Ot

İnsanlığı, bedenin içini de görmeyi sağlayacak x ışınları keşfedildiğinde büyük bir sevinç dalgası kapladı haklı olarak. Tedavide büyük kolaylık sağlayacak tanıların konulmasında atılmış dev bir adımdı bu ne de olsa. Fizikçidir diye, -bu keşif henüz yapılmadan önce-, Victoria döneminin tanınmış bilim adamı Lord Kelvin’e de fikrini sormuşlardı, “Ne düşünüyorsun hocam?” diye. Yıl 1895. “Olur mu öyle şey. Uydurma bu. İnanmayın” demişti Kelvin.

Bir bilim adamı için büyük talihsizlik elbette bu. Ama olur böyle şeyler. İnsan, bilim insanı da olsa, tabii ki yanılabilir. Yanıldığında da, daha sonraki öngörülerinde kesin ifadeler kurmaktan kaçınmasına yarayan bir deneyim kazanmış olur, fena mı? Ama Lord Kelvin, bilgilerinin her defasında işe yarayacağını sanan, dolayısıyla “talihsizliğini” sürdürme konusunda pek bir gayretli zatlardan olduğu için, bu yanılgıdan ders çıkarmayı düşünmedi asla. Kendini beğenmişlik, kibir, insan kardeşleri karşısında, o kendine aşık olma tutumuna ters düşecek rezil konumlara itebilir kişiyi. Buna yine sordular, “havada uçan cisimler lafı geçiyor, ne dersiniz olur mu böyle iş” diye. Daha önce olmaz dediğinin gerçekleştiğini hiç düşünmeden salladı tabii yine: “Havadan ağır nesnelerin uçması diye bir şey sözkonusu olmaz. Ben balon dışında hava trafiğine inanmam.” Çok değil yedi yıl sonra, 17 Aralık 1903’de Wright kardeşler ilk uçağı uçurmayı başardılar. O gün bugündür, - havadan ağır mı bilmem ama- uçak denen “nesne”yle uçuyoruz.

Başka adam olmadığını sandıklarından mı, yoksa ciddi ciddi kafa bulmak istediklerinden mi gidip yine Lord Kelvin’e sordu birileri: “Marconi diye biri kablosuz iltişim falan deyip duruyor. Radyo lafı falan geçiyor, olur gibi mi bu?” Sırtının yere gelmesinden zevk almak böyle bir şey olmalı. Hiç sektirmeden açıkladı görüşünü Lord Kelvin, bir kez daha, tarih 1894: “Böyle bir şey olsa bile radyo denen aletin geleceği yok.” Üç yıl sonra radyo insan hayatına hiç sarsılmayacak derecede kök saldı. Yüzyılı aşkın bir süredir yanıbaşımızdaydı, şimdi cep telefonlarımızda bile var radyo.
Lord Kelvin böyle bir adamdı. Bilim tarihinde, özellikle fizikte,-herhalde hatırı sayılır bilgisi vardı, hakkını yemeyeyim- ama öngörülerindeki acemiliği yüzünden her dediği yalan olan mitolojik kahraman Kassandra muamelesi görüyor yıllar sonra bile. Fidel ile yoldaşlarının devirip, ülkeden kovduğu faşist diktatör Fulgencio Batista, sığındığı fare deliğinden tüm dünyaya Küba Devrimi’nin uzun sürmeyeceğini (!) ilan etti. “Castro ile arkadaşlarına sadece ama sadece üç ay veriyorum.” Küba Devrimi her türlü bozgunculuğa, ambargolara, saldırılara rağmen tam 57 yıldır ayakta.
Sahnede kan ter içinde kalmış genç adamın sahne raporuna not düşüyor uzman: “Dans yeteneği yok.” Sözünü ettiği kişi, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi dansçılarından Fred Astair’dir. Yayıncı yüzünü buruşturup dikkatlice (!) okuduğu dosyayı sahibine iade ederken, “üzgünüm. Romanınızın Amerikan okurunun ilgisini çekeceğini hiç sanmıyorum.” Rekoru hala kırılamayan Rüzgar Gibi Geçti’den sözediyordu. Ülkedeki tehlikeyi sezmişti eski Cumhurbaşkanlarımızdan Celal Bayar. “Bu kış ülkeye komünizm gelecek” dedi kendisine çok güvendiğinden. Çok geçmeden ülkeye 12 Eylül faşizmi geldi. Gelmiş geçmiş en büyük “siyasal meteoroloji” yanılgısına imza atmıştı hazret.

Yanılgı insana özgü. Öngörülerin tutmuyorsa ısrar inadından vazgeçeceksin. Ben, kavgasında inatçı olanları sevenlerdenim. İnat akıldan, muhakeme gücünden, analiz yeteneğinden, doğru okumalardan feyzlendiğinde iyidir, kalbin kenarlarında dolaştığında değil. Kalp heyecanın merkezidir, onu “yarin gül yanağı” için kullanmalı. Gül yanağa akılla, dünya meselelerine kalple yanaşırsa kişi, güldürür kendini. Kalbinden geçenlerle değil, gerçeklerle bakmalı biraz da dünyaya.

Bakılmazsa ne olur? Kelvin olunur, Batista olunur, yetenekleri fark etmeyen dans öğretmeni olunur, dosyayı okumaktan aciz yayınevi editörü olunur. Biz de yıllar sonra bunlar hakkında yazar, güleriz bir güzel. Bizden sonrakiler de öyle yapacak çünkü. Çünkü Sadece bu tiplerle sınırlı kalmaz tuhaflıklar dünyası. Çünkü, maşallah, akşam biçsen sabah yeniden yeşerirler bunlar. Aklını devreden çıkarırsa kişi, “Emevi camiinde haftaya namaz kılacağız inşaallah” diyen Recep olunur, Ahmet olunur.

Kelvin de, Batista da, Bayar da, Recep de, Ahmet de “yanılgılar vadisi”nin hüda’yı nabit’idirler. Bu tanımın “kendi kendine biten ot” anlamına geldiğini herhalde biliyorsunuzdur.

Yanılıyorsam söyleyin. Kızmam.

Ben Kelvin ya da Ahmet değilimki yanılmamış olayım.