Otoriter rejimin ekonomik dayanakları çürük

Türkiye’de, İstanbul’da, Ankara’da 1 Mayıs’ı kutlamak ve yaşamak…Bir yandan dayanışmanın pekiştiğini duyumsamak ve coşkuya kendini bırakmak, diğer yandan egemenlerin devlet gücünü kullanarak ne denli çekindiğine ve ortamı gerdiğine tanıklık etmek.

Ankara’da toplanma alanı olarak belirlenen Tren Garına doğru yola koyulmak kolay ancak alana ulaşmak için çok sayıda polis barikatını aşmak gerekiyor. Bir Ankara klasiğini daha yaşıyoruz. Belirli yollar trafiğe kapalı, Tandoğan metro istasyonu da kapatılmış. Eve döndükten sonra polisin gazlı müdahalesini ve gözaltıları internetten izliyorum, daha sonra eşimin de gazdan nasibini aldığını da…

Anlattıklarımda yeni bir şey yok, Üstelik Gezi direniş sürecinde yaşananların yanında “bu da bir şey mi dersiniz” ve haklısınız. Ancak sabah saatlerinde Ankara’daki görünüm dışarıdan bakan birisi için çok şaşırtıcı hatta ürkütücü olabilir her yerde tam teçhizatlı resmi üniformalılar ve siviller dizilmiş bekliyor. Yoldan geçen bir kişinin yüksek sesle dile getirdiği tepki işin özeti: “Bayram kutlamaya gidiyoruz ama sanki iç savaş var, bu ne işgüzarlık!”

Aslında işgüzarlık değil korku ve gözdağı! Birkaç haftadır mercek altına aldığımız sorunun yanıtına ilişkin şifreyi büyük ölçüde veriyor. Otoriter rejim inşasında ekonomik temeller kaygan hatta çürük. Öyle çok sağlam sosyal bir temel de yok, bütün tasarımlara ve ayarlamalara karşın siyasal desteğin de güçlü olduğu söylenemez. Bu sağlam olmayan temellere karşın devlet eliyle güç kullanılması, korku salma ve gözdağı vermeyle yeni bir rejim inşa edilebilir mi?

Öncelikle belirtmek gerekiyor yeni bir rejim inşa etmeye soyunanların dayandığı güçlü bir sanayi burjuvazisi mevcut değil. Önemli katma değer yaratan bir imalat sanayi sektörü ortada gözükmüyor. En büyük on ihracatçı sektörün yarısından çoğu ithalata bağımlılık nedeniyle sattığından daha fazlasını ithal ediyor, net ihracat yapmıyor. Net ihracat yapanların da döviz cinsinden kazancı fazla değil. Katma değer yaratan ve dış girdilere göbekten bağımlı olmayan bir yapı sanayi dokusu oluşturulmamış. Sıradan teknoloji kullanarak standart ürün üretmek yerine ileri teknoloji yoğun ürünlere odaklanan, yenilenme (inovasyon) odaklı ve istihdam yaratan bir sanayi sektörü mevcut olmadığı dikkate alındığında sanayi burjuvazisinin de konumu ve gücü ortaya çıkıyor.

Son yıllarda büyük burjuva kategorisine giren, çok para kazanan gruba göz atmak yeterli olacaktır. Hangi kaynaklardan ve/veya faaliyetlerden büyük kazanç sağlanmıştır?

Özelleştirmeler ve devlet patrimuvanının/kamu mallarının yok pahasına elden çıkarılması ve kentsel rant ilk akla gelen kazanç kaynaklarını oluşturmaktadır. Bu sorunsal, burjuva devletinde “böyle şeyler olur” deyip geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Devlet mülkiyetinde bulunan sınai, enerji ve diğer sektörlerdeki kuruluşların ve kamu mallarının ediniminde emekçiler, kısacası toplum maliyeti üstlenmişti. Bu kuruluşları bir “hayırsever” bağışlamadı! Fabrikaların, tesislerin ve kamu mallarının parasal ve toplumsal maliyetini üstlenen, bedelini ödeyen emekçilerin aleyhine uygulanan politikalardan kazanç sağlayanlar mı güçlü burjuvaziyi oluşturmak tadır?

Devletin giriştiği büyük hacimli kamu yatırımlarından nemalananları da unutmamak gerekiyor. Devlet yatırımlarının niteliği yol göstericidir. Yatırımlar müteahhitlik hizmetleriyle ilgilidir. Yol, köprü, resmi binalar, kentsel dönüşüm projeleri, gereksiz belediye inşaatları vb., listeyi uzatmak kolay gözüküyor. Mevcut durumda İstanbul’da üçüncü boğaz köprüsü, yeni havalimanı ve “prf. zihni sinir” projesi olan “Kanal İstanbul”un dudak uçuklatıcı kentsel rant doğurduğu ve işe soyunan müteahhit firmalara kazanç kapısını açtığını dikkate almak gerekiyor. Aslında bu tasarım ve girişimler “kamu projesi” olarak bile nitelendirilemez çünkü sonuçta özelleştirmeye tabidir. Sözde kamu projeleri gerek harcama gerekse tamamlanma sonrasındaki işletim aşamasında özel firmalara ve iktidar partisinin destekçilerine kazanç kapısı olacaktır. Eksiği olan ancak fazlası olmayan çıkardığımız bilanço iktidarın yarattığı ve dayandığı burjuvazinin önemli bir kesitini ortaya koymaktadır.

Bu arada unutulmaması gerekli çok önemli nokta da “kamusal faaliyetler” ile deyim yerindeyse “çifte kavrulmuş” kazanç sağlayanların dışarıdan alacakları borçların da hazine tarafından üstlenilmesidir. Bu düzenleme ise başlı başına birkaç yazı konusudur.

Devlet inşaatlarından, taahhüt işlerinden, kentsel ranttan, özelleştirmeden, kamu varlık satışından ve dış kaynaklı spekülatif sermayeden kazanç sağlayan türedi burjuva sınıfı yeni rejimin dayanağı olabilir mi? Böylesine temelleri zayıf bir burjuvaziye dayanılarak yeni bir rejim inşa edilebilir mi? Acaba bu sınıf için “yeni lümpen (büyük) burjuvazi” sıfatını kullanılırsam kavramları çok mu zorlamış olurum?

İster türedi ister lümpen diyelim burjuvazinin devlete sırtını dayayarak güçlendiği dikkate alındığında, iktidarın dayandığı ekonomik temellerin zafiyeti ortaya çıkmaktadır. Üniversitede iktisada giriş dersinin başlangıcında çok iyi bilinen bir ilkeden hareket edilir: “kaynaklar sınırlıdır”, rant için tahsis edilecek kaynakların da sonu vardır.

Not. 1 Mayıs yeniden anımsatmak açısından önemlidir: Kaybedilen tüm gençlerin, Ethem’in, Ali İsmail’in, henüz çocuk yaştaki Berkin Elvan’ın katilleri nerede?