Bavulun saklayamadıkları

Bol tacizli, tecavüzlü 2017’nin son ayında, epey meşgul olduk Bavul dergisi ve yıla hakkını veren bir gündemle. Bilmeyenler için şöyle özetleyelim olayı; yurtdışında kadınların "ben de..." diyerek başlarından geçen taciz olaylarını anlatma akımına, bizden bir kadın yazar da erkeklerin ağzından taciz öykülerini aktardığı bir yazı ile destek olmak istemiş. Bavul dergisinde çıkan bu yazının özellikle ilk paragrafında, bir çocuğu taciz eden erkeğin itirafı pornografik bir dille aktarılıyor. Çoğumuz bir okurun yazıyı ve dergiyi eleştiren tweet’i sayesinde haberdar olduk durumdan. Sonrasında derginin verdiği yanıt, takipçilerden gelen tonu giderek yükselen öfkeli mesajlar, derginin ve yazarın işi daha da batıran açıklamaları falan filan.

Ne yazarın ne de derginin açıklamaları kimseyi tatmin etmedi ki onların da zaten böyle bir kaygısı var gibi görünmüyordu. Mesele sadece bir yazarın kötü niyetli olmayan ancak amacını aşan bir yazıyı kaleme alması mıydı peki? Öyle olmadığı açık ama ne oldu da taciz gibi hassas bir alanda “muhalif” görünümlü bir dergi böyle bir tartışmaya kapı araladı?

Yazıyı okumaya başladığınızda birkaç satır ilerleyebiliyor, bir süre orada takılıyor ve yazının geri kalanını okumayı bırakıyorsunuz. Zorlanarak yazıyı bitirdiğinizde ise bir yazar neden bunu yazar, yazsa bile bu böyle mi yazılır, bu yazı neye hizmet eder gibi sorular zihninizde dolanmakta oluyor. Tam bu sıralarda düştü aklıma Emrah Serbes. Sonunda T olmayan. Üç kişinin ölümüne sebep olma sürecinde kameralara yansıyan görüntüleri. İtirafından tutuklanma anına kadar her aşamada hâlâ piyasaya oynuyor oluşu. Dergide yazmasa da yanılmıyorsam işin mutfağında adı geçiyordu. Emrah Serbesgiller, yeni akım edebiyat dergileri, yozlaşma, yüzeyselleşme.

Özellikle üniversiteli gençlere, beyaz yakalılara hitap eden ve “farklı” olma haliyle öne çıkan edebiyat dergilerinin öteki yüzünün görünür olması açısından da önemliydi bu olay. Sokak analizleri, kaybedenlere uzanan elleri, sola kıyısından bulaşma halleri ve popüler isimleri barındırmaları ise “farklılığın” bileşenleri. Bu temas noktaları, içinde isyan barındıran pek çok kişiye elbette çekici geliyor. Kapitalizmin dayattığı yalnızlıktan yapay ve kısa süreli de olsa kurtulma fırsatı sunuyor. Kendinden bir şeyler bulma ve birileriyle bunu bir şekilde paylaşıyor olma haline duyduğumuz ihtiyacı karşılıyor. İşin en kötü yanı ise bu çok anlaşılabilir insani ihtiyaçların bilinçli olarak kötüye kullanılması. İnsanlığı çaresiz bırakan düzen bir yandan bu çaresizliğe oynuyor işte çeşitli araçlarla. Ama oynarken kaçınılmaz olan oluyor ve kendini hızlıca ele veriyor yozlaşma. İlk olarak okurdan gelen tepkiye verilen yanıtta, sonrasında hem yazarın hem derginin açıklamalarında karşınıza çıkıveriyor. Etik, saygı, dürüstlük gibi değerlerin silikleşmesi gerçeği ile yüzleşiyorsunuz. Derginin kendi yazarını daha ilk etapta satan "bu yazarı bağlar bizi değil" tutumu, özeleştiri yapabilme olgunluğunu gösteremeyen ve karşı tarafa saldıran tarzı. Ne kadar tanıdık değil mi hepsi?

