'Nisan ayının 26’sında hayata veda ettiğinde 74 yaşındaydı efsanevi Berlinli analog sesler profesörü, elektronik müzik alanında oluşmuş ve oluşması beklenen eğilimlerin öncüsü Klaus Schulze.'

Elektronik müzik kozmonotu

Siz hiç dünya çapında üne sahip olup da albümüne ev adresini ve ev telefonunu yazan böylesine alçakgönüllü bir müzisyen gördünüz mü? Ben en azından birini biliyorum. Hayranı olduğu Richard Wagner’ın anısına1 1975 yılında çıkardığı “Timewind” albümünün arka kapağına, elle çizdiği kompozisyon şemasının hemen altına nal gibi iliştirmişti bu notu. Bu albüm ile müziğini tanıdığımda (klasik İngiliz ve Amerikan rock müziğine tutkun biri olarak) allak bullak olmuş; onu en çok bu davranışıyla kazımıştım hafızama, tanır tanımaz. Ardından da elektronik müzik cihazlarından oluşan duvarların önünde, her yana saçılmış kabloların arasında, elinde gitar ağzında sigarayla verdiği pozlarla...   

Nisan ayının 26’sında, Salı günü hayata veda ettiğinde 74 yaşındaydı efsanevi Berlinli analog sesler profesörü, elektronik müzik alanında oluşmuş ve oluşması beklenen eğilimlerin öncüsü Klaus Schulze. 

***

Kolay değil, profesyonel müzik alanında yarım asır kesintisiz aktif olacaksınız; hem yüzünüzü eskitmeden kalacaksınız, hem özgün kişiliğinizi muhafaza ederek ilkelerinizden taviz vermeyeceksiniz, hem de yeni eğilimlerin öncü kimliği figürünü elden bırakmayacaksınız. Bunu beceren ender müzisyenlerden biriydi, pek çoğunun adını ilk kez Tangerine Dream kadrosundan öğrendiği ilerici müzisyen. 

1973 tarihli ikili albümü “Cyborg” ile yıllarca biriktirdiği synthe denemelerini ve geniş açılı fikirlerini açığa çıkarmıştı. Bir orkestra eşliğinde, süpürücü ses dalgaları yayan bir VCS3 ve diğer statik ses üreten makinelerle kaydedilen albüm, egzotik sesleri ve ritimleriyle tuhaf bir zihinsel yolculuğa çıkarıyordu dinleyenleri. 

Giderek tempo kazanan ve tercihini cazibeli seslerden yana kullanan Schulze, yetmişli yılların ortalarına kadar yaptığı albümlerle seksenli yılların müjdecisi oluyor; özellikle “Timewind” kariyerinde ve elektronik müziğin tarihinde önemli bir dönemece işaret ediyordu. 

Kitap yakan, soykırım yapan, kültür yağmalayan Nazizm’in ardından Alman toplumunda yaşanan ruhsal fakirlik, sonraki yıllarda yükselen muhalefeti yaratmıştı. Altmışlı yılların Anglo-Amerikan müziği üzerine kurulu olan pop kültürüne tepki olarak, kendi topraklarının müziğine geri dönen Alman sanatçıların dönemi başlamıştı yetmişli yılların başlarında.

Amerikan eğlence müziğine karşı Karl-Heinz Stockhausen gibi avangart sanatçıları konu eden ve hatta tüm dünyada İngilizce öngörülen rock müziğine Almanca sesler katan müzisyenler beliriyordu artık. İngiliz ve Amerikan rock müziğinin temelinde yatan ritmi, bağımsız ve devrimci bir karaktere büründürüyorlardı. Böylece Alman müziği, hâlâ İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerinden biri olan kültür karmaşası içinde de olsa, kendi özgün geleceğinin ilk adımlarını atıyordu. İşte bu ortamda filizlenmişti “Timewind”. 

***

Huzursuz geçen yılların ardından yükselen müzisyenler kuşağına mensuptu Schulze. Onun verimli bir sanatçı olarak en iyi yılları, Alman müziğinin dorukta olduğu zamanlara rastlamıştı. Almanya’da 1977 yılı tüm müzisyenlerin en bereketli yılıydı. Modern elektronik akımların sürükleyicisi olan tüm önemli isimler birden fazla albüm gerçekleştirerek, yarının müziğini oluşturma yarışında ülkelerini önemli bir pozisyona getiriyorlardı. Schulze’da üç albümle katıldı 1977’nin hizmet yarışına; “Body Love”, “Mirage” ve “Body Love II”. 

Ses manzaraları yaratan Schulze için iki bölüm halinde müziklerini gerçekleştirdiği “Body Love” filmi bir dönüm noktasıydı. O tarihten sonra seslerle görsel olarak oynamaya başladı. Bu albümdeki müzik geçmişin mirasının toplardamarı olarak ortaya çıkmış, uzaysal ritimler ve ardışık elektronik melodileri içine alarak kaynaştırmıştı. Sürekli değişen bas çizgisi Tangerine Dream benzerliğiyle öne çıkarken, arpejlerle örülmüş melodik çizgisi ve arka planı dolduran bleepleyen sesleri Jean Michel Jarre’ın “Oxygene” dönemine ışık tutuyordu. 

Kısa cümlelerle anlatılan uzun uzay hikâyeleri, ani dönüşler içeren düğüm noktaları, şaşırtıcı sonuçlarla noktalanan gizemli yolculuklar, erken yetmişli yıllardaki albümlerinin genel izleği buydu. Elektronik müzik tarihinden fırlatılan roketin gerçek kozmonotunun tüm kariyeri, uzaysal elektronik müziğin sınırlarını zorlamakla geçmişti. Bu ulvi meslek onun solo işlerinde olduğu gibi, Tangerine Dream ve Ash Ra Tempel gönüllüsü olarak bulunduğu çalışmalarda da üzerine dert edindiği birincil konuydu. Gerek solo besteleri, gerekse topluluk içindeki vazifesinin asli olarak yüzünü çevirdiği yerde, ses ve görüntü arasındaki espas ilişkisini betimliyordu. Özellikle “Timewind” bu konuya kafayı takmıştı. Onun dışında “Irrlicht”, “Cyborg”, “Moondawn” ve “Mirage” albümleri mutlaka bu müziğe merak duyanların hatmetmesi gereken çalışmalardı. 

Edgar Froese ile birlikte elektronik müzikte Berlin ekolünün kurucu babasıydı. Daft Punk elemanları henüz kısa pantolona geçmemişken kafaya kask geçirip elektronik müzik yapıyordu. Kitaro’nun elektronik müziğe eğiliminin müsebbibiydi. Future Sound of London’dan Snap!’a birçok ekibin şarkılarından sampling aparttığı adamdı. Klaus Schulze’un yaratıcı çalışmaları, genç dinleyicilerin (ağız misali) kulaklarını sulandırmaya, yarını yaratacak yeni elektronikçi kuşakların yolunu aydınlatmaya halen devam ediyor. 

Murat Beşer ([email protected])

  • 1. Mahlası Richard Wahnfried idi, Wagner’e duyduğu derin hayranlıktan ötürü. İlk oğlunun adını da Richard koymuştu.