Açılın Katolik İslam geliyor!

Cemaat ve AKP arasındaki kapışmayı Yeni Şafak’tan izlemek öğretici oluyor. İdeolojik salınımların tarih içinde nasıl oluştuğu üzerine güzel dersler içeriyor. Cemaat hakkında o kadar sert hatta küfürane yazılar var ki, adamların bugüne kadar yani 17 Aralık miladına kadar bunları bildiği ama sustuğunu anlıyoruz. Meğer 17 Aralık olmasaymış büyük bir küresel şeytan ile yaşamaya devam edecekmişiz. Bu ülkede takiyye kelimesi yıllarca anahtar kelimelerdendi. Görüyoruz ki gerçekten takiyye yapılıyormuş cemaat için. Biliniyor ama katlanılıyormuş. Kasetler, kutular, rüşvet iddiaları ortalığı kesif bir dumanla kaplarken, Rabia işaretli yorumlardan hadisler eksik olmuyordu. Ençok alıntılanan hadislerden biri “Bir mümin, arkadaşının aybını görmez, onu gizlerse, şüphesiz Allahü teâlâ bu hareketi sebebiyle onu Cennete koyar” ya da “Kim bir ayıp örterse, diri diri kuma gömen suçsuz kız çocuğunu kurtarmış gibi sevap olur” hadisleriydi. Gerçekten insanlar bu hadisleri utanmadan referans veriyorlardı. Açıkça bu suçu örtün anlamına geliyordu. Oysa yetimin hakkı ya da Hz. Ömer adaleti üzerine de onlarca söz vardır ama nedense akıllarına gelmiyordu haspaların. Kapışmadaki amiral gemilerinden Yeni Şafak’ta ilk başlangıçta Cemaat’ten de doatlarım vardır, iyi insanlardır hadislerle tatlandırılan yazılar zamanla sertleşiverdi.

Özellikle de Cemaat’in Batılı kaynaklara vakıf entelektüel yüzü Yusuf Kaplan’ın cemaate yönelik, yazarsam “küçük dilinizi yutacaksınız” tonu gerçekten dikkate değer. Tabii Kaplan araya Mevlüt Kandili girdiği için yazısını erteledi ve dün yazısından öğrendiğimiz kadarıyla telefonla tehdit de edilivermiş. Yani ortada büyük bir haksızlık var, hatta ortalığı sallayacak ve küçük dilimiz yutacağımız bir yolsuzluk ama kutsal bir gece hatırına söylenmiyor. Neden mi? Yukarıdaki hadisleri bir daha okumamız gerekiyor demek.

Kaplan, yeni nesil İslamcı aydınlar içinde ilginç bir adam İngiltere’de sinema eleştirisi ve kültürel çalışmalar eğitimi görmüş 1990’lı yılların gözde postmodernizm tedrisatından geçmiş biri. Dolayısıyla bütün yazılarına Nietzsche’yi de Derrida’yı da Sartre’da hatmettim ama Huzur İslam’da özgüveni sirayet ediveriyor. Bütün bu okumalar yoz, çökkün (dekedans) Batı uygarlığını mahkum etmek için var anlayacağınız. Bu tartışmalar dolayısıyla bizim referansları yutmuş zannediyor kendini. AKP ve Cemaat arasındaki kapışmada en tuhaf ve cüretli konumda da bu yazar oluyor dolayısıyla. Bazen ilmihallerden ve risalelerden döşeli mistik yazılar döşerken bazen de bizim yıllardır söylediğimiz Püriten İslam kavramına sığınıveriyor. Max Weber’in kapitalizmin gelişmesindeki protestan ivmeyi muhasebe, bireycilik, sadelik ve tasarruf (çilecilik-asketik) çerçevesindeki yeni duyarlılığı anlatırken kullandığı bu çerçeve uzun yıllar AKP’yi ve neoliberalizme eklemlenen İslamcılığı tanımlamak için kullanılıyordu. Oysa Kaplan kendince akıllı bir hamle yaparak AKP’yi dışarda bırakıp Cemaat’i ABD hamiliğinde püriten İslam projesi olarak tanımlıyor. Yine uzun yıllardır solun en önemli argümanı olan “ılımlı İslam” kavramı da Kaplan’ın cemaate karşı savurduğu salvolardan oluyor. Gerçekten gülmemek elde değil. Şöyle diyor Kaplan: “Küresel sistem, tıpkı Hıristiyanlık gibi, İslâm’ın ruhunu ve bütünlüğünü yok edecek, hadım edilmiş, hormonlanmış, hayattan uzaklaştırılmış, protestanize edilmiş, kendisine hizmet edecek seküler bir İslâm anlayışı icat etmek istiyor. Önümüzdeki yüzyılın yegâne projesi bu. Sonuçta, İslâm’dan eser kalmayacak ve sisteme boyun eğecek, dolayısıyla sistemin zorba hegemonyasını ‘ılımlı İslam’ üzerinden meşrulaştırmaya ve uzatmaya yarayacak çok tehlikeli bir projeyi hayata geçirme mücadelesi veriyor küresel sistem...” İnsanın aklına şu geliyor peki Cemaat ABD desteğiyle protestan, ılımlı ve de akılcı bir İslam yaratmaya çalışırken kendileri ne oluyor acaba? Engizisyon mahkemeleri kuran, Haçlı seferleri düzenleyen Katolik İslam mı oluyorlar! Oysa biliyoruz ki her ne kadar Hıristiyanlık içindeki bir ayrışma gibi görülse de Reform ve Protestan ivme Katolik taasuba karşı modernite sürecinde önemli bir dönüşüm sayılırdı. Max Weber’de kavramı bu çerçevede anlamaya gayret ediyordu zaten.Yani Cemaat üzerinden kolayca protestanlığı harcamak öyle kolay olmasa gerek.

Bakalım bu kapışma Kaplan gibilerini Cemaat’e vurmak adına, ileride Leninist bile yapar mı? Belli olmaz diyorum, espriyle karışık...