Gerçekten hiç kimse o güne kadar böyle bir müzik duymamıştı. Pek çok hayrana göre ilk albümün arkasındaki ruhun sihri oydu. Topluluğun erken dönemindeki caz çizgileri onun eseriydi.

Eski fotoğraftaki adam

Başlangıç noktasına bayrağı diken adamın 9 Şubat 2022 tarihinde New York’ta Çarşamba günü, 75 yaşındayken kanserden ölümü, Progresif Rock Tarihi kitabında son sayfaya yaklaştığımızın habercisidir. Zira kitabın son formasına konan onur listesinin ilk satırıdır onun adı; Ian McDonald...

King Crimson’ın kuruluş günlerindeki siyah beyaz fotoğraflardan iyi tanırım onu. Memlekete tek tük gelen yabancı müzik dergilerinin esrarengiz sayfaları arasına sıkışmış halde karşımıza çıkan bu fotoğraflarda kameraya utanarak bakar hep. Diğer sayfalarda yer alan renkli gösterişli fotoğraflardan sırıtan diğer müzisyenlerden çok başkadır. Hemen anlarsınız sessiz, sakin, çekingen bir karakter olduğunu; utangaç olduğu için geri planda durmayı sevdiğini. O profesör kılıklı halinden belli olur topluluğun içindeki zekâ pırıltının ondan yansıdığı. Nitekim topluluktaki arkadaşları da söyleşilerde dile getirirlerdi, ne kadar nazik, duyarlı; başarılarıyla asla övünmeyen, komplekssiz, kibirsiz bir adam olduğunu...

***

1946 yılında İngiltere, Middlesex-Osterley’de doğan Ian’ın özel hayatında duygusal çalkantıların bol olduğu bir yıldı 1969. Orkestra şefi olduğu (ve orada armoni öğrendiği) ordudan ayrılınca, Londra’ya dönmüş, Fairport Convention’ın eski şarkıcısı Judy Dyble ile müzik yapmaya başlamışken, Robert Fripp ve Michael Giles ile tanışarak King Crimson’ın kuruluşunun müsebbiplerinden olmuştu.

Topluluğun ilk albümü “In the Court of the Crimson King”, Ian’ın ürettiği flüt, saksofon, vibrafon ve mellotron seslerinin zenginliği ile doluydu. Ayrıca beste yeteneğini de konuşturmuştu. Buradaki “21st Century Schizoid Man”, orduda yazdığı “Three Score and Four” adlı eserden hareketle bestelenmişti. Albüme adını veren parçanın marş benzeri melodisi dönemin ilerici müzik sahnesinin en etkileyici anlayışlarından biri olarak tarihteki yerini almıştı. Bir de aynı yılın Temmuz ayında Londra Hyde Park’taki konserde 500.000 kişinin önünde çaldığı vahşi, alto solosu... Bu konserin en yüksek noktasıydı; seyirciler tek vücut olarak ayağa kalkıp soloya tezahürat yapmışlardı. Ian kendini saksofoncu olarak görmese de, John Coltrane etkili bir solo çalmıştı.  

Gerçekten hiç kimse o güne kadar böyle bir müzik duymamıştı. Pek çok hayrana göre ilk albümün arkasındaki ruhun sihri oydu. Topluluğun erken dönemindeki caz çizgileri onun eseriydi. Karşıtların birliği felsefesiyle yazdığı kompozisyonlar dönemi için tuhaf bir simyaya sahipti. Ordudan yeni kurtulmuş olan genç adamın en büyük gücü yeni kavuştuğu özgürlüğü ve zekâsıydı. Sonraki yıllarda David Bowie’den Peter Gabriel’e sayısız müzisyen onun müziğinin büyüsüne kapılmıştı. Zira bu kişileştirilmiş füzyonun ufuk açıcı bir tözü vardı.

***

Yıl bitmeden Ian, King Crimson’ı Robert Fripp’e ikram etti ve topluluğun davulcusu Michael Giles ile bir albüme sıvandı. 1970’de piyasaya sürülen (Island Records’un kaydettiği en pahalı) albüm bir dönüm noktasıydı. Albümü bitirmek için acele etmesi, Ian için yıllarca büyük bir acı kaynağı oldu. Albüm küçümsenmiş, hak ettiği değeri görememişti. 2002’de çıkan CD sürümünde bir şeyleri yeniden düzenlenmiş, “32 yıl sonra nihayet rahatlayabilirim” demişti.

Bir session müzisyeniydi Ian, King Crimson’ın 1974 tarihli “Red” albümünde çaldığında yeniden aralarına katılmayı aklından geçirmişti, ancak Fripp elemanları değiştirdiği için istediği olmadı. Fripp’ten ayrılmasının hata olduğunu itiraf ederek özür dilemiş ve yeni kıtalara yelken açmıştı Ian. Arada (örneğin Mel Collins’in bariton saksofonunu ödünç alarak T. Rex’in hit parçası “Get It On (Bang a Gong)”da olduğu üzere) bir kaç isimle çalmış, 1976’da New York’a taşınmış, Foreigner’ın kuruluşunda yer almış, ilk üç albümün ortak yapımcılığını ve düzenlemesini yaparak dört yıl ekipte kalmıştı. “Head Games”in ardından Mick Jones ile anlaşmadığı için ayrılmıştı. Her döneminde üretken olmuş, yaptığı her işi tüm farklarına rağmen bir öncekinin uzantısı olarak görmüştü. Bowie’den daha fazla bukalemuna benziyor desek yalan olmaz.

***

Müzik sarmalanmış hayatında tutkularını son nefesine kadar korumuş, son dönemlerinde bir söyleşide “her gün bir Steely Dan albümü dinlemeye özen gösterdim” demişti. Kayıtlarının son hallerine karar verirken “50 yıl sonra hala bunu dinlemek ister miyim?” diye düşünüyordu. Son büyük projesi aynı zamanda komşusu olan gitarcı ve solist Ted Zurkowski ile kurduğu Honey West idi. Ardından sayısız güzel iş bıraktı ama akıllarda en çok ilk günlerdeki “Epitaph”, “Moonchild”, “21st Century Schizoid Man”, “I Talk to the Wind” gibi başyapıtlar kaldı.

O günlerin dergilerinden elimde sağı solu hırpalanmış, sayfaları sararıp solmuş kalan bir kaç sayıya ne zaman baksam, gözlerim halen eski King Crimson fotoğraflarındaki Ian McDonald’ı arar. Burnunun ucundaki Karl Malden yarığından hemen tanırım onu. O bu âleminde her zaman bir devdi, öyle de kalacak.

King Crimson - 21st Century Schizoid Man (Live at Hyde Park 1969)

Murat Beşer ([email protected])