldu?

- TKP MK üyesi Alpaslan Savaş: İşçiler bugün ağır koşullarda çalışıyor, geçinemiyor, iş cinayetlerinde ölüyor, sakatlanıyor, işsiz kalıyor, emekli olamıyor, olmayı başaran bağlanan aylıkla insan gibi yaşayamıyor. Bunlardan hangisi ülke siyasetinin temel konuları arasında? Yarın asgari ücret tespit komisyonu toplanacak, patronlarla hükümet, yanlarına aldıkları sendika bürokrasisi ile birkaç toplantıdan sonra yeni rakamı belirleyecek. Bu sırada ne işçiler temsil edilecek, ne talepleri gündeme gelecek. Başka bir iş cinayetine kadar Amasra’daki grizu patlaması unutulup gidecek. Yine ülkeyi yönetenler sorumlu olmayacak, ihmali olanlara dokunulmayacak, ahlanılacak vahlanılacak, sonra hiçbir şey olmamış gibi işçiler maden ocağına inmeye devam edecek.

İşçiler sessizce işlerine gitsin, işsiz kaldığında iş arasın, bulunca şükretsin, önüne konanla yetinsin, başına gelen kötü şeylere katlansın, kabullensin! Bunun tek koşulu işçi sınıfının siyasetten ekonomiye, eğitimden sanata her alandan dışlanabilmesidir. Bugün Türkiye’de olan tam olarak budur. İşçi sınıfı var, ülkenin üzerinde yükseldiği tüm zenginliği onlar yaratıyor fakat ülke onlar yokmuş gibi yönetiliyor. Daha ötesi işçilerin yaşam ve çalışma koşullarındaki tüm olumsuzluklar toplum tarafından kanıksanıyor.

Bizim “bu ülkede işçiler var” diye söze başlamamızın en önemli nedeni bu kanıksamaya karşı bir öfke aslında. Evet, Bu ülkede işçiler var, çalışıyor, sömürülüyor, hastalanıyor ve ölüyorlar. Bunlar toplumda kanıksama değil öfke yaratmalı. Bu sadece mücadelenin değil, insan olmanın da koşulu.

'Ölümü göze alarak çalışmak bir zorunluluk olarak da işçilere dayatılıyor'

- Bildirge Bartın’da madende yaşanan ve 42 maden işçisini kaybettiğimiz katliamı hatırlatan cümlelerle başlıyor ve iş cinayetlerinin nasıl da olağanlaştırıldığına işaret ediyor. İş cinayetlerinde karşı karşıya olduğumuz manzaraya ve patronların bu cinayetlere ilişkin genel yaklaşımına dair sizin yorumunuz nedir?

- TKP MK üyesi Savaş Sarı: Bildirgemizde de belirtiliyor, geçtiğimiz 2021 yılında sadece işçi servisleri ile işe gidiş gelişler esnasında yaşanan trafik kazalarında 342 kişi ölmüş. Çalışırken 254 işçi yüksekten düşmüş, 296 işçi ezilmiş, 74 işçiyi elektrik çarpmış, 56 işçi yanmış, 23 işçinin ise kolu ya da bacağı kopmuş. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi tarafından açıklanan verilere göre ise 2022 yılının ilk dokuz ayında iş cinayetlerinde ölen toplam işçi sayısı 1359. Günde 5 işçi ölmüş. Son beş yıl içinde ise toplam 11 binden fazla işçi çalışırken hayatını kaybetmiş. Bu rakamlar çok çarpıcı ve bir o kadar da can yakıcı. Ama bir yandan da bu rakamlar Türkiye’de iş cinayetlerinin ve işçi ölümlerinin her geçen gün nasıl da olağanlaştığının, kabul edilir hale geldiğinin bir göstergesi. İşçi ölümlerinin en yoğun yaşandığı sektörler tarım, inşaat ve taşımacılık. İmalat ve hizmet sektörlerinde yaşanan iş cinayetleri bu üç sektöre göre daha az ama hiç de küçümsenecek gibi değil. En son Amasra’da yaşanan katliam sonrasında gördük. Başta AKP’li Cumhurbaşkanı, konuşan her yetkili işin riskinden bahsediyor. Üstüne bir de madenciliğin kader planı olduğuna dair bir söz ettiler. Bu başka iş cinayetlerinde de böyle oluyor. Yetkililer, patron ya da patron temsilcileri çıkıyor ve işin doğasından kaynaklı risklerden söz ediyorlar. Bunun yetmediği durumda işçilerin cehaleti, dikkatsizlik ya da ihmalleri en çok ifade edilen oluyor. O da yetmediği durumda belli sorumluları feda etmeyi göze alıp ihmal diyorlar. Aslında onlar açısından her iş cinayeti yapılan işin kaçınılmaz maliyetlerinden biri olarak kabul ediliyor. O işin işçinin sağlığı ve işin güvenliğini daha fazla gözeterek yapılıp yapılmaması patronlar için maliyet ve kârlılığa dair bir tartışma ve kararın konusu. Çünkü onlar için kutsal olan yaşam hele de işçinin yaşamı hiç değil, onlar için kutsal olan kârları. O kârın eksilmemesi, artması her şeyden önemli. Amasra’daki madende havalandırmalar için gerekli bakım ve yatırımın yapılmamasının da, imalatta haftanın altı günü günde 11-12 saat çalıştırdığı bir işçinin yeterli dinlenecek zaman bulamadığı için yorgun ve dikkati dağınık halde yaptığı işin tehlikeli hale gelmesini göze almasının da arkasında hep o kâr hırsı var. Bu düzlükte ve acımasızlıkla bakıyorlar. O yüzden her işçi ölümü sonrasında topluma “üzülün ama sorgulamayın” diyorlar. İşçilerin yaşamını değersiz sayan bu acımasızlık kendini evet bir yandan kader ve benzeri dinsel tanımlarla topluma kabul ettirmeye çalışıyor. Ama sadece bu da değil. İşsizlik ve yoksulluğun toplumun üstüne çöktüğü bu düzende ölümü göze alarak çalışmak bir zorunluluk olarak da işçilere dayatılıyor.

