Gıda soylulaşırken

Bugün biraz somut siyasetten uzaklaşıp yemek yazmak istiyorum. Biliyorsunuz yemek yazarlığı ya da gurmelik apayrı bir alan. Elbette bir Vedat Milör şıklığı yok bende ama Antepli bir etobur olarak yine de deneyeyim. Lezzetli, organik gıdalardan bahsedeceğim aslında. Bir zamanlar hemen her haneye ulaşan lezzetli fasulyeden, sadece biriyle ekmeği yuttuğunuz domateslerden, yeşilliklerden ve ilaç kokmayan etlerden.Farkında mısınız bilmiyorum özellikle 2001 Krizi sonrası pıtrak gibi çoğalan ucuzluk marketleri, büyük sermayenin bakkalığa soyunması, gözünüzden kaçmamıştır elbet. Şık ambalajlar ve “yaratıcı” markalarla binlerce ucuz ürün rafları dolduruyor. BİM’lemek diye bir deyim bile uydurdu gençler. Evet, büyük bir pazar ucuz süpermarketler. Artık köylü bile ürettiği sebzeyi daha fazlasına satıp, yiyeceğini bu ucuz marketlerden almak zorunda kalıyor. İnanamayacaksınız ama yakında köylü bile organik gıda yiyemeyecek ve koca bir pastoral efsane çökecek.

Peki, ne oluyor? Olan çok basit aslında. Ama tarihte bu kadar geniş çapta organik, lezzetli gıdaların üst sınıflara transferi olmamıştır sanırım. Aristokrasi ve burjuvazi tarih boyunca lüks, boş zaman çerçevesinde lezzetin her türlüsüne ulaşma yollarını da buluyordu. Ama yine de toplumun alt sınıflarına, geniş köylülüğe önemli payda bir lezzet kalıyordu. En azından sebze ya da yumurta ölçeğinde. Şimdi değişen işte bu. Artık bir zamanlar köylünün ulaşabildiği organik gıda, şimdi üst sınıfların masasına kayıverdi. Gıda endüstrisi, ilaçlar, iki saatten palazlanan piliçlerden bahsetmiyorum. GDO ve hormon meselesi artık herkes için malumat-ı furuş. Örneğin ısıl işlem görmüş diye bir ibare var. genelde çok düşük fiyatlara satılan sucukların üzerinde yazıyor. Ama görünmeyecek şekilde. Belli ki kanuni olarak düşülmesi gereken bir not. Merak ediyorum, acaba ısıl işlem görmek ne anlama geliyor.

Yine dikkat etmişsinizdir. Bazen butik olarak da nitelendirilen isimleri Maangal, Kasab gibi düzanlam stratejileriyle hareket eden mekanların sayısında önemli bir artış oldu. Çok yüksek fiyata, gerçek et ile hazırlanmış ekmek arası yiyebileceğiniz soylulaşmış mekanlar bunlar. Ya da sosyeteye dönük biçimlenmiş Nusret gibi markalar da magazin programlarından eksik olmuyor. Gerçek, organik sebzeler ile yapılmış yöresel lokantalar da kentin zengin semtlerinde görünüyor. Doygun 4 kişilik bir menü neredeyse asgari ücreti götürecek oranda. Geçmişte Antep’in bir kenar mahallesindeki ciğerci ya da lokantasında çok rahat ulaşabileceğiniz lezzet, şimdi başka semtlerde yaşıyor. Gerisi ise BİM’lemek zorunda.

Soylulaştırma (gentrifications) kavramı daha çok mekansal dönüşüm için kullanılıyor. Kentin tarihi ve merkezi dokusunun yoksulları kovup üst sınıflara transferini anlatıyor. Bugün artık neredeyse kanıksadığımız hatta “olumlu” tını kazanan bir kentsel gasp tarzı. İşte gıda da soylulaşıyor artık. Hem de en daraltılmış anlamında. Daha önce aristokrasi ve burjuvazinin dışında kalan lezzet alanı. Hızlı bir şekilde soylulaşarak onların ellerinden alınıyor. Yani ilerde Antep’in meşhur, biber salçasıyla yapılan salçalı ekmek bile elimizden kayıp gidebilir diye düşünmeden edemiyorum. Onu sadece seçkin bir mekanda tatmak durumunda kalabiliriz çok yüksek fiyatlara.

Yani gerçekten “ağzımızın tadını kaçırıyor” kapitalizm. Hem de düzanlamıyla.