Belli ki sadece kendine ve benzer koşullarda yaşama şansı bulanlara bakmış ve özgürlüğü yakalamış, ne mutlu ona...
Röportajı gören olmuştur, iktidar güzellemelerine bir yenisi eklenmiş. Şarkılarını severek dinleyen, kendine yakın hisseden kaç kişi o satırları okuduğunda hayal kırıklığı yaşadı kim bilir? “Bu ülkede özgürlük var mı” diye sorsak, yanıtı "evet" olurmuş, kendisini "özgür" hissediyormuş. Sağlık sistemi geçmişe kıyasla çok daha iyiymiş, kuyruklar sona ermiş, pandemide sanatçıların yaşadıkları zorluklar olmuş evet ama sanatçı dediğin de yoklukta üretirmiş!
Belli ki sanata da sanatçıya da insanlık dışı koşullarda var olmayı layık görmüş. Belli ki bu ülkede aylarca işsiz kalan, kirasını, faturalarını ödeyemeyen hatta bu nedenle intihar eden meslektaşlarına, açlık sınırında yaşayan milyonlara, her geçen gün daha fazla baskı ve şiddete maruz kalan kadınlara, istismara uğrayan, eğitimsiz kalan çocuklara gözlerini, kulaklarını kapamış. Belli ki sadece kendine ve benzer koşullarda yaşama şansı bulanlara bakmış ve özgürlüğü yakalamış, ne mutlu ona...
Biz yakalayamadık, yakalar gibi olduğunu hissettiğimiz anlar oldu, elimizden kaydı gitti. Bazılarımız yanına bile yaklaşamadı.
Sevgi mesela, 15'inde hiç tanımadığı bir adamla evlendirildi, 16'sında anne oldu. Yıllarca şiddet gördü, anne babası da devleti de şiddet gördüğü eve geri yolladı. "Özgürlük sence nedir" diye soruyoruz; "eşimden boşanabilsem belki biraz özgür hissederdim” diyor, çok sürmüyor özgürlük düşü, ekliyor: "Ama sonra başıma gelecek olanlardan korkuyorum"...
Barış, üniversite öğrencisi. Emekçi bir ailenin güç bela okuttuğu gençlerden sadece biri. Eğitimini sürdürebilmek için kafede garsonluk yapıyor. Küçüklüğünden beri müziğe ilgili, enstrüman çalıyor, besteler yapıyor ancak müziğe vakti kalmıyor. Kendisini özgür hissedip hissetmediğini soruyoruz: "Okulumdan mezun olup atanamayan yüzlerce insan var, beni de aynı son bekliyor ki bu işi sevmiyorum bile" diyor. Gerisini getirmiyor, bizim de dilimiz varmıyor...
Zeynep, tekstil işçisi. Sabahın köründe çıkıyor evinden, iki vasıta yaparak gidebiliyor işine. Ek mesaisi oluyor sık sık, itiraz edemiyor, eve varması kimi zaman gece yarısını buluyor. Tüm gün ayakta durmak zorunda, eve geldiğinde sadece uyumak istiyor. Tüm bunlara asgari ücret için katlanıyor. “Özgürlük” diyoruz, gülüyor…
Milyonlarca benzer öykü çıkacaktır ülkenin dört bir yanından. Çocuk, kadın, erkek, genç, yaşlı demeden hayal kırıklıkları ile geçmekte olan yaşamların özgürlükle imtihanı, ünlü gazetelerin sayfalarında yer bulamıyor. Günlük yaşamımız, işimiz, sağlığımız, özgürlüğümüz üzerine söz söylemek de halkından uzak düşmüş tuzu kurulara kalıyor.
BSM TV’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir belgeseli, tam da bu tartışmaların üzerine izledim. 1971 yılına ait Fransız yapımı bu belgesel, Sovyetler Birliği’nin ortalama ölçekteki bir kenti olan Rostov’dan günlük yaşamı aktarıyor. Fabrika işçilerine uzatılıyor öncelikle mikrofon. Yaptıkları işi, iş çıkışı vakitlerini nasıl geçirdiklerini, okudukları kitapları anlatırken gözlerinin içi gülen işçiler görmek ne garip!
Bir işçinin evine konuk oluyor ekip, bizim işçi evlerimize hiç benzemiyor… Barınma, aydınlatma ve ısınma için verdikleri ücret, maaşlarının yüzde beşi kadar sadece. Genç bir anneye işe dönünce bebeğe ne olacağı soruluyor, fabrikanın kreşine bırakacağını söylüyor, zerre şüphe yok ifadesinde. “Nasıl yani, bir çocuğum var ve onu buraya bırakmak istiyorum diyorsun ve alıyorlar öyle mi?” sorusuna gülümsüyor. Kapitalizmden gelen sorular, sosyalizmin insanına garip geliyor.
Çocuk doğurmak, çocuğu büyütmek, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmak, barınmak, spor yapmak, konsere gitmek, tiyatro izlemek, tatil yapmak için ödemek zorunda olduğumuz bedel, sosyalizmin insanı için anlaşılmaz. Tıpkı bizim, tüm bu temel ihtiyaçlara her insanın kolaylıkla erişebilmesini anlayamamamız gibi…İnsanın aklı, algısı ve hatta arzu ve hayalleri, içinde yaşadığı düzene ve o düzende nerede konumlandığına göre değişiyor. Birileri için özgürlük demek olan, bir ötekinin hayali bile olamayabiliyor.
İnsanlığa bu eşsiz deneyimi armağan etmiş olan Ekim Devrimi'nin yıldönümüydü 7 Kasım. Aksi anlatılsa da, dayatılsa da, insanlığın iyi şeylere layık olduğuna inanan emekçiler bir araya geldiler. Umutla, dostlukla, dayanışmayla…Bir gün mutlaka, kendi yurtlarında da eşitliği ve özgürlüğü yaşatacak olmanın kararlılığı ile seslerini yükselttiler. Gerçek, oradaydı. Görmeye, duymaya niyeti olanlar için.