Şimdi zamanı

Ekmeleddin İhsanoğlu'nun CHP tarafından da aday gösterilmesi ülkemizde artık politikanın "islam dairesi" içinde yapılacağının bir kanıtıdır. Çünkü, ılımlı olduğu söylenerek, liberal şaşkınların da pompalamasıyla dayatılan AKP İslamcılığının artık Türkiye'yi kuşattığını bundan daha iyi anlatan bir olgu yok.

Sınıfsal mücadelenin geriletildiği, artık uluslararasılaşmış Kürt Sorunu nedeniyle, Kürt entelijensiyasının Türkiye gündeminin çok uzağına düştüğü bir ortamda “laik/modernist”cepheye başka çıkış yolu bırakılmamıştır. MHP'nin rahatlıkla benimsediği ama CHP'nin meşhur mu meşhur “tarihsel misyonu”yla uyuşmadığı çok açık olan Ekmeleddin İhsanoğlu'nun “kabul edilebilir islamcı” kimliği, gittikçe radikalleşen Recep Tayyip Erdoğan'ın karşısına alternatif olarak sunulmuştur. Radikal islamcı'nın karşısına “ılımlı” olduğu sanılan islamcı çıkarılmıştır. Oysa İhsanoğlu kelimenin tam anlamıyla İslamcı bir kişiliktir. Öyle olmasa 2007 seçimlerinde AKP'nin Cumhurbaşkanı adayları arasında adı geçmezdi.

Hiç bir zaman, - ne mutlu ki- , sosyal demokrat olmamış bir sosyalist olarak, bu seçimi CHP'nin artık “merkez sağ” parti oluşunun doğal sonucu saydığımı söylemeliyim. Parti içinde İhsanoğlu'na karşı başlatılan direnişin de etkili olmayacağını dünya alem biliyor.

Kim ne derse desin herkesin Recep bey için çalıştığı ortada. “Silivri zindanlarını yıkan”ların içeriden çıktıktan sonra uyduruk “AKP-Cemaat savaşı”nda sergiledikleri Cemaat karşıtlıklarının Erdoğan'a yaradığını söylemeye gerek bile yok. Bu “savaşta” ikisine birden cephe almak yerine bu tür durumlarda hep yaptığı üzere birinden yana tutum almayı politika yapmak sanan sağcı İşçi Partisi'nden, “Erdoğan kucaklayıcı olabilir” diyen HDP'ye kadar herkes, her kesim Erdoğan için çalışmakta.

Nedeni şudur: Kim ne derse desin, sermayenin büyük bir bölümünün de desteğiyle ülkenin AB normlarına uydurulması süreci, bu sürece uyum sağlaması kolay olmayan mütedeyyin kesimlerin karşısına, onunla “imani bağı” olan AKP'nin çıkarılmasıyla sürdürülebilirdi. Bu açıdan AB yanlısı politikaların aslında tipik bir sermaye partisi olan AKP eliyle dindar çevreleri de ürkütmeden uygulanabilmesi projesi yaşama geçirildi. Bunu, oldum olası “batıl/batı zihniyeti” taşımakla suçlanan CHP ile ya da yine aynı zihniyetin geleneksel merkez sağ kanadıyla yapmak mümkün değildi.

Sermayenin AB yanlısı tutumuna, liberalinden, kimi “sol”una, “özgürlük alanlarının genişleyeceği umuduna kapılan” Kürd'e kadar bir çok kesimden destek verilmesi, “mevcut statüko”nun dağıtılması beklentisiyle ilgiliydi. Bu “dağılma”nın özgürlüklerle sonuçlanacağını sandı bu kesimler. Statükonun dağılmasına rağmen bu kez, hem de eskisinden daha güçlü olarak bir başka “statüko” ile karşılaşıldı.

Gelişimi önünde engel olmadığı sürece sermayenin AKP ile iyi geçineceği belliydi. On yıllık “flört” bunun kanıtıdır. On yıl boyunca AKP iktidarı sermaye yararına çok iş yaptı. Erdoğan'ın toplumda güç kazanmasıyla beraber açığa çıkan otoriter eğilimlerinin, sermayenin önem verdiği konularda da müdahaleci bir tutuma dönüşmesi, örneğin faiz oranlarına müdahale girişimleri, özellikle kent sermayesinin terpkisine yol açtı. Erdoğan kent sermayesinin karşısında İslamcı Anadolu sermayesini çıkardı. Bu kimi ulusalcılar için olması gereken bir gelişmeydi. Soner Yalçın'ın kendisiyle yapılan bir söyleşide Necmettin Erbakan'ın Odalar Birliği başkanlığından zorla uzaklaştırılmasına “Anadolu insanına kapıları kapatan sembolik olay” diye yaklaşması AKP yararına bir arka çıkıştır. Yine Soner Yalçın'ın son kitabı “Erdoğan'ın Kayıp Sicili”nde cemaatin Erdoğan'a saldırısını, Erdoğan'ın üslübuyla “17 Aralık operasyonu” olarak adlandırması AKP-Cemaat kapışmasında AKP tarafında olmaktır. Bu eğilimlerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de yansıyacağı çok açıktır. Ülkeyi cemaate kaptırmamak(!) için, kim ne derse desin, kimi ulusalcı çevreler Erdoğan'ı destekleyeceklerdir. İşçi Partisi'nde bunun izleri görülebilir.

Şimdi, gittikçe dini hayata uydurulmuş bir toplumda, bunun dışında alternatif çıkmayacağına inanmış merkez sağ CHP ile merkezdışı sağın (hala) militer gücü MHP'nin Ekmeleddin İhsanoğlu üzerinde birleşmeleri, Türkiye'de siyasetin “dini zemin üzerinde” sürdürleceği kabulü anlamına geliyor.

Bu Türkiye siyasetinin “teslim” olması demektir. Laiklerin, modernistlerin, liberallerin teslimiyetlerinin bence anlaşılmayan bir tarafı yok. Ancak bu ülkede, azımsanmayacak bir emekçi damar var. Sosyalist siyaset bu damara ulaşmalıdır mutlaka. Ulusalcısının, liberalinin, “sol”unun kafa karışıklığı bu gerçeği değiştirmez. Soma'da iktidarı lanetleyen yürüyüşü gerçekleştirenler bu gidişatı durduracak olanlardır. Sosyalistlerin çalışma alanları işte buralardır.

Düzeniçi çözümlerin iflas ettiği, toplumun genel eğilimine uyarak politika yapmanın gerileme olduğu artık anlaşılmış olmalıdır. Daha sert, daha sol bir politika için şartlar her zamankinden uygundur. Esas olan da direnmektir.

Unutulmamalı. Direnmek solun “fıtratında” vardır.