"Küba’dan yayılan, bambaşka bir aile kavramı oldu. Eşitlikçi, özgürlükçü, aydınlık ve ilerici. İşte şimdi gönül rahatlığıyla söyleriz, biz böyle bir aileyiz."

Biz bir aileyiz

Yazının başlığı size neyi çağrıştırıyor bilemiyorum ama bende tüylerimi diken diken eden bir his uyandırıyor. Patronun, tacizcinin, zorbanın, egemenin ağzından, işçiye, kurbana, ezilene, tebaaya söylenişi geliyor gözümün önüne.

Son günlerde dostun düşmanın gündeminde de “aile” var. Biz bir aile miyiz gerçekten?

Sırayla başlayayım.

Geçtiğimiz aylarda paralı internet platformu Netflix’te yayınlanan bir dizi ile aile dizimi diye bir şarlatanlıkla tanıştırıldı ülke kamuoyu. Herhangi bir bilimsel temele dayanmayan, ve aslında zaten böyle bir iddiası da olmayan bu piyasa hizmetinin insanların yaşamlarına göbekten sorgusuz sualsiz dalıveren bir ideolojik dayatma olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Bert Hellinger isimli, adı Hitler’in gençlik örgütleriyle anılan, örgütlü bir Katolik gericinin her tür bilimsel yönteme dayalı psikoterapiyi reddederek mistik ögelerle tanımladığı bu postmodern aile kavramı gündemden tamamen düşemese de öyle kıyıda köşede bir yerlerde yapıştı kaldı. Biz, tanımlamasını tarihten, bilimden, nesnellikten almayan; bireyin aklını gizemsel inanışlarla bulandırıp toplumsaldan koparan bu “aile”den değiliz.

Ardından, 18 Eylül’de İstanbul Saraçhane meydanında adı “Büyük Aile Buluşması” olan, adı büyük kendi küçük bir eylemde kullanıldı kavram. Bu kez islamcı gericilerin ağzında slogan oldu. Eylemi düzenleyen Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu, “Aileni ve neslini koru, sapkınlığa dur de!” metniyle imza toplayarak bir tür nefret buluşması denedi. Kendi buluşmalarında çalınan müziği bile hazmetmekten yoksun zihinlerin eyleminde aile kavramı bu kez “Ümmeti Muhammedin kırmızı çizgisi” olarak hortladı.1

Daha biz, kendi memleketimizdeki bu gerici ve yobaz aile kavramlarıyla daralan yüreklerimizi sakinleştiremeden bu kez Avrupa’dan yükseldi bir “kutsal aileci” ses. Birkaç gün önce İtalya'nın ilk kadın başbakanı olan Giorgia Meloni ağzını “Ben bir kadın, bir anne, bir İtalyan ve bir Hristiyanım” diyerek açtı. Sadece İtalyan halkına da değil tüm dünyaya bir meydan okuyuş niteliğindeki konuşmasında, toplumsal cinsiyet eşitliğine inanmadığını, farklı cinsel yönelim ve belirlenimleri olan bireylere ve göçmenlere karşı olduğunu, öyle imâlar ya da satır aralarıyla değil düpedüz ifadelerle açıkladı. Seçim öncesi Meloni’nin gidişatını haberleştirirken İngiliz Guardian gazetesi, Giorgia Meloni İtalyan aşırı sağını nasıl iktidarın eşiğine taşıyor: Tanrı, Aile, Babayurt manşetini kullanmıştı.2 SoL portalda da faşizmi 100 yıl sonra o coğrafyada kim(ler)in parlattığı yazıldı.

Biz, sermaye düzeninin ve emperyalist yayılmacılığın payandası haline gelmiş her tür dinsel gericiliğin, ayrımcı, baskıcı, ve zorba ideolojilerinin çekirdeğini oluşturan o “aile”den de değiliz.

Ama sonra, aynı tarihte dünyanın başka bir köşesinden tertemiz apaydınlık bir aile kavramı yükseliverdi. Küba’da düzenlenen referandumla halk, sevgiye ve gönüllü birlikteliğe dayanan ve üyelerinin eşit haklara sahip olduğu bir aile tanımı yapan yeni 'Aile Yasası'na evet dedi.

Gericiler ve yobazlar cinsiyetçilik, ayrımcılık, ırkçılık ve nefret naraları atarken, Kübalılar, eşcinsel çiftlerin evlenmesinin ve çocuk evlat edinmesinin önünü açıyordu. Bununla da yetinmiyor, aynı zamanda vekil gebeliklere, büyükanne ve büyükbabalar için torunlarla ilgili daha geniş haklara, yaşlıların korunmasına ve cinsiyete dayalı şiddete karşı önlemlerin alınmasına ilişkin bir düzeni onaylıyordu. (Konu ile ilgili bkz. soL portal yazıları)

Küba’dan yayılan, bambaşka bir aile kavramı oldu. Eşitlikçi, özgürlükçü, aydınlık ve ilerici. İşte şimdi gönül rahatlığıyla söyleriz, biz böyle bir aileyiz.