Mavra tüm kendiliğindenliği ve teknik imkânsızlığına rağmen, o akşam hayatımızda unutamayacağımız en güzel konserlerden birini ikram etmişti bize.

Mavra

Mavra’nın minicik kapısının büyülü bir evrene açıldığını, fiziki varlığından çok daha büyük bir dünyayı kucakladığını gösteren kişi funk düşkünü-düşünürü- mücahidi Saltuk Erginer olmuştu. Saltuk amatör ev kayıtlarını derlediği (Karga Bar tarafından basılan) tek albümü “Sisifos Hikâyeleri” ile çok etkilemişti bizi. Elindeki gitarıyla kendi kendine tıngırdattığı, kırık dökük hikâyelerden oluşan şarkıları ile aile dostumuz olmuştu. Üç akorla çaldığı şarkıların duygusunu adamlar milyon dolarlık stüdyolarda veremiyorlardı. Sesindeki hüznün sahiciliğini elde etmeleri için daha çok şey yaşamaları icap ediyordu. Saltuk’un buruk şarkıları, azıcık ayıplı, günahlı hikâyeler anlatıyordu.

Adına Mavra denen o derme çatma üç basamakla yükseltilmiş duvar dibindeki sahneye (Utkan ve Arat Kaytaz ile üçlü olarak) çıktığında en öndeki masaya müstakbel eşimle oturmuş biralarımızı yudumluyorduk. Mavra tüm kendiliğindenliği ve teknik imkânsızlığına rağmen, o akşam hayatımızda unutamayacağımız en güzel konserlerden birini ikram etmişti bize.

***

Mavra’nın sahibesi Yonca (Akçay) ile de sohbetlik olmuştuk. Aynı okulda, MSÜ Güzel Sanatlar’da okumuştuk ama öğrencilik yıllarında bu kadar yakınlaşmamıştık. Ben resim öğrencisiyken o seramik okumuştu. 1996 yılında mezun olmuş, 2001 yılında Galata’da Doğan Apartmanı’nın arkasında Kölemen Çıkmazı’nda bir atölye tutmuştu. Atölyede dahası sokakta ışık yoktu, insanlar bu ıssız sokağa gelip gitmeye korkuyordu. Bu nedenle bir ön sokakta, Serdar-ı Ekrem Caddesinde, yani Doğan Apartmanı’nın ön tarafına bakan yolda bir yer daha tutmuştu, yıl 2008. Burası önce mimarlık atölyesi, evvelinde de DJ’lik eğitimi veren bir dershaneymiş. Rahattı, etraf atölye ve işyeri; ikamet eden insan sayısı azdı. Mevcutlar da sesten müzikten rahatsız olacak tipler değildi; bohem ve marjinallerdi, bu yaşam tarzı için halden anlayanlardı. Ağırlıklı olarak da Romanlar vardı.

Seramik atölyesi olarak tutmuştu ama başka şeyler yapmaya elverişli olduğunu fark etmişti. Çevrede Cafe ihtiyacı vardı. Eski yeri açık atölyeye çevirmişti, adı Mavra Atölye; eş-dost-tanıdık burada üretim yapıyordu, heykelden seramiğe, sandaletten yemeğe… Sonra da çıkan işleri yeni yerde sergileyip satıyorlardı. O yüzden yeni yerin adını Mavra Dizayn Kafe yapmıştı. Ticarethaneden ziyade komün anlayışıyla yaşatıyordu. Sermayesi yoktu, evindeki masayı sandalyeyi getirmiş, kalanını dostların verdiği eşyalarla doldurmuştu. İsmi kendi bulmuştu, o kuşağın çok kullandığı bir kelimeydi, hayata geçirdiği bir sohbet biçimiydi. Yunancada Siyah anlamına gelmesinin de cazibesi vardı. Güneyde revaçtaydı. Tarsuslular geçerken durup soruyorlardı:

- “Sahibi Tarsus Amerikan Koleji’nden mi?”

***

Takılanlar arasında ciddi bir müzisyen kalabalığı bulunmaktaydı ki onların da bir sığınağa ihtiyaçları vardı. Çalgısıyla gelen “çalayım mı” deyip evinde prova yaparcasına çalıyordu. Etkinlikleri duyurmuyorlardı. O akşam oraya gelenler dinliyordu, bahtına kim çıkarsa. Herkes evinin salonunda oturur gibi dinliyordu, güzel olan da buydu.  

