Hiçlikten gelen adam

2007 yazı…

Bunaltıcı bir rutubet altında Çeşme’de Alaçatı Babylon’da bir Cumartesi gecesi öncesi telaşesi yaşanıyor. Plajdaki güneşli saatlerini tamamlamış gölgenin lounge keyfiyetine geçmiş birkaç müşteri ortadaki barda hafif alkollü renkli tropikal içeceklerini yudumlarken sohbete dalmış, elleri süpürgeli, sırtlarında bira kolileri ile çalışanları fark etmiyorlar bile. İki farklı dünyanın birbirine değmeden buluştuğu bu sütliman deniz kenarı zira birkaç saat sonra iğne atsan yere düşmeyecek hale gelecek. Ne de olsa akşama gece âleminin en civcivli partisi Oldies But Goldies var.

Koşuşturanlar arasında yeni bir sima göze çarpıyor. Zayıf, çevik, orta boylu, esmer bir çocukcağız, yirmisinde var yok. Heyecanlı mı heyecanlı, tuvalet temizliğinden ortalık toparlamaya ne iş verseler iyi-kötü demeden gözleri parlayarak üzerine atlıyor. Kavrayışı yüksek bir delikanlı, kendine söyleneni tekrarlatmıyor.

Bundan üç yıl evvel de, 2004 yılında dört ay çalışmıştı -yıllar sonra şimdi Babylon’un ışık masasının patronu olan- Sadık, Asmalımescit’teki İstanbul Babylon’da. Sezon kapandığında, aradan çıkarmak için apar topar askere gitmiş, dönüşte bir internet kafe’de işe girmişti. Bir yılın sonunda dank ediyor; burada ne köy olabilir ne de kasaba. Geçmişini süsleyen en güzel anıların peşinden gitmeye karar verdiğinde, tavana kadar yükselen kırmızı tuğlalarıyla aklında kalan bu sempatik yeri çok özlediğini anladı.

Tam da o sırada yeniden davet almasın mı? Üç yıl sonra yeniden kolları sıvamış, bu kez Alaçatı Babylon’da 2007 yazında komi olarak işe girmişti.

***

Eskisinden daha da iştahlıydı şimdi, çünkü dışardaki dünyayı görmüştü; burası çok şenlikliydi. İlk kez bir toplantıda o zamanki işletme şefi Jake uyardı. Yöneticilerin dikkatini çekti:

- Bu çocuğun göze çarpan bir takım özellikleri var. Çok yetenekli, her şeyi kısa sürede kapıyor. Elinden tutalım, bir fırsat verelim, değerlendirelim.

Toplantı çıkışında hemen yakalıdı bizimkini: “Ajan” dedi. Jake etrafındaki yakınlık duyduğu elemanlara bir samimiyet belirtisi olarak hep böyle hitap ederdi:

- Ajan senle konuşmamız lazım. 

Konuştular. Ekibin bazı eksikleri vardı, özellikle de Sadık’ın meraklı olduğunu fark ettikleri teknik kısımda. Karar çıkmıştı; yaz bitiminde Çeşme’yi kapatıp yeni sezon için İstanbul’u açmaya gelirken öğrendi Sadık bunu. Artık ışık masasının yanında ikinci pilot olacaktı.

O zamanlar ışık masasında büyük usta Arek Nişanyan ile çalışmış yetenekli ışıkçı Ertan vardı. 2007-2008 sezonunda gerçekten çok şey öğrendi onun yanında, asma kattaki bir buçuk metrekarelik ışık kulübesinin içinde dikilerek. Yöneticilerinin teşvik edici rolü burada da sürüyor, Pozitif’in diğer organizasyon şirketlerine oranla insan daha fazla yatırım yapan yüzü Sadık özelinde somut olarak görülmeye başlıyordu. 2011 yılında Ertan’ın ayrılışının ardından artık masanın şefi oydu. Sadece ışık konusunda değil, her akşam burada konserleri pür dikkat dinlediği için müzik kulağı ve birikimini de arttırmıştı. Zaten Ertan ile birlikte çalıştığı dört yıl içinde ışığın yanı sıra sahne kurulumuyla da ilgilenmişti.

Hattı zatında Ertan’ın ardından birkaç ışıkçı denenmek üzere işe alınmış, iki nedenle kısa sürede ayrılmışlardı: ilki buradaki yüksek çıta, ikincisi ise Sadık’ın başka birine ihtiyaçları olmadığını ispatlayan şaşırtıcı arzusu ve performansı olmuştu.

