Kara Kafalar

Bu yıl, Galatasaray, şampiyonluğunu ilginç bir şarkı ile kutladı "Çıldırt". Doğrusu, devlet radyosu spikerlerinin yıllarca önce bazı törenleri anlatırken sık sık kullandığı "Günün mana ve ehemmiyeti" deyimine pek uygun bir şarkıydı bu. Çünkü neredeyse, yetmiş milyon insanımız bu melodiyi bir ağızdan söyleyecek duruma geldik. Eskiler çok iyi bilir, alaturka banyolarımızda odunla ısıtılan termosifonlar vardı. Bakırdan yapılırdı. Isıtılınca içinde biriken su buharı kazanı patlamasın diye küçük bir supap bulunurdu. Bu günlerde Türkiye'yi supap deliği olmayan bir termosifona benzetiyorum. Bir reklamda yer aldığı gibi "ağzı olan konuşuyor" Ama bu çok seslilik yeterli değil. Türkiye'yi rahatlatacak bir nefes borusu eksik: Siyasi Mizah.

Karikatürü, fıkrası, hikayesi, tiyatrosu ile siyasi mizahtan yoksunuz. Oysa Osmanlı İmparatorluğunun en baskıcı dönemlerinde bile siyasi ve dini nice fıkra türetilmişti. Nasrettin Hoca'nın Timur gibi bir hakana yöneltebildiği hicve bugün rastlamak ne mümkün 19.yüzyılın son çeyreğinde gazetelerde, yeni çıkan mizah dergilerinde boy gösteren karikatürler baskıya karşın üzerlerine düşeni noksansız yerine getirmişlerdi. Karagöz ve orta oyununun içerdiği insancı itiraz ve bu itirazın yansıtma biçimi gözden ırak tutulabilir mi? Kel Hasan'ı, Naşid'i "Komiki Sehir" yapan güç bu siyasi mizahdır.

Siyaseti algılama yeteneğimiz çeşitli sınırlarla donatılmıştır. 1980'li yıllarda Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinde bir konuyu ele aldığımda, şu anda da Belediye Başkanı yardımcısı olan bir üye "Siyaset yapma, burası siyaset yeri değil" diye bağırmıştı. Kent meclisinde siyaset yapılmayacak da nerede yapılacak? Şaşırmayın. Buna benzer bir itirazı birkaç hafta önce TBMM'deki Adalet Komisyonu başkanından da duyduk. Yüce mecliste "siyaset yapma" diye kürsüye saldıranların sayısı az mı? Oysa bilmezler ki siyaset hava ve su gibi yaşamın vazgeçilmez öğelerinden biridir. Başbakanlığın önünde yazar kasasını fırlatanda, domates fiyatını eleştiren de farklı bir davranış içinde değildir. Mizah ise yazının, çizginin, gösterimin tüm öğelerini kullanarak adeta halkın yaşadığı siyasal ortama feryad eden sesidir.

Yaşadığım her dönemde ortak feryadı dillendiren nice yapıtı bir yaşam nefesi gibi algıladım. Bektaşi fıkraları, elden ele dolaşan hicivler, ders kitaplarında yer alan Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Karacaoğlan'ın bize açıklanmayan satır aralarının sesini bu nedenle aradım. Bu uğraştan zevk aldım. Milli Mücadelenin nihayetlenmesiyle AKBABA vb. gibi dergilerde eleştiriler yükselmeye başladı. Örneğin Cevat Şakir'in (Halikarnas Balıkçısı) gittikçe yaygınlaşan monden yaşamı eleştiren çizgileri dikkate değerdir. 1930'lu yıllarda ve sonrasında iki çizer öne çıktı: Cemal Nadir ve Ramiz. Bu ikisinin Amca Bey ve Tombul Teyze tiplemeleri günümüze kadar yansımıştır. Onları Nemci Rıza ve niceleri izlemiştir. 1940 ve 1950'li yıllarda gazete eklerinde siyasi gelişmeleri ele alan tam sayfa karikatürler yayınlandı. Bunlar arasında Ratıp Tahir'in, Bedri'ninkiler dikkat çekmekteydi. Mizah dergileri açısından en önemli atılım 1970'li yıllarda meydana geldi. Özellikle "Gırgır"ın etkinliği önemliydi. Ona belli ölçüde "Mikrop"da katıldı. Avanak Avni, Utanmaz Adam, Kötü Kedi Şerafettin, Muhlis Bey vb. gibi nice unutulmaz tipler hem mizah, hem de siyaset söylemine girdi. Ülkemizde siyasi mizahın en başarılı örneği Aziz Nesin, Sabahattin Ali'nin çıkardığı "Marko Paşa" dır.Tüm baskılara karşın dergi yaşayabilmek için çetin bir savaşım vermiştir.

