Sahte Demokrasiler Çağında Seçimlere Bir Kez Daha Merhaba! AHMET ALPAY DİKMEN

Her yıl benim de üyesi olduğum Yönetim Bilimleri kürsüsünün yüksek lisans veya doktora giriş sınavına farklı üniversitelerden mezun birçok aday başvurur. Yönetim Bilimleri kürsüsüne başvurdukları için ve bizim de yeni moda yönetim kavramlarını cilalayıp cilalayıp kullandığımızı düşündükleri için bazı adaylar sınava bir takım best seller kitaplardan hazırlanırlar ve mülakatta bu kitaplardan öğrendikleri klişe sözler üzerinden konuşmaya başlarlar: Yönetişim, demokrasi, sivil toplum, şeffaflık, hesap verilebilirlik vb. Her sınav döneminde Ana Bilim Dalı Başkanı (kendi deyimiyle ABD Başkanı) Prof. Dr. Kurthan Fişek'in tüylerinin bu sözcükleri duyunca diken diken olduğunu çok açık bir biçimde görürüz. Adayları sert bir tonla uyarır, bu sınavda "yönetişim, governance, good governance sözcüklerini kullanmadan konuşun!" Adaylar küçük bir afallamadan sonra sivil toplum üzerinden konuşmaya, devlet, toplum ikiliğini, yönetime katılma, yolsuzluk ve şeffaflığı vurgulamaya başlarlar. Bunun üzerine Kurthan hoca bir soruyla son darbesini indirir: "Sivil toplumun tersi nedir?" Adaylar bir an sessiz kalırlar, sonra "devlet, ordu vs." demeye başlarlar. Kurthan hoca, bilmiş bir edayla, "politik toplumdur" yanıtını verir. Çok basit gibi görünen bu soru-yanıt süreci aslında inanılmaz bir demokrasi dersi içermektedir ve günümüz sahte demokrasilerinin de çıkmazını açığa vermektedir.

Politik olma ve politik davranma niteliğini yitirmiş insanlar ve o insanların oluşturduğu bir toplumda demokrasinin işlemesine olanak yoktur. En azından Antik Yunan'dan beri bunun böyle olduğunu bilmekteyiz. Aristo, insanı insan yapan özellikleri ortaya koymaya soyununca, insan eylemlerini de bu çaba çerçevesinde hiyerarşik bir sıralamaya tabi tutmuştur. İnsan eylemlerinden bazıları "zorunluluklar alanı"na aittir insanın --diğer hayvanlar gibi-- yaşamını sürdürebilmek için yapmak zorunda olduğu etkinliklerdir. İnsanı insan yapan şey bu tür eylemleri değildir. İnsanı insan yapan şey, insanı özgür seçim yapmaya götüren eylemleridir. Özgür seçim, özgür bir biçimde konuşmaktan ve fikir oluşturmaktan geçer. Özgürce konuşan ve fikir oluşturan yaratık, yani insan, Aristo'ya göre zoon politikon, yani politik bir hayvandır. Dolayısıyla insanı diğer hayvanlardan ayıran en temel özelliği onun politik bir varlık olmasıdır.

Kanımca, günümüzde temsili demokrasilerin iflas etmesinin altında yatan en temel etmen de insanın, politik bir varlık olduğunu unutması, hatta daha doğru söylemek gerekirse, insanlara politik birer varlık olduklarının unutturulmasıdır. "İzleyenler toplumu" ya da "sessiz çoğunlukların gölgesinde" bir tür sahte demokrasilerin yaşatılmaya başlaması da doğrudan bununla ilişkilidir. Liberal demokrasileri iflasa götüren bu süreç, liberal demokrasilerin öznesini, yani 'vatandaş'ı ortadan kaldırmaktadır.

İdeolojilerin öznesi olur mu diye sorabilirsiniz! Elbette olur! Mesela marksist ideolojinin öznesi sınıftır, liberallerin öznesi vatandaştır, popülistlerin öznesi toplum/halktır, vb. Peki neo-liberallerin öznesi nedir? Sizleri yormadan hemen söyleyeyim, şirkettir.