Şirket artık ona sınırsız bir güven duyuyor, istediği ekipman konusunda tereddüt geçirmeden bütçe çıkarıyordu. Eline geçen fırsatı maksimum kullanmış, önünü iyiden iyiye açmıştı. Hiçlikten başlayan bu macera, giderek artan bir iş sevgisiyle katlanarak büyüyordu. Çok geçmeden ufak ufak kendi visual’lerini de yapmayı ihmal etmeyecekti.

***

Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde doğmuştu. Babalarının iki eşinden toplam 18 kardeş, Sadık ikinci eşten, sondan üçüncü çocuk. Kardeşler çeşitli köy ve şehirlere göç etmiş, ama aralarındaki bağ her daim güçlü kalmıştı. Vefalıydı, bulduğu her fırsatta kardeşlerini arayıp soruyor, bir ihtiyaçları varsa atlayıp yanlarına gidiyordu. 

Sadık’ın gece hayatında yaşayanların çalışanların aksine içkisi sigarası da yok. 10 yaşında 1995 yılında iki abisi ile İstanbul’a geldiğinde, Harbiye’de otururken Tekel Bayisi olan bir bakkalda çıraklık yapmış ve burada içkiden sigaradan nefret etmiş. İlkokulu dışarıdan bitirmiş, bir başka önemli eksiğini kapatmak amacıyla -işyerinin teşvikiyle- üç dönem İngilizce kursuna gitmiş.

Kürt olduğu için sayısız haksız muameleye, hakarete maruz kalmış, dışlanmış. Ama asla bunlara aynı üslupta karşılık vermemiş. Kırgınlığını içine atmış, bu duyguların acısını çalışmaktan almış. Mensubu olduğu kökenin milliyetçi duygularına kapılmamış, tersine karşısındaki insanları bundan muaf tutarak insan olarak hesaba katmış. Belki de bu sebeple mümkün mertebe politik muhabbetlere girmiyor. 

Uzun ya da kısa vade; öyle yükselmek için hesaplar falan yapmıyor Sadık. Sadece işine yoğunlaşıyor ve onu en iyi şekilde nasıl yapabileceğini biliyor: çok çok çalışarak…

Eve sabaha karşı yorgun argın gittiğinde bile kendini yatağa atmadan evvel kafasını kurcalayan işle ilgili sorunları düşünüyor, araştırmaları için gerekirse birkaç saat daha o bilgisayarın başında oturmaktan imtina etmiyor.

***

Motivasyonu ve özgüveni çok yüksek bir adam... Ancak bunun dışarıdaki karşılığını da maddi-manevi alıyor. Bunlardan bir kaçını duymak isterseniz…

İsveçli sarışın Nanna Oland Fabricius, nam-ı diğer Oh Land, konser gecesi sahneden birkaç kez övgü dolu sözler sarf ediyor Sadık için. Konser bitiminde de kuliste kendini tutamıyor ve bir Babylon yöneticisine: “Siz elinizde nasıl bir adam olduğunun farkında mısınız? Işıkları yapan adam, o gerçek bir sanatçı. İsmini bilmiyorum, ama tanımayı çok isterdim” diyor.

Hindi Zahra ise “Şayet bu adam bir İngiliz olsaydı ya da orada yaşasaydı, dünya çapında bir ışıkçı olurdu” diye yorum yapmaktan kendini alamıyor.

Gaslamp Killer gecesi konseri izleyen bir menajer de, ışığın makineler tarafından otomatik olarak yapıldığını sanıyor önce, ancak sonradan elle yapıldığını öğrenince hayretini “böyle yetenek görmedim” sözleriyle ifade ediyor. 

Bu ve benzeri iltifatların bir kısmı doğrudan kendisine, bir kısmı da yönetici ya da mihmandarlara telaffuz ediliyor; sonradan Sadık’a aktarılıyor. Ama o hiçbirine havaya girmemek için kulak asmıyor. Biliyor ki kendini dev aynasında görürse, şımarırsa bu onun kişiliği namına sonu olur.

“Eyvallah abi” deyip geçiyor. Zira nereden geldiğini, geçmişini, köklerini hangi ortamda bulunursa bulunsun bir saniye bile unutmuyor. Kendini sınıf atlamış sanıp, snopluk etmiyor. O hiçlikten geldiğini iyi biliyor.

Gerçek bir işçi sınıfı figürü olarak, başına ters geçirdiği kepi, eski tişört, buruşuk blucin ve herhangi bir spor ayakkabıdan oluşan değişmez giyimiyle, hilafsız Pozitif (ve Babylon) tarihindeki en anlamlı başarı hikâyesinin sahibi O.

Murat Beşer ([email protected])