Resimleri basında boy boy çıkınca İtalya’da 80’li yıllarda şalvar modası olmuştu. Yeni arabası da eleştiriye maruz kalmıştı tabi; halktan koptuğunu söyleyenler vardı.

Derdiyoklar Ali

2016, 26 şubatın mevsimine göre soğuk olmayışı, o akşamki Derdiyoklar konseri için iyi bir fırsattı. Konserden önce insana zamanı dilediği gibi kullanma hakkı veriyordu. Yapılacak en iyi iş şüphesiz kulise damlayıp Derdiyoklar Ali (Ali Ekber Aydoğan) ile iki çift lafın belini kırmaktı; tabi birkaç bira yuvarlamakla birlikte...

Diğer kurucu üye İhsan Güvercin artık ekipte değildi ama Derdiyoklar Ali, Derdiyoklar ile o kadar özdeşti ki; her haliyle hatta fazlasıyla tüm hikâyeyi temsil etmeye haizdi. İki de plakları vardı elimde, poşete attığım gibi Beyoğlu Suriye Pasajı’ndan girişi bulunan Coop’un yolunu tuttum. Coop Beyoğlu’nun Gezi sonrası zor zamanları için hayli cesur işler yapan az sayıdaki mekândan biriydi ama ne yazık ki kısa ömürlü olmuştu. İşletmecisi (yıllarca Almanya’da yaşamış, fanatik St Pauli taraftarı) hoşsohbet, sıcakkanlı dost ve sağlam solcu Kamil; haber vermişti geleceğimi. Mekânın karanlık ve dar dehlizlerinden geçilerek varılan kulisine vardığımda Derdiyoklar Ali şalvarı çekmiş, divana bağdaş kurmuş oturuyordu:

- “Gel, buyur Murat Gardaş”

Yüzünün yüksek yüzdesi gür saçları, kaba sakalları münasebetiyle görünmüyor ancak yine de ne kadar güler yüzlü ve sevecen olduğu uzaktan bile anlaşılıyordu. 40 yıllık akraba gibi sohbet ediyordu; üzerinde o pek çoğundan aşina olduğumuz ulaşılmaz yıldız sanatçı elektriğinin zerresi yoktu. Sohbet 15-20 dakika sürmüştü, zaten hazırlanması gerektiği için fazla meşgul etmek münasip değildi, ama bizi asıl oyalayan şey, iki plağın üzerindeki muamele olmuştu. “İmzalar mısın?” diye sorduğumda, “imzalamam mı gardaş” deyip plakları kucağına koymuş, asetat kalemi aldığı gibi başlamıştı yazmaya. Bir türlü bitmiyor, yazıyor da yazıyor; çok merak etmeye başlamıştım, ne yazıyor! Biz beri taraftan Kamil ile sohbete başlamıştık, Derdiyoklar Ali nihayet imza törenini bitirmişti ama bende o ara iki 50’lik biranın hakkından gelmiştim.   

Odadan çıkar çıkmaz plaklara göz attım. Bir gurbetçinin memleketteki akrabasına yazdığı hasret mektuplarına benzeyen dileklerle doluydu yazı. Kargacık burgacık harfler kalabalığının altında da Derdiyoklar adına attığı bir imza ve tarih. Adının yerine Derdiyoklar yazması, başlı başına Derdiyoklar Ali’nin komplekssiz ve ne yüce gönüllü birisi olduğunu anlatıyordu.

***

Derdiyoklar Ali’nin sazı ve gitarıyla, önce İhsan Güvercin’in, sonra Mehmet Tanış’ın davuluyla Derdiyoklar İkilisi; parmak ısırtan şovlarıyla sadece deyişlere, halaylara, uzun havalara değil, rock tarihine de apayrı bir sayfa açmıştı. Bizden önce Avrupa’da kıymete binmiş; doksanların ortasında, Rotterdam’da, 50 bin kişilik bir festivalde çalmışlardı. Aslında 40 yılın üzerinde bir süreden beri sahnelerin tozunu atıyorlardı, ancak bizim topraklarda 2000’lerin sonuna doğru yeniden keşfedilmişlerdi. Bunda setlerine parçalarını sıklıkla alan Barış K gibi DJ’lerin payı büyüktü. Birdenbire düğün salonlarındaki sahne şovlarının videoları paylaşılmaya başlanmıştı. Videolar çok şey anlatıyordu; Derdiyoklar Ali’nin tiyatro adını verdiği, çılgınlık mertebesinde bir gösteriydi bu. Sahnede atılan taklalar, sazı omuza almalar, ayakla gitar, burunla org çalmalar... Kendilerinden geçiyorlardı; ama eleştiriler de eksik kalmıyordu, hatta dalga geçenler vardı: “yozlaştırıyorsunuz”, “ayak altında saz mı çalınır”, “bağlamaya saygı gösterin” diyenler…

Üzerlerindeki şalvarlar Anadolu’yu temsil ediyordu, hem de sahnede rahat ediyorlardı. Altında da sahnede kaymayan spor ayakkabılar... Bu kıyafetler San Remo’da olay olmuştu. Porsche’la gitmişler, ama arabanın içinden şalvarlı adamlar iniyor! Resimleri basında boy boy çıkınca İtalya’da 80’li yıllarda şalvar modası olmuştu. Yeni arabası da eleştiriye maruz kalmıştı tabi; halktan koptuğunu söyleyenler vardı.