Kurthan hoca, sivil topluma karşı çıkarken, öznesi politik insan olan, klasik literatürdeki sivil toplum anlayışına karşı çıkmamaktadır. O, yeni moda, sahte demokrasilerin yaşandığı çağdaş şirket sivil toplumculuğuna karşı çıkmaktadır. Yönetişim sözcüğü de bu anlamda tüylerini diken diken etmektedir. Devlet, özel sektör temsilcisi ve sivil toplum örgütü temsilcisi formülüyle ifade edilen yönetişim süreci, yeni moda demokrasilere en güzel örnektir. "Bütün iktidar piyasa ajanlarına, şirketlere" anlayışının en güzel örneğidir. Bu süreçte demokrasi ve katılım da şirketlerin katılımı, şirketlerin önündeki engellerin temizlenmesi olarak algılanmaktadır. Bu anlayışa göre demokrasinin kaynağı "Piyasa"dır.

Seçim tartışmalarının ayyuka çıktığı, "yok aslında birbirlerinden farkı partilerin" iktidara gelmek için sessiz yığınlara anlamsız sözler verdiği, kimilerinin mazotu 1 YTL'ye düşürmeyi vaat ettiği, kimilerinin hamilelik süresini 3 aya indireceğini söylediği, kimilerinin ev kadınlarına aylık 500 YTL maaş vermeye söz verdiği, halkın oylarının satın alındığı, demokrasilerin beşiği ülkelerde çöplerden oy toplandığı bir zaman diliminde temsili demokrasilerin işlediğinden söz etmek adeta imkansızdır.

Bu imkansızlığın faturası da yine neo-liberal ideolojinin aklı evvellerinin ironik algı düzeyleriyle iki kesime çıkartılmaktadır: Bürokratlar ve siyasiler. Sahte demokrasi çığırtkanlarına göre yolsuzluğun, yoksulluğun kaynağı bu kesimlerdir. Bu nedenle bu kesimlerin karar alma sürecindeki etkileri azaltılmalıdır. Klasik bürokrasi kurumları işlevsizleştirilmeli, yerine yeni yapılar getirilmelidir. Siyasilerin "siyaset olanakları" yani kendi politik ve toplumsal siyasetlerini uygulayabilmek için ellerindeki kullanılabilir tüm araçlar kullanılamaz hale getirilmeli hükümetlerin, bütçesini kullanma olanağı, merkezi bir plan yapıp ülke çapında politikalarını uygulayabilme olanağı elinden alınmalıdır. Meclisin tek görevi, uluslararası kuruluşlar tarafından dayatılan yasaları çıkartmak olmalıdır.

Devletin görevi "düzenleyici" olmalıdır. Yani piyasaların, uluslararası piyasalarla uyum içerisinde çalışmasını düzenlemeli, bu yolla yabancı yatırımı özendirmelidir. Peki mevcut 'devlet refleksi' tüm bunları yapabilecek nitelikte midir? Elbette ki hayır! O zaman bu reflekse sahip unsurlar devletin karar alma sürecine dahil edilmelidir yani özel sektör temsilcisi olarak Koç Grubu, Sabancı Grubu devletin karar alma sürecine dahil olmalı TÜSİAD, YASED (Yabancı Sermaye Derneği) gibi sermaye örgütlenmeleri de sivil toplum kuruluşu statüsünde devletin karar alma sürecini yönlendirmelidir. Bu kuruluşlar, yasa tasarısı hazırlıklarına katılmalı, hatta kendi yasa önerilerini Meclise götürebilmelidir. Gerçek bir demokrasi ancak bu şekilde olabilir!

Peki, Koç Grubu, Sabancı Grubu, TÜSİAD, YASED gibi kuruluşlar toplumu mu temsil etmektedir? Elbette ki hayır! Peki, bu kuruluşlar vatandaş örgütlenmeleri midir? Kesinlikle değildir! Peki, bu neyin katılımı ve neyin demokrasisidir? Neo-liberal sahte demokrasiler çağında şirketlerin katılımı ve demokrasisi! Bu yolla cidden yolsuzluk önlenir mi? Yandı, bitti, kül oldu! Peki ya bizim politik hayvana ne oldu? Dağa kaçtı!

Önümüzdeki ay, sahte demokrasiler çağı üzerine ve "bizim Politik Hayvan'a ne oldu sorusundan" devam etmek üzere politik kalınız!