Sömürü ve ‘kana bulanmış’ kapitalizm

Soma’daki toplu katliamla birlikte ilkel ve/veya vahşi kapitalizmin kar ve sömürü düzeni, sonrasında ise baskı, tahrifat ve yalan ile donanmış yüzü gözler önüne seriliyor. Her geçen gün sömürünün ayrıntıları ortaya dökülürken, tahrifat çabasının da sırları dökülüyor.

Başbakan Soma’ya ilişkin yaptığı açıklamada İngiltere ve ABD’deki geçmiş yüzyıllarda yaşanan kömür ocaklarındaki kazaları sıralıyor. Evet, bu ülkelerde geçmişteki ilkel sermaye birikimi koşullarında kazalar katliam boyutundadır ve kurtulan işçiler de sefalet koşulları altında genç yaşta yaşamlarını yitirmektedir. Marx dev yapıtı Kapital’de sermaye birikimi yasasının geçerliliğini 1846-1866 İngiltere’sinden örneklerle açıklarken kömür ocaklarındaki işçilerin durumunu somut olarak inceler. İşçilerin sefalet koşullarını ve hastalıklarını bizzat doktor raporlarına dayandırarak gözler önüne serer (Le Capital, Editions Sociales, 1973, 1. Kitap, Cilt:III, Bölüm: XXV). Engels İngiltere’de işçi sınıfının, bağlantılı olarak madenlerde ve kömür ocaklarında çalışanların sefalet koşullarını tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Bu dönemde çocukların kömür ocaklarında çalıştırıldıkları belgelerle kanıtlanmış iyi bilinen tarihsel bir gerçektir. İş kazalarından yaşamını yitirmeyenler genç yaşta verem ve astımdan yaşamlarını yitirmektedir (La Situation de la Classe Laborieuse en Angleterre, Editions Sociales, 1975, ss.298-318). Ayrıntılı bilgi Marx ve Engels’in yapıtlarında yer almaktadır.

Kapitalizmin karı ençoklaştırma doğrultusunda metaya indirgenen emeğe en yoğun sömürüyü uyguladığı biliniyor. Bu ilke günümüz sermaye birikimi süreci ve koşullarında yeni boyutlarıyla sürdürülmektedir. Özellikle maden ocakları, tersaneler, inşaat, vb, sektörlerde sömürü en yüksek düzeye çekiliyor, artı değer giderek büyüyor ve kar oranı katlanıyor. Kayıtdışı çalıştırılanlarda sömürünün yoğunluğu en üst düzeye çıkıyor. Kapitalizmin kuralı bu daha çok sermaye biriktirmek ve kar oranının aşağı inmesine izin vermemek ... Marx’ın ortaya koyduğu kuram ve kurallar bu dönemde de aynen geçerliliğini koruyor. Marx 2008-2009 küresel finans kriziyle tekrar geri dönmüyor, kapitalizm hüküm sürdükçe Marx güncellğini koruyor.

Günümüzde “ince ayar”lı sömürünün yanısıra ilkel/vahşi kapitalizm koşullarının ve kaba sömürü mekanizmasının merkezi oluşturan ekonomilerde uygulandığı biliniyor. Güvencesiz iş koşullarında çalışan göçmen işçilerin özellikle kaba sömürünün hedefi olduğu izleniyor. Kapitalist üretim zincirlerinin küresel boyutlara ulaşmasıyla birlikte daha ucuza maliyet ve yüksek kar peşinde koşan çok uluslu ve/veya ulusötesi şirketler ile bunların yerel taşeronları sömürünün yoğunluğunu artırıyorlar. Kısacası vahşi kapitalizmin çarkları azgelişmiş ve günümüzün moda deyişiyle – Türkiye’nin de yer aldığı - “yükselen ekonomiler”e doğru gidildikçe daha hızlı dönüyor. İlkel sermaye birikim koşullarının maden ocakları ve inşaat başta olmak üzere birçok sektörde yoğunlaştığı çok iyi biliniyor. Bu noktada Alain Lipietz’in kullandığı “gaddar” veya “zalim” hatta “kana bulanmış Taylorizm” (bloody Taylorism) olarak dilimize çevirebileceğimiz teriminin”kana bulanmış kapitalizm” olarak kullanmanın hiçbir sakıncası olmadığını düşünüyorum. Çünkü Taylorizm imalat sanayiinde çalışan işçinin verimliliğini artırmak için iş sürecinin düzenlenmesi olarak tanımlanabilir. Evet Türkiye gibi ülkelerde, daha fazla üretim, daha düşük maliyet, en yüksek kar amaçlanırken sosyal haklar tasfiye ediliyor ve iş güvenliği umursanmıyor. Marx’ın vurguladığı üzere yedek sanayi ordusu hazırken ve potansiyel kaynağı beslemek için dini motiflerle bezenmiş ideolojik propaganda yoğunlaşırken vahşi kapitalizmin çarkları dönmeye devam ediyor.

Tekrar başbakan’ın açıklamasına dönelim ve daha dikkatlice gözden geçirelim. Gelişmiş ülkelerdeki İlkel ve/veya vahşi kapitalizm dönemi örnekleri verilirken, zımnen veya açıkça, Türkiye’de bu koşulların geçerli olduğu kabul ediliyor ülkemizdeki maden ocaklarında yoğun sömürü, ölümcül çalışma koşulları ve devlet ile taşeron şirketin sorumluluğu ortaya saçılıyor. Bunun ardında da özelleştirme, kuralsızlaştırma ve taşeronlaşmanın olduğu görülüyor. Bu yalın gerçek ülke kamuoyununun yanısıra dünya kamuoyuna açıklanıyor. Bu bir itiraftır!

Marx ve Engels’in 19. yüzyılın ortalarında İngiltere için çizdiği tabloyu günümüz Türkiye’sinde buluyoruz.