Müzeyyen Senar, Erol Taş, Özay Gönlüm ve Feri Cansel’in çıktığı 1979’daki Almanya turnesine katılmışlardı. Tiyatroları ve seyirciden aldıkları tezahüratlar Müzeyyen Hanımı şaşırtmış, hayranlığını kazandırmıştı. Kuliste Derdiyoklar Ali’yi gözleri dolarak bağrına basmış:

- “Oğlum, burada kendinizi çürütmeyin. Türkiye’ye gelin, size ihtiyaç var” demişti.

Genelde cumartesi olurdu düğünler, spor salonlarında. En güzelleri Doğu düğünleriydi. Neşet Ertaş’la birlikte sıklıkla düğünlere, konserlere gidiyorlardı ama Neşet Hoca asortik ortamlara alışamamıştı. Nihayetinde Derdiyoklar Ali’den ricacı olmuştu:

- “Gurban olam Alim, beni konserlere götürme, konser için arayan olursa telefonumu verme, beni düğünlere bağla, düğünlere gidek.”

***

Sülalesi Balkanlardan gelmişti, Bektaşi soyundan. Türkücü Antepli Hasan Hüseyin amca oğluydu. İlkokulda saz çalmaya, türkü söylemeye, şiir yazmaya başlamıştı. Misafirin bol olduğu, gece yarısı kuzu dolmalarının hazırlanıp, rakıların içildiği, türkülerin söylendiği evlerindeki pikapta Mahzuni’yi, İhsani’yi, Davut Sulari’yi tanımıştı.

İlk 45’liği “Köyümün Sorunları / Başlık Parası” 1972 yılında çıkmıştı. Modern müziklere meraklıydı, bağlama düzeniyle otantik müziği Batı sazlarıyla icra edince, türüne disko-folk demişlerdi; kendisi de yanına Anatolia Rock eklemişti.

Fethiye köylüsü Almanya yolculuğuna başladığında herkes akın etmiş, köy neredeyse boşalmıştı. Derdiyoklar Ali müzik uğruna gitmiş ama oturma izni için evlilik yapmıştı. Müzik dışında hiç işi olmamıştı. Frankfurt, Darmstadt’ta, 75 yılında Fethiye’den arkadaşı İhsan gelince ona bir bongo almışlar, gazinolarda çalmaya başlamışlardı. Ancak Derdiyoklar Ali’nin aklında çılgınca şeyler vardı; İstanbul’da tanıştığı Ragıp Akdeniz’e üç kollu bir çalgı yaptırmıştı, altta bağlama, ortası gitar, üstü cura; tam beş bin Mark’a. O çalgı ikilinin alametifarikası olmuştu. Bir de silah biçiminde bir gitar tasarlamıştı; silah-gitarı barışın ve kardeşliğin simgesi olarak yorumluyordu.

Öncü topluluktu Derdiyoklar; sonradan sayısız oluşuma ilham vermişlerdi; Derdiçoklar, Delicoşlar, Gencolar, Özdemirler, Şahinler ve Akbaba İkilisi gibi... Barış Manço esinlenmiş; “Yaşayın Hayvanlar”dan sonra “Arkadaşım Eşek”, “24 Ayar Çoban Mamoş”tan sonra “24 Ayar Manço”yu yapmıştı.

Benzerlerine fark atan bir hiciv ve mecaz vardı şarkılarında. Çaldıkları düğünler tüm salonun katıldığı halayla sonlanırdı. Bazen Almanlar da gelir, gecenin sonunda Türk’ten daha çok Türk olur, halaya katılırlardı.

***

İstikrarlıydı, çok üretmiş, üstelik çizgisinden hiç sapmamıştı. Bir de otobiyografik bir kitap yazmıştı: “Türkülerle Gömün Beni”.

Sigara kullanmıyor, nadiren rakı ya da şarap içiyor, bol bol yürüyor, bol sebze-meyve yiyip günde beş litre su içiyordu ama buna rağmen kalbi rahatsızdı ve bir süredir Almanya’da tedavi görüyordu. 14 Mayıs gecesi kalp krizi sonucu vefat etti. Fethiye- Yukarı Tenci Obasında, vasiyeti üzerine doğduğu köyde türküler eşliğinde toprağa verildi. Muhabbetçi ozan geleneğinin kuşağındaki son temsilcilerden biriydi.

Coop konserinden sonra Derdiyoklar Ali’yi görmedim. Yeniden kulise çıkmak için çok geçti, zira öyle şevkle çalmışlardı ki, sahneden indiklerinde saat sabahın dördünü gösteriyordu.

Murat Beşer ([email protected])