Bugün İran’da bir yanda rejimin karanlığı, zorbalığı devam ediyor, diğer yandan da Satrapi’nin kitabındaki aydın, ilerici, laik İran halkının direnişi de devam ediyor. 

Persepolis, yeniden…

İranlı kadın sanatçı Marjane Satrapi’nin Persepolis adlı çizgi romanını ilk kez 2008 yılında okumuştum. Yine aynı sanatçının senaryosunu yazıp, grafiklerini çizip yönettiği Persepolis grafik animasyon filmini de sanırım ilk o yıl izledim. İkisinden de, ama daha fazla kitaptan, çok etkilendiğimi, günlerce kafamda bölümleri, sahneleri döndürüp durduğumu hatırlıyorum.

Şimdi bu yıl bir daha, Persepolis ile ilk tanışmamın üzerinden on dört yıl geçtikten sonra bir kez daha okudum, izledim. Yine çok etkilendim. Üstelik sanki, başını sonunu, konusunu hiç bilmiyormuş gibi, yepyeni duygular ve düşüncelerle etkilendim.

2008’de, kitabı bana bir arkadaşım hediye etmişti, kapağında notu var: “Yılbaşı öncesi, Beyoğlu…”. Bu yıl yine, yılın son günlerinde yeniden okumaya başlarken önce bu not çarptı gözüme. 2008 Türkiyesi, İstanbul’u, Beyoğlu’su, İstiklal caddesi, Taksim’i… Herşey o kadar farklı o kadar uzak ve o kadar yabancı ki bugünkü karşılıklarına. Sadece onlar da değil, kitabın kahramanları da, İran halkı da, İran da, tüm bu coğrafya da bambaşka bugün.

İlk okuduğumda da, hem kendimden hem Türkiye’den çok şey bulmuştum, bugün de buldum. İşte onlar bile ondört yıl öncesinden çok başka.

Kitap ve filmin senaryosu Satrapi’nin kendi yaşam öyküsünü içeriyor. Öncesi ve sonrasıyla İran devrimi; Şah rejiminin yıkılışı; İranlı devrimcilerin, komünist liderlerin uğradığı ihanet; molla rejiminin adım adım kuruluşu; yıllarca zorla sürdürülen İran-Irak savaşı; anti-komünist şiddetin getirdiği iç savaş; şeriat hukukunun karanlığı; dinci gericiliğin zorbalığı, bir çocuğun 10’lu yaşlardaki dilinden, gözleminden, aklından aktarılıyor.

Marjene Satrapi ile benzer yaştayız, öyküsünü aktardığı yılları, o günlerin dünyasını, Türkiyesi'ni ben de aynı yaşlarımda geçirdim, benzer algılarla, benzer duygularla gözlemledim. O yüzden ilk okumamda, önce kendi 10’lu yaşlarım canlandı kafamda, Türkiye’de 12 Eylül karanlığının günlerine benzettim bazı öyküleri, detayları. Yani sonuçta geçmiş günler geliyordu önce aklıma.
 
Bu yıl okurken ise, daha çok, hatta hep, bugünü düşündüm, gördüm, hissettim. 2022 yılını kapatırken, Satrapi’nin öyküsünün kırk yıl geçtikten sonra da neredeyse kaldığı yerden devam ettiğini gördüm. Bugün İran’da bir yanda rejimin karanlığı, zorbalığı devam ediyor, diğer yandan da Satrapi’nin kitabındaki aydın, ilerici, laik İran halkının direnişi de devam ediyor. 

Öyküdeki kadınlar: etrafındaki eşitsizliklere isyan eden küçük Marji, gericiliğin karanlığında kızının geleceğini kendi ışığıyla aydınlatan anne Taji, oğlunu rejimin sürdürülebilmesi için sürekli kışkırtılan savaşta zorbalara kurban veren Nesrin hanım, pusuya düşürülüp yakalanan ve kurşuna dizilen komünist Nilüfer, tüm şiddete ve zorbalığa karşı sokakta eşitlik, özgürlük ve laiklik için direnen kadınlar. Hepsi, bugün de ayaktalar.

Bize gelince. Bundan ondört yıl önce Persepolis’te ülkemdeki geçmiş karanlığı görmüş, gelmekte olanı sezip, huzursuzlanmıştım. Bugün ise, kitabın hemen tümünde ülkenin bugününü gördüm. Türkiye’de gelecekleri yok edilen çocukları, bedenlerine, kahkahalarına, akıllarına, yaşamlarına el konulan kadınları gördüm.

Öte yandan, Türkiye’de de bugün, mücadeleyi bırakmayan, bilim için, aydınlanma için, laik, eşit, özgür ve bağımsız bir ülke için ayakta olanları, boyun eğmeleri de buldum kitapta.

Satrapi’nin estetik bir kalemi, etkileyici bir dili, çarpıcı bir zekası ve aydınlık hissettiren bir mizahı var. Kitabı okumanızı, filmi izlemenizi isterim. Daha önce okuduysanız, izlediyseniz bile bugün bir kez daha elinize aldığınızda yeni şeyler bulacağınızdan eminim.