Yeniden merhaba…

Neden yeniden?

Yıllar önce haftalık basılan Sol’a yazardık, dört arkadaş. Arka kapaktan önceki iki sayfayı her hafta birimiz doldururduk, okumaca-dinlemece başlığı altında, kültür-sanat yazılarıyla. Bana da daha ziyade müzik kitapları ve albümler düşerdi.

Aradan zaman geçti, sadece yazı-çizi değil, neredeyse her konuda pılıyı pırtıyı internete taşıdık gündelik sohbetlerimizdeki eş-dost repliklerini bile Facebook’a, Twitter’a atar olduk. Şimdi okumaca-dinlemece türü bir makale serisi, bu sayfalarda olacak, 15 günde bir.
O yüzden yeniden merhaba…

Bu bazen (bizden ya da değil, caz, rock ya da değil) bir albüm, bazen bir kitap ya da makale, bazen de zülfü yâre dokunmuş bir mesele üzerine olabilir bu değişir, ama değişmeyen şey yazıların içinde hep bir müziğin çalınması olacak. Arka planda hep tıngırdayan bir şeyler olacak.

Hemen (geçenlerde bir arkadaşımın yanıtları benden yazılı rica etmesi üzerine) sıkça karşılaşılan iki soruyla başlayalım.

Bir Türkiye’de eksikliğini hissettiğin müzik tarzı nedir?

Belirteyim, sorunun kastettiği müzik, ortak ilgi alanımız olan rock müziği.

Bu konuda eksikliğini hissettiğim çok uzun bir liste var tabii ki. Başında rock topluluklarımızın dünya meselelerine uzaklığı yakınlığı, toplumsal kolektif bilinci geliyor. Mamafih, bu belki de kitaplar boyu ele alınması gereken bir mesele.

Bu nedenle daha spesifik bir eksiklikten söz etmeyi daha uygun buldum. Belki ilk duyuşta garipseyebilirsiniz, ama Külhan Edebiyatı.

Evet, Külhan Edebiyatı. Külhani de denilen, Rebet sözcüğünün müziğimizde oturmuş bir karşılığının ve bunun sağlam temsilcilerinin olmasını gerçekten çok isterdim. Halkın en yoksul kesimlerinden gelen, bu sıkıntıları kuyruğu bükmeden anlatan keyifli bir edebiyat.
Arabeskin ucuz tuzağına düşmeden, gündelik halkın tabii dilinden beslenen bir şiirin müziğimizdeki yansıması diyelim buna. Birbirlerine çok benzemeseler de, çeşitli açılardan yaklaşıldığında Garaj, Saltuk Erginer, Kırıka, Luxus, Çamur, Murat Ercan bunlara örnek olarak gösterilebilir. Edebiyattaki karşılığı Can Yücel ile Ece Ayhan arasında bir yer.
Konuyu bir başka yazıda açmak sözüyle geçiyorum.

İki günümüz Türk rock topluluklarını nasıl değerlendiriyorsun?

Evdeki teknolojik olanaklarla albüm yapmanın mümkün olduğu bir dünyada, toplulukların ya da bireysel müzisyenlerin sayılarının çığ gibi artmasına karşılık, iyisinin giderek azaldığı bir dünyada yaşıyoruz. Yıllarca cover çalan ve orada çakılıp kalan ekiplere itibar etmiyorum. Dinlediğim pek çok şarkıda karşılaştığım Duman, mor ve ötesi, Kurban, Teoman taklitçiliği yahut benzerliği de, benim açımdan not kırıcı bir özellik. Aradığım öncelikli özellikler özgünlük, yaratıcılık, kendi gibi olmak, söyleyecek sözlere sahip olmak ve bunu belli bir zekâ ve kıvraklık içinde becerebilmek. Şüphesiz hepsi bir arada olacak diye bir kural yok bunlardan sadece birine bile sahip olmak, dikkate alınmayı gerektirir. Hiçbir şeyi taklit etmeye yeltenmeden çalanları, söyleyecek adam akıllı lafı olup da, bunları kırmadan dökmeden dile getirenleri seviyorum. Ancak onların sayısı çok çok az…
Bunu da bir başka yazıda açmak sözüyle…

15 gün sonra yeniden buluşmak üzere…

Yeniden merhaba…

[email protected]