İstihdam paketi nereye açılıyor?

Geçen ayki yazımı, bu ay da bürokrasi ve bürokratik elitin dönüşümü konusuna devam etme niyetinde olduğumu belirterek bitirmiştim. Ancak bu ay araya başka yakıcı bir konuyu sıkıştırarak bürokrasi ve bürokratik elit tartışmasını bir ay ertelemek istiyorum. Bu konu hükümetin geçen ay sonunda açıkladığı ve gazetelerde "istihdam paketi" diye kendisine yer bulan "5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun" ve bu kanunun sosyal güvenlik sisteminde yarattığı tahribat!

Sermayeye kamu kaynaklarını nasıl aktaracağı konusunda hergün karın ağrıları çeken hükümet son olarak da gözünü İşsizlik Sigortası Fonu'nda biriken paralara dikmiş durumda. İşsizlik Sigortası Fonu'nda önemli miktarlarda para birikmiştir ve hükümet bu parayı işsizlere değil sermaye çevrelerine, uluslararası sermayeye ve onun ülkedeki taşeronlarına aktarmak istemektedir. Bunun çaresini de "istihdam paketi" olarak sunulan ve istihdamı artırma kabiliyeti kuşku götürmez nitelikte zayıf olan bir yasal düzenlemede bulmuş görünüyor. Üstelik bu düzenleme ile sadece İşsizlik Sigortası Fonu'nda birikmiş paraları aktarmakla kalmıyor, sermayeye daha ucuz işgücü elde etmenin yollarını da gösteriyor, bankalara yeni olanaklar ve yeni kazanç kapıları yaratıyor kısacası, uluslararası sermaye başta olmak üzere, onların yerli taşeronlarına "kıyaklar geçiyor". Ülkemizdeki ucuz işgücünü pazarlayabilmek için, istihdam paketi diye adlandırılan yasal düzenleme ile uluslararası sermayeye, "lütfen gelin ve Türkiye emekçilerini daha çok sömürün" diyor bunun için hediyeler, "eşantiyonlar" veriyor.

Neler mi yapıyor? Sıralayalım :

1) Alt işveren staüsündeki taşeronluk ilişkisine sözleşme zorunluluğu getiriliyor. 'Tuzla diyeti' olarak da görülebilecek bu düzenleme bir yandan da uzun vadede büyük sermayeyi güçlendirmeye hizmet edecek, büyük sermayeyi ve çıkarlarını korumaya yönelik bir düzenleme olarak da görülebilir.

2) 18-29 yaş arası nüfus ile kadınlara istihdam yaratanlar için Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) prim muafiyeti ya da prim indirimi sağlanıyor. Ülkemizde en yüksek işsizlik oranı genç nüfusta, yani 18-29 yaş arası grupta bulunmaktadır. İstihdam paketi de esas olarak bu gruptaki nüfusa iş olanağı yaratmayı özendirmeye çalışıyor gibi sunulmaktadır. Bunun için ne yapılmaktadır? Hükümet, işe alınan kadınlar ile 18-29 yaş arasındaki kişilere ait SSK primlerini, 5 yıl boyunca İşsizlik Sigortası Fonu'ndan karşılamayı taahhüt etmektedir. Bu çerçevede, kadınlar ve gençlerin, işverene ait sigorta priminin 1. yıl için yüzde 100'ü, 2. yıl için yüzde 80'i, 3. yıl için yüzde 60'ı, 4. yıl için yüzde 40'ı, 5. yıl için yüzde 20'si İşsizlik Sigortası Fonu'ndan karşılanacaktır. Yasa asıl olarak şunu söylemektedir: 'Eğer işyerinde 29 yaşından büyük birisini çalıştırıyorsan, artık bunu çalıştırmayı bırak. 29 yaş üstündeki elemanının sözleşmesini yenileme, yerine daha ucuza, asgari ücretle çalışmaya razı genç veya kadın eleman al, ben de senin SSK primini İşsizlik Sigorası Fonu'ndan karşılayayım, böylece iki kat kazan!' Gençlere iş yaratmak bahanesiyle 29 yaş üstü kesim feda edilmektedir. Bir yandan da Sosyal Güvenlik Yasası ile 65 yaşına kadar çalışma zorunluluğu getirilmektedir. Demek ki yasa, 65 yaşına kadar çalışma zorunluluğu olan kişileri 29 yaşından sonra işsiz bırak bu insanların primleri kesintiye uğrasın, demektedir. Halkımızın meydanlarda attığı sloganı bu düzenleme ile adeta tastik edilmektedir: "Mezarda emeklilik" hatta "emekliliğe mezarda bile kavuşamama". İstihdam paketi, emekliliği bu ülkede yaşayan insanlara lüks olarak gören bir zihniyetin ürünüdür. Hükümet bu paketle, çalışan ya da çalışmak için bekleyen herkesi güvencesiz bir hayata mahkum etmek istemekte, dolayısıyla da ya yedek işgücü ordusunun bir neferi ya da her an bu orduya dahil olma tehditiyle çalışan insanlar statüsünde yaşamayı emekçilere reva görmektedir. Gençleri ve ülkemiz emekçilerini bekleyen kanımca budur!

