Toprağın Tuzu, baskılara inat direnen işçilerin ve bunu kadın-erkek birlikte başarabilenlerin öyküsü.
15-16 Haziran İşçi Direnişi’nin 51. yıldönümünü ardımızda bıraktık. Elli bir yıl sonra bugün, işçiler daha iyi koşullarda değiller. Hatta salgın, büyük mücadelelerle elde edilen kazanımlara saldırılması için de büyük fırsatlar sundu.
Salgın koşulları gerekçe gösterilerek sorgusuz sualsiz kapı önüne konanlar, daha düşük ücretlere mecbur bırakılanlar, Kod-29 fırsatçılığına maruz kalanlar, daha ağır koşullarda çalışmak zorunda olanlar yine işçiler oldu.
Gündemin yoğunluğu içinde gözümüzden kaçıyor, işçiler dün olduğu gibi bugün de haksızlıklara karşı bir araya geliyor, direniyor. Kimi zaman fabrika işçileri, kimi zaman özel okul öğretmenleri, banka emekçileri, mağaza çalışanları dayanışma ağları kuruyor, örgütleniyor. Elli bir yıl önceki gibi büyük bir ayağa kalkıştan bahsedemiyoruz belki, şimdilik…
Hem Büyük İşçi Direnişi’ni selamlamak hem de bugün devam eden tüm dayanışma ve direnişleri umutlandırmak için bir filmi hatırlatmak istiyorum. Toprağın Tuzu (Salt of the Earth), üzerine konuşulacak, tartışılacak, mücadeleyi güçlendirecek filmlerden biri. Yakın dönemde çekilen ve aynı ismi taşıyan belgesel-film ile karışmasın, 1954 tarihli olanı, yönetmenliğini “Hollywood On’lusu”ndan biri olarak bilinen Herbert Biberman’ın yaptığı filmi kastediyorum.
O kadar sade, gerçek ve etkileyici ki izledikten hemen sonra filme ve yönetmene dair bir araştırmaya giriyorsunuz. Ve, Soğuk Savaş dönemi ABD’sinde paranoya derecesine varan “komünist avı” çıkıyor karşınıza.
İşin merkezinde Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi var. 1938 yılında adı üstünde her türlü Amerikan karşıtı faaliyeti takip etmek amaçlı kuruluyor. 1938–1944 yılları arasında ise sinema ve pek çok başka sektörden önemli isim Komite tarafından ifadeye çağrılıyor. Suçları komünist olmak, komünist partiye üye olmak ya da komünist faaliyetleri desteklemek. Bu dönem Hollywood’da “Kızıl Avı”, “Komünist Avı” ya da “Cadı Avı” olarak adlandırılıyor.
1947 yılında Komite, 79 kişiyi filmlerine komünizm propagandası içeren katkılar sunduğu iddiasıyla ifadeye çağırıyor. Bu sorulara yanıt vermeyi reddeden 19 kişi ise yasama faaliyetini engellemekten ayrıca soruşturma geçiriyor. Türlü nedenlerle 10 kişi kalıyor soruşturmada (aslında 11, Bertolt Brecht ifade verdikten sonra ülkeyi terk ediyor) ve işte filmimizin yönetmeni Herbert Biberman da o tarihten sonra “Hollywood On’lusu” olarak anılacak olan on kişiden biri oluyor.
Hollywood On’lusu, taraflı soruşturmalar sonucunda sadece 6 ay hapis cezası ile değil tüm yapım evleriyle ilişikleri kesilerek de cezalandırılıyor. Fikirlerinden ve duruşlarından ödün vermeyen kara liste ekibi, zor koşullarda filmler çekmeye, senaryolar yazmaya devam ediyor.
Toprağın Tuzu, işte bu filmlerden biri. ABD’nin New Mexico eyaletinde 1951’de gerçekleşen çinko işçileri grevini anlatıyor. Bir kez gösterimi yapılabiliyor ve ardından kara listeye alınıyor, yasaklanıyor. Yerel halktan ve işçilerden oluşan amatör oyuncu kadrosu bana kalırsa büyük iş çıkarmış.
Beyaz işçilere kıyasla çok daha kötü ve güvenliksiz ortamlarda çalışan maden işçilerinin isyanı ile başlıyor her şey. Beyaz işçilerle eşit koşullarda çalışma taleplerinin görmezden gelinmesi üzerine grev kararı alıyorlar. Bir yandan madencilerin grevi örgütleme sürecini izlerken öte yandan evlerini ve eşleri ile ilişkilerini de gözlüyoruz. Ana karakter Ramon’un hem davası hem de kadınları dışarda tutma konusundaki kararlılığı yanında kadınların greve dahil olma çabası ile birlikte Ramon’un eşi Esperanza’nın dönüşümüne tanıklık ediyoruz. Kadın işçilerin önce evde kocalarına ve ardından patronlara karşı verdiği mücadelenin “birlikte mücadele”ye evrilmesini de işliyor film ve bunu da çok iyi kotarıyor.
Toprağın Tuzu, komünist avına çıkanlara, soruşturmalara, tehditlere, haklarından mahrum edilmelere ve hapis cezalarına rağmen zor şartlarda çekilen bir film. Tıpkı emekçilerin, işçilerin yaşamı gibi, en az onun kadar gerçek.
Toprağın Tuzu, baskılara inat direnen işçilerin ve bunu kadın-erkek birlikte başarabilenlerin öyküsü. Marksist olmaları nedeniyle baskı altına alınan sanatçıların, direnen maden işçilerinin, 15-16 Haziran’da ayağa kalkan işçilerin, Tekel direnişçilerinin, belki sesi az çıkan ama ülkenin dört bir yanında direnen tüm emekçilerin hikayesi. Bizim hikayemiz.