Yavuz Akyazıcı’nın sahne niyetine kullanılan bölüme bir davul seti koymasıyla iş biraz daha keyifli hale gelmişti. Çalan müzisyen listesi uzuyordu: Ozan Musluoğlu, Baran Say, Sarp Maden, Josi Levi… Bir dönem Galata’da yaşayan Kanadalı kadın müzisyen Lucie Thorne (mekânın son konseri) bir pazar akşamüzeri kendi albümünü çalmış ve CD imzalayıp satmıştı. Yolları düşen Japon Ky Maki Nakano, Fransız Pittard (Gürkan Özkan ile beraber), perküsyon çalan Yunan Philippos Stamatopoulos, tesadüfen o akşam orada bulunanlar için sessizce çalıp gitmişlerdi. Kimsenin bu mesaiden maddi beklentisi olmamıştı. Sembolik müzik ücreti alıyorlardı masalardan, müzisyenin eve dönüşü için yol parasını karşılayacak kadar.

***

Beyoğlu Belediyesi saldırıyor, kendine uzak gördüğü yaşam biçimlerine yaşam alanı tanımıyordu. Alkol hak getire Mavra’dan sonra kafe ruhsatı bile vermiyorlardı. İnsanlar bakkaldan aldıkları tombul şişedeki biraları sokakta içiyordu.  

Semt 2017 yılından sonra turistik bir bölge haline gelmiş, Doğan Apartmanı’nın mal sahipleri değişmiş, 56 daire dolmuş, etraf kalabalıklaşmıştı; beyaz yakalılar ve orta sınıf üzeri olmak üzere semtin dokusu değişiyordu. Kiracı değişimi yükselmiş, rakamlar el yakmaya başlamıştı.

Ses şikâyetleri üzerine Yavuz davul için fırçalar getirmiş, bazı konserleri gündüz saatlerine taşımışlardı ama fayda etmemiş, şikâyetlerin ve baskıların (mahalle baskısı dâhil) arkası kesilmemişti. Yonca evdeki müzik aletlerini getirmişti, hiç değilse buradan bir şeyler tıngırdatalım diye ama onda bile desibel bahanesiyle denetime gelmiş, ceza yazmışlardı. Yıldırmaya çalışıyorlardı. Bölgede tek baskı yapan polis ve zabıta değildi. Yıldırma faaliyetinin son halkasını Tophane’den gelen sopalı bıçaklı karanlık yüzlü adamların fiziki saldırıları oluşturmuştu. Tophane saldırısından ilk nasibini alanlardan biriydi Mavra, 50 kişi kapıya dayandığında içeride mahsur kalmışlardı. Bir araya gelen, birbirini seven, kızlı erkekli aynı masada oturan, eğlenen, çağdaş görünümlü insanları sevmiyorlardı. Oralarda daha evvel sadece erkeklerin oturup oyun oynadığı mahalle kıraathanesi vardı. Değişim karşısında Mavra’nın konser mesaisi uzun sürmemiş, ilki 2008, sonuncusu da 2011 yılında olmuştu.

***

Kafenin her yerinde şimdi farklı insanların tasarladığı ürünler satılmakta. Pixe-lol’den kolyeler, Ballonet’ten çoraplar, Suriyeli tasarımcının yaptığı el emeği göz nuru broş ve tokalar, Yonca’nın tasarladığı fincanlar… İçerisinin kendine has bir düzeni var; irili ufaklı masalar, çiçekli koltuklar ve yastıklar, bilim-kurgu filminden ya da masal kitabının resimli sayfalarından fırlamış gibi. Dışarıda da birkaç masa; oturanların yüzünde hep o alçakgönüllü mutluluk.

Mavra halen ayakta; olumsuz değişimden nasibini almamaya çalışarak direniyor. Burası halen iyi bir kaçış ve iyi bir sohbetlik dost bulma noktası. Yolunuz düşerse Drakula makarna yemeyi de ihmal etmeyin. Ha bir de Yonca’ya ısrarla sorun:

- “Neden Saltuk konseri yapmıyorsunuz?”

Murat Beşer ([email protected])