3) 29 yaşının üzerindeki personeli işten çıkarmayı özendirirken, hükümet, kıdem tazminatı fonuna ilişkin düzenlemeyi de sürekli ertelemektedir. Bu düzenlemenin önce Sosyal Güvenlik Yasası'na konulması düşünülüyordu. Olmadı, İstihdam Paketi'ne ertelendi. Yine bu pakette de bu konu düzenlenmedi, Sendikalar Kanunu'na ertelendi. Sendikalar Kanunu'nda da bu düzenlemenin yapılmayacağı gün gibi aşikar görünüyor!

4) SSK prim borçlarına ilişkin gecikme zammının %85lere varan oranda silinmesi öngörülüyor. Bu tam anlamıyla işverenlere yapılan bir kıyaktır! Sadece işverenlere değil bankalara yapılan bir kıyaktır, çünkü bu indirim oranı sayesinde prim borcunun bankalardan kredi çekilerek ödenmesi daha avantajlı hale geliyor. Son dönemde kredi faizlerinin yükselmesi sonucu bankalar para satamaz, yani kredi veremez hale geldiler ve birçoğu son 6 aylık dönemi zarar ile bitirdi. Bankaların bu zararını ortadan kaldırmak için hükümet seferber olmuş gibi görünüyor. Elbette son dönemde bankalara kredi satma olanağı sağlanan hükümet düzenlemesi sadece bu değil. Benzer bir düzenleme TOKİ borçları için yapıldı. TOKİ, alacaklılarına, peşin ödeme yapmaları durumunda %25 indirime gidileceğini duyurdu. Böylece banka kredisi alarak TOKİ borçlarını kapatmak daha avantajlı hale geldi. Bankalar da OTOKİ kredisi sağlamak için kolları sıvadı. Önümüzdeki dönemde bankalar bol miktarda TOKİ ve prim borcu kredisi satarak "yollarını bulacaklar" gibi görünüyor. Elbette son 5-6 yılda günbegün hızlanarak artan bankalardaki yabancı ortak sermayesi payı hesaba katıldığında, hükümet aslında uluslarası sermayeyi bu yolla "yemleyerek", dolayısıyla uluslararası kuruluşları da memnun ediyor.

5) İşyerlerinde kreş açma zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. İşverenler dışarıda bir kreş ile anlaşabilirler. Vah çalışanların çocuklarının haline demekten başka cümle bulamıyorum bu düzenleme için!

6) Eski hükümlü ve terör mağdurlarını çalıştırma zorunluluğu ortadan kalkıyor. Hükümet, anlaşılan, eski bile olsa, patronların başına "terörist" ve/veya "hükümlü" musallat etmek istemiyor. Asıl korunması gereken şey toplumun farklı kesimleri değil, patronlar, müesseseler ve müteşebbisler çünkü! Son iki kelimeyi bilerek eski sözcüklerden seçtim. Kullanılan sözcükler değişse bile bu sözcüklerin ifade ettiği anlam değişmiyor çünkü. Hükümetler de değişse bile sermayenin hükümetleri olduğu o kadar aşikar ki!

