Dağcı öldü

Uludağ’da iki dağcı kayboldu… Başlık buydu.

En yakın dostlarımdan, yoldaşlarımdan birini yitirdikten sonra dağcı haberleri içimi ürpertir oldu, yine aynısını yaşadım. İsim hafızam bir felaket, okuduğum isimler bana bir şey anlatmadı. Oysa bir gün önce sormuştum Efe’yi, Efe Sarp’ı arkadaşlara… “Tanıyor musunuz” diye…

Uğur (Uluocak) her zirve öncesinde “oğlum öleceksin” uyarılarımı “sana ne” ile püskürtürdü. Başka hiçbir konuyu “sana ne” ile geçiştirmezdi, alabildiğine titiz biriydi, onun dünyasında “bana ne”ye de “sana ne”ye de yer yoktu aslında. Ama tırmanma tutkusunda “sana ne” dedirtecek bir akıl dışılık vardı. Biraz da o akıl dışılığın büyüsü çekiyordu insanları. Çok kızdım Uğur’a, sonra başkalarına, “buna hakkınız yok” dedim. Şimdi kızar gibi yapıyorum.

Evet “Uludağ’da iki dağcı kayboldu” haberi yayınlanmadan bir gün önce sormuştum Efe’yi arkadaşlara. 

Bir mühendis anlatıyordu… “Çalıştığım firmada teknisyenlerin düşük ücretlerinin artırılması için uğraşıyorduk. Sonra baktık olmadı, üç mühendis yönetime başvurduk, bizim maaşları düşürün, farkı teknisyenlere verin…” Bilirim, patronların en ifrit olduğu taleptir bu. Kabul edilmemiş elbette, başka şeylerle birleşince istifa etmiş mühendis, yaşımını ders vererek kazanmaya karar vermiş.

Sonra… Biri ulaşıyor kendisine, “ne çok sevenin var burada…” diyerek… Yerine işe alınan mühendis. Ardından eski mesai arkadaşları ses veriyor, “yeni gelen senden de beter çıktı, komünist bu” diye takılarak… Şirketin istifa eden mühendisi ile onun yerine işe alınan böyle arkadaş oluyorlar.

Siz Kemal Okuyan mısınız” diye sormuştu tesadüfen karşılaştığım biri. O anlatmıştı bunları… Heyecanla, istifasının öyküsünü, yerine alınan mühendisin TKP’li olduğunu, kendisine de “partiye mutlaka katılması gerektiği”ni söylediğini… 

TKP’li mühendis Efe Sarp’tı. Arkadaşlara “tanıyor musunuz” diye sorduktan bir gün sonra haberi okurken ayırdına varamadığım Efe…

Oysa Efe’yi de tanıyordum. Birkaç yıl önce bir kafede çay içerken “merhaba Kemal bey” diye yanıma gelmiş, biraz sohbetten sonra “ben de TKP’ye katılmayı düşünüyorum” demişti. 

Dediğini yapmış. Geçtiğimiz yıl Bursa’da üye olmuş, İstanbul’a taşındığında da Sancaktepe’de sürdürmüş siyasi çalışmalarını.

Mevcut düzene inanılmaz bir öfkesi olduğunu söylüyor herkes. Sevecen, sertlikten uzak bir kişilik ama haksızlıklara karşı dizginlenemeyen bir öfke. Zaten o öfke TKP’ye götürmüş onu.

Mühendisler de sömürülüyor. Hem de giderek daha ağır koşullarda. Ancak hâlâ işçi sınıfının içinde göreli “ayrıcalıklı” konumlarını sürdürüyorlar. Hiç değilse bazıları…

Efe’yi ya da diğerlerini ilerleyen yaşlarda sosyalizm mücadelesine çeken yalnızca ağırlaşan koşullar değil. Akılları ve vicdanları rahat bırakmıyor onları. Yıllar önce “okumuş insanlar emekçi halka karşı sorumludur”u bir motto haline getirmiştik. Bu berbat düzen, bir nebze tutunma olanağı verdiği “eğitimli”lerin bir bölümünde sadece ve sadece iğrenme duygusu uyandırıyor. Düzen, yoksulu ezdikçe, cehaleti yücelttikçe, kadını öldürdükçe, çocuğu istismar ettikçe kendisine eğitilmiş iş gücü diye ayırdıklarından bazılarını kaybediyor. 

Hep böyle oldu ve iyi ki böyle oldu.

36 yaşında TKP üyesi olmaya karar veren Efe Sarp bunlardan biriydi, daha doğrusu biriymiş. Eşitlik arayışını TKP’de, özgürlüğünü dağlarda aramaya çıkmış. Dedim ya artık kızmıyorum, kızar gibi yapıyorum.

Uludağ’da iki dağcı kayboldu.  Ben birini yazdım. Aslında artık Mert’i de tanıyorum. Yok hiçbir yerde karşılaşmadım ama Uludağ’da iki dağcı kaybolmasaymış tanıyacakmışım büyük olasılık.

Ne önemi var ki! O gülümseyişi bir yerlerden biliyorum.