İkinci Yıldırım Akbulut olur mu?

Haklı olarak bir okuyucum soruyor: Abdullah Gül yeni bir merkez sağ lider olabilir mi? Hatırlarsanız, son yazımda Tayyip üzerinden sertleşen ve Gezi Direnişi ile ayrışan ülkede artık bir merkez sağ alternatifin olamayacağını söylemiştim. Merkez sağdan kurtulduk derken, AKP ve neo liberalizm arasındaki örtüşmenin bir merkez sağ ajanlığı gereksinmediğini, yaşadığımız kutuplaşma, Başbakan’ın bizlere dönük “düşman” söyleminin, AKP’nin İslamcı doktriner bir partiye dönüştüğünü gösteriyordu.

Cumhurbaşkanlığı seçimi gündemi kaplamış durumda. Tayyip’in Çankaya’ya, Gül’ün de AKP’nin başına ve dolayısıyla başbakanlığa düşünülmesi, okuyucumda olduğu gibi bazı sorular oluşturabiliyor. Gül’ün Tayyip’e göre sakin ve “ölçülü” duruşu, Gezi sonrası siyasi agresyon ve kutuplaşma endişesi, Gül’ü bir normalleşme olarak görüyor olabilir. Hatta AKP içindeki unsurlar ve muhafazakar burjuvazinin bir kısmı bile Tayyip’in “iç savaş” tınılı tiradlarından endişe duyuyor da olabilir. Tayyipsiz bir AKP ve Gül’ün sakinliği, neoliberal süreçler açısından bir normalleşme anlamına da gelebilir. Hatta Tayyip’in 17 Aralık ile TÜSİAD’a yönelik şiddeti artan ihbarları düşünüldüğünde, onlar açısından bile Gül, ehven bir profil sergiliyor. Gül nezdinde direnişin köpüğünün alınabileceğine dair bir iyimserlik bile bazılarının kafasında dolaşıyor da olabilir. Peki bu mümkün mü? Gül, seküler tınıları da olan, sakin, uzlaşmacı, kutuplaştırmayı artırmayan, hatta restoratör bir lider olabilir mi? Açıkçası bunu ben mümkün görmüyorum. Gezi’nin ortaya çıkardığı yeni muhalefet biçimleri ve direniş ruhu düşünüldüğünde Gül nezdinde bir normalleşme zor görünüyor. Gül’ün sakin ve uzlaşmacı görüntüsü de bunu mümkün kılamayacaktır. Hatta şu bile söylenebilir: Başka türlü bir Yıldırım Akbulutlaşma bile planlanıyor olabilir. Genç okurlar belki hatırlamayacaktır, Özal Çankaya’ya çıktığında, başbakanlığa silik bir profili olan, hatta zamanla bir fıkra ve mizah figürüne dönüşecek Akbulut’u getirmiş, ipleri elinden bırakmamaya çalışmıştı. Tayyip’in Çankaya planlarında da bir tür Akbulut projesi olabilir. Gül’de de prestijli bir uluslararası görev misyonu da düşünülebilir.

İkinci Ernesto
Bu hafta Arjantinli Marksist kuramcı Ernesto Laclau’yu kaybettik. Laclau 1991’de SCBB’nin çöküşüyle ivmelenen Yeni Sol tartışmalarının merkezi isimlerindendi. Ömürlük arkadaşı Chantal Mouffe ile birlikte post-marksizm olarak anılan siyasetin de kurucularındandı. Laclau ve Mouffe, Gramsci’ye dönüşle, sınıf siyasetinin ötesinde, eklemlenme, hegemonya, popüler duyu, çatışma siyaseti gibi argümanlarla farklı bir sol-sosyalist politika öneriyorlardı. Bütün bunları bünyesinde toplayan Radikal Demokrasi projesi dönemin eleştirmenleri tarafından “sınıftan kaçış” siyaseti olarak eleştirilecekti. Türkçe’de de yayınlanan Ellen Meikins Wood’un ünlü “Sınıftan Kaçış” kitabı, sınıfın yerine farkı, kimlik ve çoklukları eklemlenmenin neo liberal süreç ve Kültürelleşmiş Kapitalizm ile “şeytani” ittifakı göstermeye çalışıyordu. Hatta Radikal Demokrasi bir dönem Apo’nun da özerklik çerçevesinde fazlasıyla kullandığı ve üzerinde düşündüğü kavramlardandı.

İkili 1988 yılında Birikim dergisi çevresi tarafından Türkçeye çevirilen “Hegemonya ve Sosyalist Strateji” kitabıyla Türkiye’deki sosyalist ayrışmayı etkileyecekti. Özellikle 90’ların ikinci yarısında, heyecanlı ÖDP sürecinde tezleri fazlasıyla tartışılmıştı. Eğer bugün “yetmez ama evet” üzerinden ve AKP’ye bir dönem payanda olan pişman ve “kullanışlı” sol liberalizm tartışılıyorsa bunda rahmetlinin payı da vardır. Ama şunu da görmek gerekiyor her zengin ve çelişkili düşünür gibi Laclau da günümüzü okumak anlamında verimli uçlar veriyor. Özellikle Gezi sürecinde ortaya çıkan zengin eklemlenme ve “boş gösteren” unsuru üstadı tekrar düşünmek için yeni fırsatlar.
Sosyalizmin çelişkili bu ikinci Ernesto’sunu saygıyla anıyorum.