- İşçi sınıfının durumuna dair de konuşmak lazım. Buradaki tablo genel olarak nasıl? Bu tablonun daha ağır olduğu sektör ve işlere dair örnekler var mı? Daha açık ifade edersek işçiler hangi koşullarda çalışıyor?

- Alpaslan Savaş: İşsizsen senin için yapılabilecek hiçbir şey yok! Öyle ya da böyle iş arayacak, çalışmanın yolunu bulacaksın. Bir başınasın. İş bulduysan şükredecek, güvence aramayacak, her an o işi kaybedebileceğini bilerek çalışacaksın. İşin varken sesini çıkarmadan çalışacak, günde 8 saat demeyeceksin. Emeklilik beklemeyecek, her yaşta çalışmanın yollarını arayacak ve bulacaksın!

İşçi sınıfının durumunu bildirgede böyle özetledik. Yüksek oranda ve uzun süreli işsizlik, esnek çalışma, uzun çalışma süreleri ve her yaşta çalışma zorunluluğu. Tüm sektörler için durum aşağı yukarı böyle. Çok ağır bir çalışma rejimi bu. “Güvencesizlik” diye adlandırılıyordu, artık bu tanım karşılamıyor. Biz “geleceksizlik” diyoruz.

Bu ağır sömürüyü sürdürebilmelerinin tek koşulu var, o da işçi sınıfının örgütsüzlüğünün devam etmesi. İşyerinde, sektörde, sendikada ve elbette siyasette örgütsüz kalacak ki patronların gemisi yürüsün.

'Acıdan çok öfkelendiren bir durum'

- Bildirge içersinde geçen bir ifade var: “işçiler çalışmak için yaşıyor” deniliyor. Çalışırken de ölüyor, sakatlanıyor veya hastalanıyorlar. Bu çok acı değil mi?

-Savaş Sarı: Acıdan çok öfkelendiren bir durum. Sanki insanlar bir tercihte bulunuyor ve kendi rızaları ile ve her tür riski bile isteye belli işlerde çalışıyor, sonucunda da ölüyor, sakatlanıyor ya da hastalanıyorlar. Sürekli eşitsizlik üreten bu düzen tam da bu arsızlık ve utanmazlık hali işte. Bütün zenginliklerin üzerine çöreklenmiş bir avuç asalak, ertesi günü getirebilmek için emek gücünü satmak zorunda olan milyonlara “bu işin riskini biliyordun, çalışmasaydın...” diyebiliyor. İşçiler yaşamak için çalışmak zorundalar. Ortada işçilerin keyfine kalan bir durum yok ki. Çalışmazsa geçinemeyecek belki evsiz, hatta aç kalacak işçi. Türkiye’de büyük bir işsizlik var. Yani çalışmak durumunda olan ama çalışamayan milyonlar var. Bu işsiz insanlar çoğu örnekte “bu iş riskli, bu işin meslek hastalığı riski çok...” falan demeden ne iş olsa yapmak zorunda kalıyor. Peki neden böyle? Nedeni açık değil mi? Bu düzen işçileri çalıştığı için yaşaması gereken canlılar olarak görüyor. Patronların gözünde işçiler ya da onların hayatı değil, el koydukları emekleri değerli olan.

Tekrar “Bu çok acı değil mi?” sorusuna gelceğim. Evet belki canımız acıyor ama aslında büyük bir öfke birikiyor her birimizin içinde. İşçiler öfkesini haykırmalı, haykırmalıyız. Böyle gitmez demeliyiz.

'Böyle Gitmez haykırışımızın her yerden duyulmasını sağlayacağız'

- Merkez Komite olarak yaptığınız çağrıya gelmek istiyorum. Çağrıda da değiniliyor ama bu bildirge ile birlikte nasıl bir çalışma yürütmeyi planlıyorsunuz? Ve bu çalışmanın amacı, bu çalışmadan beklentiniz ne olacak?

