Otoriter rejim ve ekonomik temeller

Yerel seçim sonuçlarına ilişkin tartışmalar, itirazlar ve YSK’ya başvurular sürüyor. Seçim sonuçları birçok yönden irdelenebilir ve sonuçları belirleyen etkenler mercek altına alınabilir. Siyasi partilerin değerlendirmeleri bir yana akademisyenlerin resmi olmayan rakamlara ilişkin verileri elekten geçirerek yaptığı ilk analizler, sürekli iktidar partisi adayları lehine işleyen geçersiz oy yığılmalarının rastlantısal olamayacağını ortaya koyuyor. Ben de bu görüşü paylaşıyorum. Biraz istatistikle haşır neşir olanlar bu kadar rastlantının olasılıklar hesabına da uygun düşmeyeceğini çok iyi bilir.

Oy kullanımı, sayım süreci, tutanak düzenlemesinde ortaya saçılan sahtecilik suçlamalarının ötesinde somut kanıtlar ortaya çıktı. Türkiye’de hilesiz hurdasız oy kullanımı ve sayımı ile kayda geçirme işleminin dolayısıyla güven ortamının sağlanmasının seçimlere ilişkin en önemli sorunsal ve sorun olduğu görülüyor. Bu açıdan kısa bir not düşmek istiyorum. Geçtiğimiz Cumartesi günü Ankara’da davetli olarak katıldığım ve sunum yaptığım, Sosyal Demokrasi Derneği’nden Liberal Düşünce Topluluğu’na, Devrimci 78’liler Federasyonu’ndan Mazlum-Der’e uzanan bir yelpazede yer alan 23 sivil toplum kuruluşunun temsil edildiği seçim değerlendirmesi toplantısında “seçim sonrası oy sayımlarında ciddi oranda şaibe bulunduğu” konusunda uzlaşıldı. Ayrıca iktidar partisinin ortalığa saçılan yolsuzluklara karşın seçimlerde “başarılı” olmasının ardında uygulanan kutuplaştırma siyasetinin bulunduğu ve iktidar partisinin karşısında alternatif siyaset üreten ciddi bir muhalefetin olmadığı düşüncesi sivil toplum örgütlerinin temsilcileri tarafından paylaşıldı.

Başta başbakan olmak üzere bazı bakanlar ve AKP yöneticileri seçim başarısını ilan ettikten sonra, iktidar zaman geçirmeksizin Gezi süreciyle birlikte sürüklendiği ve 17 Aralık’tan itibaren iyice bocaladığı ortam ve koşullardan kurtulma doğrultusunda hızla harekete geçti. Seçim sürecinde açıkça sergilenen ancak seçim ertesine ertelenen yeni baskıcı önlem paketlerini hızla açmaya koyuldu. Sürekli gündemde tutulan twitter, youtube yasakları, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararına rağmen punduna getirilip yerel mahkeme(ler) aracılığıyla ve TİB’e verilen yetkiyle bir biçimde uygulanıyor. Ancak twitter, youtube derken bir hedefin de AYM olduğu görülüyor. Üstelik hükümet-AKP inisiyatifiyle üye sayısı değiştirilen ve hükümetin belirlediği yeni üyelerin çoğunluğu oluşturduğu ve başkanının aşırı muhafazakar kişiliğini sürekli sergilediği AYM’ye müdahale edileceği ayan beyan vurgulanıyor. Aynı senaryonun bir süre önce Hükümet ve AKP tarafından yakın geçmişte yeniden yapılandırılmış olan HSYK için yazıldığını ve uygulandığını biliyoruz. Otoriter devlete ve rejime yönelmenin ötesinde bu sürece son düğümün atılmasına yaklaşıldığını söylemek için kahin olmaya gerek olmadığını da biliyoruz. Bu doğrultudaki düzenlemeler kapsamında Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanan olan MİT yasasında değişiklik yapılmasına ilişkin yasa tasarısı demokratik kazanımların tasfiyesinde çok önemli bir adımdır ve çok vahim, ağır sonuçlara yol açması kaçınılmaz gözükmektedir.

Atılan adımlar iktidarın hızla otoriterleşmeye yöneldiğini sergiliyor. Pekiyi, bunun için uygun koşullar var mı? Uluslararası konjonktür, bölgedeki ve ülkedeki siyasi koşullar ve sosyal–sınıfsal yapının yanısıra ekonomik-finansal koşullar ne kadar elverişli?

Sorulan soru çekici, çok boyutlu ve iddialı olduğu kadar da riskli. Analizi bir yazıyla sınırlandırmanın güçlüğü ortadadır. Bununla birlikte bazı ipuçlarını yakalamak olanaklı gözüküyor. Öncelikle belirtmekte yarar var sosyal-sınıfsal yapı ekonomideki koşullar ile doğrudan bağlantılıdır. Bu bağlantıyı unutmaksızın şimdilik konuya yalnızca adım atmakla yetinip, daha sonraki yazılarda irdelemeyi sürdüreceğiz.

Öncelikle belirmekte yarar var Türkiye’nin yer aldığı coğrafyadaki siyasi konjonktür ulusal sınırlar içinde baskı rejimlerinin sürdürülmesini kolaylaştırıcı gözükmemektedir.

Her ne kadar AKP yerel seçimlerde beşte ikinin biraz üzerinde bir destek bulmuş olsa da on bir yıllık bir yükseliş ve iktidarın ardından elde edilen sonucu tersinden de okumak ve “başarı”yı sorgulamak gerekiyor.

Dikkate alınması gerekli diğer etken ise iktidarın dayandığı ekonomik-finansal güçtür. Yükselen (piyasa) ekonomileri olarak adlandırılan grubun gözdeleri arasında olduğu belirtilerek gaz verilen Türkiye’nin çoktan en kırılgan beş ekonomi listesinin üst sırasında yer aldığını bir kez daha vurgulayalım. Yeni teknolojik yeniliklere uyum sağlamayan, büyük doğal kaynaklara sahip olmayıp enerji bağımlısı olan, dışarıdan gelen sermeyenin insafına kalan bir ekonomik yapıya dayanarak otoriter rejim kurulabilir mi? Bu yolda ne kadar ilerlenebilir? Üstelik “stratejik derinlik” projesinin yerle bir olduğu, buruşturularak sepete atıldığı koşullarda…