Ekonomik büyümeye odaklanılmalıymış: Emriniz olur!

Bu satırlar yazılırken seçim sonuçları konusunda belirsizlik sürüyor Ankara başta olmak üzere birçok kentte “kediler” yüzünden oy sayımı veya kaydında usulsüzlük yapıldığı yönündeki sav ve duyumlar katlanarak artıyor. Seçimlerdeki usulsüzlük son yıllarda giderek çoğalıyor, kronikleşiyor ve skandal boyutuna ulaşıyor. Anımsayalım Bir önceki (2009) yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’da galiba gene yaramaz kediler işbaşındaydı. Çankaya’da uzun süre elektrikten yoksun kalmıştık. Bu denli yolsuzluk ve rüşvete batmış bir ülkede seçimlerdeki usulsüzlük şaşırtıcı olmaktan çıkıyor! Toplumun bir bölümü giderek duyarsızlaşıyor.

Seçim sonuçlarına ilişkin tartışma giderek yoğunlaşırken, iktidar olmanın sağladığı güçten ve avantajdan kolayca vazgeçilemeyeceği bir kez daha kanıtlanıyor. Oysa demokrasilerde seçmen oyuyla merkezi ve yerel yönetimlerin belirlendiği daha ilköğretim döneminde öğretilir. Üstelik genel ve yerel seçimlerin demokrasinin vazgeçilmez özelliği olduğu vurgulanır. Aslında demokrasinin tek ölçütü seçimler değildir. Her düzeyde karar alma sürecine katılım ve temsil edilme, düşünceyi özgürce açıklama ve örgütlenerek siyasi platforma aktarabilme, toplantı, gösteri gibi eylemlerle siyasi ve sosyal tavrı ortaya koyabilmenin siyasi katılımın gereği olduğu iyi biliniyor. Ancak demokrasinin salt “sandık ve oy kullanmaya” indirgendiği rejimlerde geriye kalan ayrıntıdır… Bir biçimde sonuçlar alınır, işler kılıfına uydurulur, demokrasinin gerekleri böylece yerine getirilir sen sağ ben selamet… Türkiye’de olduğu gibi…

Demokrasi sınavı böylece verildikten sonra artık ekonomiye odaklanmak gerektiği vurgulanıyor. Sermayedar sınıfı gerilimin bir an önce sona ermesini, geçmiş tartışmaların bir yana bırakılmasını ve Türkiye’nin yeniden büyümeye ve ekonomiye odaklanmasını bekliyor ve diliyor.

Yolsuzluk ve rüşvet savlarının toplumu aylardır şiddetle çalkaladığı, akabinde hükümet tarafından çok boyutlu ve geniş kapsamlı operasyonların yapıldığı, seçimlerden sonra başbakanın “balkon konuşması”nda farklı çevrelere açıkça gözdağı verdiği, hatta bunun ötesinde hadlerinin bildirileceğini açıkça vurguladığı bir ortamda gerilimin nasıl son bulacağını iş dünyası açıklasa da, öğrensek!

Ekonomiye ve büyümeye odaklanma gereği, mevcut model ve iktisat politikalarıyla yola devam anlamına gelmiyor mu? Hastalıklı ekonomik yapıda değişiklik yapılmadan aynı model ile yola devam edilmek isteniyor? Bu yolda Türkiye’ye akan spekülatif sermayeye sahip olan ve yönlendirenler, reel sektörde ve banka/finans sektöründe mevcut kamu ve özel kuruluşları satın alanlar ve yerli ortaklar/aracılar yıllardır büyük kar elde ettiler.

Mevcut model ve politikalar AVM ve rant ekonomisinden kimilerinin çok para kazanmasını sağladı, orta katmanlar, bağlantılı olarak alt-orta gelir grubunda yer alanlar sanal bir büyüme ve refah artışına karşılık yakın gelecekte ödenecek bedelin ağır olacağını görmeden yaşamlarını sürdürdü. Alt gelir grubu, verimlilikten uzak, kaynak tüketici, toplumu borçlandıran politikanın nimetlerinden yararlanmamakla birlikte, iktidar partisine oy olarak geri dönecek sadaka usulü gelir aktarımı ve ayni yardımla ayakta tutuldu.

Hangi ekonomik büyümeye odaklanılacak? Dışarıdan gelen sermayeye bağımlı, özel tüketime ve kamudaki inşaat faaliyetlerine dayalı büyüme patikasında yol alınmaya çalışılırken, 65 milyar dolara yaklaşan kaçınılmaz cari açık yüksek düzeyde seyrini sürdürüyor ve dış borç stoku 2013 yılı sonunda bir yıl öncesine göre 50 milyar dolar daha artarak 388 milyar doları aşıyor. Toplam olarak 267 milyar doların üzerine çıkan özel kesim borcunun 110,7 milyar dolarının kısa vadeli olması dikkat çekiyor. Merkez Bankası Ocak 2014 tarihi itibariyle bir yıl içinde ödenmesi gerekli toplam dış borç tutarının 162,8 milyar dolar olduğunu belirtiyor. Borç çevrilebilir ancak bu döngü daha fazla borçlanma ve dış piyasalara bağımlık ve kırılganlık anlamına gelir.

2013 yılına ilişkin büyüme, ödemeler bilançosu ve dış borç istatistikleri birbirini tamamlıyor, bütünleşiyor. Kaynak tüketen, borçlandıran, sanayinin katma değer üretimini kısıtlayan, işsizliği yüksek düzeyde tutan model ve politikaların nemalandırdığı rantçı çevrelerin yanı sıra alt-orta gelir grubu yapay ve görüntüsel refah artışına, en alt gelir grubu da sadakaya sıkı sıkıya sarılıyor ve oylarıyla sadakatlerini gösteriyor.

Oy ve sadakat ekonominin gidişatını etkiledi mi? Piyasalar, her zaman olduğu gibi bu sefer de “seçimi satın almadı mı”? Dolar değer yitirip 1,14 düzeyine inmedi mi? Acaba yanılıyor muyum? Her şey iyiye mi gidiyor? Geçen hafta kullandığım “kriz kapıyı çalıyor” başlığı bir yanılgıyı mı işaret ediyor? Ekonomide Polyannacılığın sona erdiğine ilişkin değerlendirme bir yanılgı mı?

Hayır, kriz kapıda ama bekleyebilir. Ne zamana kadar? Bu sorunun yanıtını versem herhalde yeni kriz kahini olurdum!

Soru: Tüm gençlerin, Ethem’in, Ali İsmail’in ve daha bir çocuk olan BERKİN’in katilleri nerede? Yazdığım sürece bu soruyu belirli aralıklarla sormaya devam edeceğim.