7) İşyeri hekimi zorunluluğu ortadan kaldırılıyor. Özel hastanelerle anlaşma yolu açılıyor. Ancak işyeri hekiminin sadece hasta bakmadığını burada ifade etmek isterim. İşyeri hekimi bir yandan da işyerindeki iş güvenliği ve işçi sağlığı koşullarından da sorumlu kişi olarak görev yapmaktaydı. Artık böyle birşeye gerek yok. İşçileri kötü koşullarda çalıştıralım, hasta edelim, sonra da özel hastanelere gönderelim. Elbette bu sayede özel hastaneler de bu durumdan nemalanıyor. Son dönemde sağlık alanındaki dönüşüm aşikar! Bir sürü yabancı sermayedar Türkiye'de sağlık yatırımı yapmaya pek bir hevesli. Ucuz sağlık elemanı bol bir ülkeyiz ve dünya standartlarında sağlık hizmetini ucuza vermek konusunda yarışı başta koşanlardanız. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerden ülkemize zaten başlamış olan "sağlık turizmi" de daha bir artacak gibi görünüyor. Önümüzdeki yıllarda, İngiltere'den gelip, Türkiye'de ameliyat olup, hastanede bir hafta yatıp, sonra Antalya'da bir hafta tatil yapıp ülkesine dönecek birçok kişiye şahit olacağız gibi görünüyor. Önceki aylardaki yazılarımda altını çizmeye çalıştığım gibi, önümüzdeki dönem vasıflı emeğin köleleştirilmesi dönemidir. Sağlık alanındaki gelişmeler de bunu destekler nitelikte görülmektedir. Sağlık sektörünün "önü açıktır". Bir destek de yasa ile hükümeten sağlanmaktadır.

Açıkçası, istihdam paketi diye sunulan şeyin istihdam yaratıcı tedbirler almaktan çok uzak olduğu açıktır. İstihdam yatırımla arttırılır. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) prim indirimleri ya da prim muafiyeti/primin 5 yıl boyunca Hazine tarafından ödenmesi ya da gecikme zammının %85'lere varan oranda silinmesi gibi tedbirler işverene devlet eliyle yapılan bir 'kıyaktır'. Bu düzenlemelerin istihdam yaratıcı tedbirlerle ilgisini anlamakta zorluk çekiyorum. Kaldı ki Devlet Planlama Teşkilatı'nın koordinasyonunda tüm ekonomik birimlerin katkısıyla hazırlanarak Avrupa Birliği'ne sunulan Katılım Öncesi Ekonomik Programında da 2008-2010 dönemine yönelik işgücü piyasası gelişim tahminleri, Türkiye'de önümüzdeki yıllarda işsizliğin azalmayıp artacağını saptamaktadır. Resmi tahminlere göre, 2007'de yüzde 2.8 olan istihdam artışı, çalışma hayatına yönelik birçok yapısal düzenlemenin tamamlanacağı 2008'de yüzde 2.1'e gerileyecek. 2009'da da oran yüzde 2.1'de kalacak. 2010'da ise yüzde 1.9'a düşecek. Daha yeni açıklanan işsizlik oranları da bunun kanıtıdır. 2007'nin Mart ayında %10.4 olan işsizlik oranı, 2008 Mart ayı itibariyle 10.7 seviyesine yükselmiştir. DPT'nin tahmini bile böyleyken, istihdam paketinin, istihdam yaratma potansiyelini sorgulanmaya değerdir. Bu konuda DPT gibi benim de çok ümitli olduğum söylenemez.

Ülkemizde taşeronlaşma zaten çok yaygın bir hale geldi. İşsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede, herkes bir biçimde 'kaptığı' işi kendi maliyetlerinden çok daha ucuza ama bir o oranda da kalitesiz bir biçimde yapmaya hazır birilerine yaptırıyor. Hemen her alanda taşeronlaşma eğilimi artmaktadır. Taşeronlaşmanın fiili anlamı, "güvencesiz, esnek, çok ucuza ve kalitesiz iş yapmak" anlamına çoktan gelmiştir. Taşeronlaşma, daha ucuza çalışmaya razı insanların her zaman bulunabileceği bizim gibi ülkelerde işçilik maliyetlerini düşürmenin ve emeği köleleştirmenin en etkili yoludur. İstiham paketi, taşeron ilişkisini sözleşme zorunluluğuna bağlıyor. Bu sayede taşeron ilişkisine bir tür yasal güvence sağlıyor. Önümüzdeki dönemde hem Türkiye firmaları yabancı şirketlerin daha çok taşeronu olacak, hem de yabancı kuruluşların taşeronu olan bu firmalar da daha küçük ve ucuza çalışmaya razı taşeron firmalar bularak sistemi tamamlayacak, gibi görünüyor. Önümüzdeki günlerde genç nüfusu bekleyenin daha çok istihdam olanağı olmadığı ama Türkiye emekçilerini bekleyenin güvencesiz ve esnek istihdam ile daha çok sömürü olduğu açıktır.

[email protected]