Yazarın bir kadın oluşu ve öncesinde tacizle ilgili çalışmalarının olması biraz daha dikkatli bakma gereği doğuruyor elbette olan bitene. Yazar açıklamasında yaptığı şeyin bir mücadele amacı güttüğünü iddia ediyor ve “siz söyleyin tacizin ifşası konusunda literatür, atölye önerilerinizi bekliyorum” diyerek eleştirenleri biraz da tokatlıyor. Belli ki kızmış, belki de ses getirmesini beklediği bu çıkışın ters köşe olmasından kaynaklı hayal kırıklığı yaşıyor. Dergisinin topu kendisine atması da cabası. Ama küçük bir kız çocuğunun taciz öyküsünü bir tacizciyi tatmin edecek kadar pornografik bir dil kullanarak yazmış olmasının yarattığı etkiyi yaratamıyor sonrasında söylediği hiçbir şey. Sorusunun taciz nasıl aktarılabilir kısmı için yanıt bulmak kolay değil ancak en azından böyle aktarılmaması gerektiği ortada.

Demek ki sadece kadın olmak yetmiyormuş tacize uğramış bir kadını anlamak için. Kadının biyolojisinden öte bir sorun olduğunu kavrayamadığımızda farklı düzlemlerde arıyoruz çözümü. Tacizin düzenle ve gericilikle bağını kuramazsak, itiraf edilince kadınların rahatlayacağını, erkeklerin suçlu hissedeceğini ve böylelikle yol alınacağını düşünürüz. Kadını eve hapseden, çocuk yaşta zorla evlendiren, kadına kahkahayı çok gören, kadınla erkeğin fıtratı aynı değildir diyen zihniyet ile kadını erkekle birlikte sömüren, emeğini çalan düzenin ilişkisini görmek zorundayız.

Bu düzen sürdüğü sürece çocuklar da kadınlarda taciz edilmeye devam edecekler, şiddet görecekler, öldürülecekler. Erkekler vahşi, sapık ya da testosteronları çok olduğu için değil, kapitalizm insanı insanlığından çıkardığı, çürüttüğü için. Kapitalizm tüm insanlığı ama en çok kadınları baskı altında tuttuğu için. Gericiliğin kucağına atıp kadını bazen “kutsal anne”” bazen “fahişe” olarak kullandığı için. Tüm bu baskı ve zorlanmalara dirense bile kadın tacizciyi, tecavüzcüyü, şiddeti uygulayanı, ezeni korumaya devam ettiği için. İyi hal indirimleriyle tüm bunları meşrulaştırdığı için. Eğer kadına yönelmiş olan kötülüklerle mücadele edeceksek, ortaya çıkaran koşulları ve gerçek suçluları doğru tespit etmemiz gerekiyor. Aksi takdirde ya erkek düşmanı oluruz ya da tacizle mücadele edeyim derken neye hizmet ettiği belli olmayan bir karmaşanın ortasında tek başımıza kalıveririz.

Tacize karşı sesimizi daha güçlü çıkaracağız. Tacize uğradığımızda o otobüsten inen olmayacağız. Tacize şahit olduğumuzda kafamızı çevirmeyeceğiz. Ama aynı zamanda kapitalizmin köşeye sıkıştırdığı yalnız ve çaresiz insan olmamak için didineceğiz. Bize dayatılan "örgütsüzlüğe övgü" çağrılarına inat bir araya gelecek, örgütleneceğiz. Kadının da erkeğin de eşit ve adil bir dünyada yaşayabilmesinin mümkün olduğunu bilerek gerçek bir mücadele vereceğiz. Sadece bu amaçla yola çıkmak bile bizi güçlendirecek, tüm bu kirliliğin içinde yolumuzu aydınlatacaktır.