- TKP MK üyesi Selahattin Kural: TKP’nin bu çağrısı, işçi ölümlerinin, riskli ve kötü çalışma koşullarının ısrarla işçi sınıfının normali olarak gösterilmesine karşı güçlü bir çıkışı temsil ediyor. Patronların sürekli zenginliğini arttırmasının nedeni bu çalışma koşullarıdır. İşçiler daha çok çalışıyor patronlar kazanıyor. İş baskısı, işsizlik artıyor patronların zenginliği de artıyor. İş cinayeti sayıları artıyor patronların kârları da. Patronlar için işçiler ölüyor, tükeniyor, hastalanıyor. Öncelikle bu eşitsizliğin görülmeye ihtiyacı var. Ve bu eşitsizliğe karşı güçlü bir mücadele örülmesine. “Böyle gelmiş böyle gider” deniyor ısrarla. Bu söylemin nasıl oluştuğunu biliyoruz. İşçiler korktuğundan, çekindiğinden değil, yalnız kaldığından, örgütlü olmadığından bunu söylüyor. Bu çağrıyla bugün olumsuz çalışma yaşamının “normal”, işçi ölümlerinin “kader” olmadığını, arkasında patronların kasalarını daha fazla doldurma isteği olduğunu göstereceğiz. Kederlenmek bir fayda sağlamıyor, bağırıp çağırmalı öfkemizi haykırmalıyız. Daha fazlası da gerek, herkes bu düzeni değiştirmek için kolları sıvamalı. O yüzden böyle gitmez dedik.

Tüm bu başlıklara dair bir dizi çalışma planlıyoruz. Çalışma yaşamına, işçilerin kötü çalışma koşullarına bir ayna tutacağız. Çalışma yaşamını belgesel filmlerle, fotoğraf sergileriyle anlatacağız. İşçilerin kendi çektikleri ve çalışma koşullarını gösteren  fotoğrafları, TKP semt ve işçi evlerinde, kültür merkezlerinde sergileyeceğiz. İşçi toplantılarına başladık. “İşçiler anlatıyor forumlarıyla” olumsuz çalışma koşullarını işçiler anlatacak, bunlara karşı birlikte nasıl mücadele edeceğimizi konuşacağız. Patronların Ensesindeyiz Ağı işyerlerinde, iş cinayetlerinin, riskli çalışma koşullarının, iş kazalarına davetiye çıkaran çalışma koşullarının teşhir edilmesi için bir çağrı yapacak. Kısaca “Böyle Gitmez” haykırışımızın her yerden duyulmasını sağlayacağız.

'Yeter ki bu çalışma koşullarını kabul etmeyip örgütlenelim'

- Son olarak da şunu sormak gerekiyor sanırım. İş cinayetlerinin, ağır ve sağlıksız çalışma koşullarının ortadan kalkması ne kadar mümkün? Tüm işleri ve sektörleri göz önünde bulundurarak değerlendirirsek bu mümkün olabilir mi?

- Selahattin Kural: Elbette mümkün. Bugünkü bilimsel ve teknolojik gelişmeler iş cinayetlerinin sıfırlanması için yeterli olmakla birlikte sürekli gelişmeye devam ediyor. Ancak bütün bu gelişimler bugün işçilerin ölümünü, sağlıksız koşullarda çalışmasını, çalışırken hastalıklar kapmasını engelleyemiyor. Çünkü bugün öncelik işçinin yaşamı değil, patronların kâr elde etmesidir. Öncelik budur. Her işyerinde “önce iş güvenliği” diye tabela asarlar ama o tabela tamamen göstermeliktir. Pek çok işyerinde o tabelayı okuyan işçi mesaisinin 15. saatinde oluyor. İş kazalarının ve iş cinayetlerinin temelinde işçilerin uzun saatler çalışması yer alıyor. Yorgun, uykusuz, halsiz kalarak çalışmak iş cinayetlerine davetiye çıkarıyor. İşyerinde çalışma güvenliği sağlanmadan işe başlamak yer alıyor. Madende, tersanede, tekstil sektöründe kimyasal tehlikelerin olduğu sektörlerde işçiler meslek hastalıklarından erken yaşta hayatını kaybediyor. Bu sektörlerde erken yaşta emekli olmak, çalışma saatlerinin 4,5 saatlere çekilmesini sağlamak gerekiyor. Ofislerde çalışan emekçiler mobbing ve baskıdan dolayı rahatsızlıklar yaşıyor, uzun süre işsiz kalanlar tükeniyor. Tüm bu başlıklara neden olan emeği ucuza sömürmek, işçi yaşamını yok saymak, her şeye kâr gözüyle bakmaktır. Bu mantığın tamamen değişmesi gerekiyor. Bu da patronların olmadığı bir düzenle mümkün. İşyerlerindeki sorunların kanıksanmamasıyla mümkün. İşyerlerinde ölümün kader olmadığını, sömürü düzeninin sonlanmasıyla işçi ölümlerinin durabileceğini biliyoruz. Geçmişte yaptık, bu sefer daha iyisini yaparız. Yeter ki bu çalışma koşullarını kabul etmeyip örgütlenelim.