Türkiye'de siyasi eleştiri açısından tiyatro ve sinema, dönem dönem öne çıkmıştır. Sınıf farkını güldürü biçiminde sergileyen Lüks Hayat ve Alabanda isimli müzikli oyunların günümüzde bile bir işlevi yerine getirdikleri görülüyor. Savaş yıllarında (1939-1945) iki oyun İstanbul Şehir Tiyatrolarında aylarca sergilenmiştir. Reşat Nuri'nin "Yaprak Dökümü" savaş zenginlerinin sorumsuz lüks yaşamı karşısında inleyen yığınların tepkisini bir anlamda piyeste bulan izleyici bu kendi yaşamını da yansıtan oyunu ayakta alkışlamıştır. Kendisinin ve ailesinin sorunlarını o oyunda görmüştür. İkinci oyun ise "Cyrano de Bergerac" tır. Cyrano bir itirazcıdır. Düzene de çirkinliği ile kuşatılmış kendi yaşamına da itiraz eder. Sabri Esat (Siyavuşgil) çevirisi de oyunu sevdiriyordu. Cyrano'yu oynayan Hüseyin Kemal (Gürmen) o köktenciyi, itirazcıyı her mimiği ve hareketi ile yaşatıyordu. Hele, burun üzerine ünlü tiradın söylendiği sahne. Hem yoksunluğa, hem düzene, hem tüm gizli tutkulara erişememeye itirazın tam yansımasıydı. Her sahneyi adeta ezberlemiştik. Hepimiz bir yerde sanki horlanan Cyrano'yduk... Onun için oyun sevildi. Son sözleri beyinlerimize kazındı. "...Ölüme kaza yetti, Cyrano de Bergerac maktulen vefat etti". Bir siyasal cinayeti böylesine karşılamak...

Sonraki yıllar tiyatronun siyasal mizahın ve hicvin ne denli etkin bir örneği olduğunu bize gösterdi. Haldun Taner bu konuda ustaydı. Keşanlı Ali Destanı yaşama savaşı veren gecekonduları, varoşları bize yansıttı. "Sinekli Dağ burası şehre tepeden bakar, ama şehir uzakta masallardaki kadar". Varoş olgusu bu kadar güzel anlatılır. Hele genel tuvaleti işleten (Semiha Berksoy) kadının sözleri, zengin, fakir farkını ne çarpıcı gösterir. Bir başka Taner oyunu "Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım" da tüm yakın tarihimiz didik didik edilir. Ulvi Uraz'ın 141,146 diye ceza yasası maddelerini sayarak çektiği şınav unutulur mu?. Rıfat Ilgaz'ın "Hababam Sınıfı" bir başka örnek. Devekuşu Kabare'nin oyunları. Zeki Alasya- Metin Akpınar ikilisinin skeçleri. Levent Kırca- Oya Başar çiftinin "Olacak O Kadar" gösterileri... ve sevsek de sevmesek de hepimizin güldüğü Kemal Sunal filmleri, Zübük, Katma Değer Şaban vb.leri. Tabii Dostlar (Genco Erkal), Ferhan Şensoy ve Ankara Sanatın gösterileri önde gelir. Yok bunlar artık. Çizerlerin Başbakanı çizince başları derde giriyor. Siyasi hiciv ise hemen hemen sahnelerden çekildi. Varsa yoksa içeriksiz "Jem Bey" stand-upları. Son yılların pek tutulan "Avrupa Yakası"na bakın. Gülse Birsel'in yığınlara seslenmeyen esprilerine biraz siyasal hiciv katabiliyor mu? Rutkay'ın sergilediği eski diplomat tipi bu konuda dişe dokunuyor. "CMYLMZ" gibi saçmalığı kullanan Cem Yılmaz ise siyasal mizahın değil, günlük yaşamı anlatan mizahın bile yanından geçmiyor. Gora ya da taş devri öyküleriyle kendini oyalıyor. Bir maymunla çekilmiş resminde tüm dişlerini göstererek gülüyor. Bir an için ünlü Fransız aktörü Fernandel aklıma geldi. Boynum büküldü. Nereden nereye gelmiştik. Siyasi mizahı unuttuk diyenler ne kadar haklı. Muammer Karaca, Sururi Kardeşler, Irma Toto, Muzaffer Hepgüler ve Renan Fosforoğlu ve nicelerinin tuluâtın doğaçlamasıyla pekişmiş esprilerini hala anımsıyorum. Cibali Karakolu, Adnan Bey Duymasın... ve sis bulutunda ağır ağır kaybolan kahkaha salvoları. Bir Tv kanalında saçmalıklar sergilenmesi olarak nitelenebilecek "Koca Kafalar" adlı programını izlerken tüm bunlar aklıma geldi. Çıldırt müziğinin egemen olduğu ülkemde bize nefes aldıracak "Kahkaha salvoları" aradım. Yoktu. Hepsi Kara Kafalar barikatıyla engellenmişti. Aziz Nesin, büyük usta seni nasıl arıyorum, bir bilsen.