Kadının bir alandaki varlığının sultan sözcüğü ile ifade edilmesi üzerine kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum.
Sosyal medyayı yakından takip etmeyenlerin gözünden kaçmış olabilir, Filenin Sultanları olarak anılan A Milli Kadın Voleybol Takımı üzerinden bir tartışma sürüyor günlerdir. Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz yobazlardan İhsan Şenocak, takımın olimpiyatlardaki başarısı ardından “gerçek sultanlara” yani islamın kızlarına seslendi.
Şöyle buyurdu: “Sen OYUN ALANLARININ değil, imanın, iffetin, ahlakın, hayanın, edebin SULTANISIN. Sen ‘burnunu göstermekten utanan’ ANALARIN EVLADISIN. Ekranlara ve sakallı ağabeylerinin popüler kültürün kurbanlarına ‘sultan’ demesine aldanmayasın! Umudumuz da, duamız da SENSİN!”.
Gelen tepkiler üzerine “ifademde tek cümlelik hakaret yok” diye açıklama yapmak zorunda kaldıysa da “oyun alanlarında” diye tarif ettiği ve aslında voleybol takımına baktığında gördüğü kadın imgesinin iffet, haya ve edepten yoksun olduğunu söylediği açık.
İlk değil, AKP iktidarı boyunca pek çok kez kadının “burnunu gösterdiği” her işe saldırıldı. Kadının yeri evi, işi annelikti, ötesi her türlü ahlaksızlığa kapı aralardı. 2018 yılında Akit yazarlarından biri de “Bayan elbette ki spor yapmalı ama, voleybol ve benzeri branşlarda giyilen ‘kıyafetin’, vücut hatlarının ortaya çıkarılmasının nasıl bir izahı olabilir?” demişti.
Kadın bedeninin yobazlar aleminin zihninde önemli bir yer tuttuğu malumumuz. Dinlerin öğretileri, günahları, yasakları altında bastırdıkları arzularıyla o derece baş edemiyorlar ki sapkınlaşıyorlar. Mesele onların sapkınlıkları ya da kadının bedeniyle kurdukları ilişkiden ibaret değil elbette. Dinin, insanlık tarihinde yerini almaya başladığı ilk dönemlerden itibaren kadınla derdi oldu.
İnsanlığın yönetenler ve yönetilenler olarak sınıflara ayrılması ile tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışı birbirini bütünleyen süreçler. İktidarı elinde tutanların toplum nezdinde bunu meşrulaştırmak için araçlara ihtiyacı vardı ve din bu konuda en etkili silahlardan biriydi. Geniş halk kitlelerini elindeki ile yetinmeye, itiraz etmemeye, bu dünyada sahip olmadıklarını öbür dünyaya ertelemeye ikna edebilmenin en kolay yoluydu din ve bu nedenle günümüze dek vazgeçilmezliğini koruyor.
Tanrının ortaya çıkışı, toplumların gözdesi Tanrıçaları tarihin derinliklerine göndermekle kalmadı, kadını da yaşamın görünmezi kıldı. Tanrının en büyük güç olduğu yerde, tanrının gücünü temsil eden imparatorlar, din adamları, toprak ağaları, patronlar da halkı yönetebilme hakkına sahip olabildi. Tanrısal güç, evin içine doğru ilerlediğindeyse babaya, abiye ve kocaya dönüştü.
Evde, sokakta, iş yerinde, yaşamın her alanında yönetenlerin ve yönetilenlerin olması demek, yönetmenin birer aracı olarak baskının, yeri geldiğinde şiddetin meşru hale gelmesi demektir, kaçınılmazdır. Kadının sınıflı toplumlar tarihi boyunca baskı altına alınışı, toplumsal yaşamın dışına itilmesi ya da şiddete maruz kalışı da tek başına bir olgu değil, insanlığın esaretinin bir sonucu, yansımasıdır.
Bugün ülkenin refahı adına kadını karın tokluğuna, güvencesiz çalıştıran ve yeri geldiğinde kapı önüne koyan patron da, din adına kadının bedenine hükmetmeye çalışan yobaz da bu tarihsel gerçeğe hizmet etmeyi sürdürüyor.
Yönetilenler ise dört bir yandan kuşatılmış olsalar da bir çıkış yolu mutlaka buldular ve ayağa kalkış dönemleri oldu. Sömürüye, eşitsizliğe, gericiliğe savaş açtılar ve büyük kazanımlar elde ettiler. Türkiye için cumhuriyetin kuruluş süreci, aydınlanmacı damarı güçlü özel bir uğraktı. Nüfus sayımlarında yurttaş bile sayılmayan, kocalarının gerisinde yürümek zorunda olan, kapanmaya zorlanan, eğitim olanaklarından ve medeni haklarından mahrum bırakılmış kadınlar için cumhuriyet, aydınlık bir Türkiye’ye yeniden doğmak anlamına geliyordu.
Bugün tüm bu kazanımlara karşı büyük bir saldırı ile karşı kaşıyayız. Kadın Voleybol Takımı’nın başarısına bile tahammülü olmayan zihniyetin derdi sadece kadının çıplak bacağı değil, kadının eşit bir yurttaş olarak varlığını hissettirmesi. Bugün kadının yaptığı spor, yarın şiddete karşı sokağa çıkması, öbür gün boşanma hakkı mücadelesini dert edeceklerdir.
Bu haklı mücadeleler, kadını esaret altına almakla kalmayıp emeğini sömüren ve ezilenler sınıfının en altına yerleştiren bu düzeninin kendisine yönelik mücadele ile bir araya gelebildiğinde ise kaçacak delik arayacaklar. Kadınlara yönelik saldırıları sadece kadınların değil insanlığın sorunu olarak ele aldığımızda çok daha güçlü olacağız.
Bitirirken, her ne kadar çok sevilse ve benimsense de “sultan” yakıştırmasına hiç ısınamadığımı söylemeden geçemeyeceğim. Kadının spordaki varlığını, gücünü temsil eden sembolik bir anlam taşıdığını bilmek de oyunculara ve taraftarlara iyi hissettirdiğini görmek de yetmiyor. Kadının bir alandaki varlığının sultan sözcüğü ile ifade edilmesi üzerine kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum. Sünni müslüman padişahları ve ilerleyen zamanlarda kadın hanedan üyelerini temsil eden bu sıfatın, yobazları bunca rahatsız etmesi de tesadüf olmasa gerek. Yobazın açıkça belirttiği gibi onların gönüllerinin sultanı, islamın kızları çünkü.
Sultanlar, padişahlar onların olsun, halkımızın gücü bize yeter. Kadın voleybolcularımızı kutluyorum, birer sultan oldukları için değil, bu karanlık günlerin ortasında Türkiye’nin aydınlık yüzünü temsil ettikleri için.