Çelişkiler yumağı

Geçmişte bir zaman Viyana'ya gittiğimde doğrusu şehir beni cezp etti, ama tarih içimi kararttı. Bir zamanlar "Viyana kapılarına dayanma" edebiyatı ile süslediğimiz tarih kitaplarının ve o kitapların naklettiği olayları hiç bir zaman anlayamadığım gibi, Viyana'da da hiç anlamadım. Henüz sanayi aşamasının ilk basamağına dahi geçilmediği, iletişimin fevkalade zor olduğu bir dönemde buralarda ne işimiz olabilirdi ki! Batılıların Dünyanın dört bir yanına sömürmek için gitmelerine itiraz ederken, imparatorluğun oralara gitmesi, her halde dünyevi ve uhrevi bazı güzellikleri yeryüzüne taşıma ve aşılama amaçlı olsa gerek! Viyana kapılarına kadar dayanmış bir cihan imparatorluğu yöneticilerinin, hüzünlü dönüş yolunda her halde yenilginin nedenlerini de düşünüyor olmaları gerekiyor. Belki de "tüfek icat oldu mertlik bozuldu"!

Seçim turlarına (muhtemelen devlet parası ile!) devam eden başbakan, son Viyana gezisinde, geçmişte Viyana kapılarına dayanmış olan bir ırkın evlatlarıyız gibisinden bir söylemle hem hala canlılığını koruyan "Türk korkusu" nun dirilmesine yol açıyor, hem de uluslararası ilişkilerde Türkiye'nin imajını zedeliyor. Nitekim, Avusturya Dış İşleri Bakanlığı'nın bu konudaki fevkalade haklı ikazı ulusal gururumuzu zedeleyici niteliktedir. 21 inci yüzyılda sömürgeciliği ve ülke işgallerini reddederken, fevkalade mazide kalmış bir tarihsel olayı, günah ve sevaplarıyla gömmek gerekirken, sırf seçim mesajı uğruna mazide kalmış bir tarihsel olayı ısıtarak tekrar sahneye sürmenin basiretle açıklanır bir yanı olmasa gerek. Hele de Avrupa Birliği üyeliği derin deprem geçirirken, böylesi bir çıkış, salt çıkışı yapanı değil, tüm ulusu zedeler ve töhmet altına alır.

Her düzey seçimde adayların eşit şartlarda mücadeleye girmesi kimsenin yadsıyamayacağı genel ilkedir. Seçime halel getirebilecek her türlü aşırılıkların yasaklanması da bu kurallar ya da teamüller arasındadır. Eğer bir aday çıkaracaksa AKP'nin de bu kurala uymak zorunluluğu yadsınamaz. Ama bakıyoruz ki, başbakan iç turlar dışında, devlet gücü ile dış turlarda da AKP'nin çıkaracağı adayın desteklenmesini talep edebiliyor. Bir uluslararası sorun ya da ihtilaf bazı özel durumlarda iç siyaset malzemesi yapılabilir, ancak son örnekte ne ele alınan konu günceldir ne de konunun ele alınış yeri makbuldür.

İç siyasetteki görüntüye yöneldiğimizde karşımıza bundan daha parlak bir tablo çıkmamaktadır. Mağdur edebiyatı ile beslenen ulusun bir bölümünün kalkışı olarak görülmesi gereken AKP, Cumhuriyet'in 100 üncü yılına doğru yol alınırken, halklarını vatandaşlıktan kulluk mertebesine çekerek, küreselleşen emperyalizm döneminde yeni bir küresel eyalet yaratma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu gidişata karşı çıkmanın tek yolunun aynı kanalda mücadele vermek olduğuna inanan CHP, kulvarda çıkaracağı alternatif adayla işleri yürütmeye çalışmaktadır. Sanırım CHP'nin hatası, dokuda değil, marjinal alanlarda mücadeleyi(!) yeğlemesindedir. Eğer AKP bir sosyal proje ise, bu projenin rampaya oturtulmasına zemin hazırlayan sosyal yapıya bir şekilde dokunmak gerekiyor. Örneğin, AKP'nin ülke halklarına yaptığı en büyük hainlik olan eğitim sistemini değiştirip dinciliği öne çıkarırken, keşke CHP'nin sesi çok daha gür çıkabilse idi. Tedricen yürütülen projelerin ileriki dönemlerdeki toplu tezahürü, emperyalizm merkezlerin felsefeden yoksun nitelikli ara eleman kaynağı bir Orta Doğu ülkesi görüntüsü kazanması şeklinde olacaktır. Aynı şekilde, keşke CHP, paralel devlet olarak nitelenen ve yıllardır alttan alta ülkede, hatta dış ülkelerde yeşertilen doku ile cepheden uğraşı verse idi. Bu hıyanet projesinin sürdürülmesi ve oturtularak muhkemleştirilmesi için AKP'nin siyaseten dağılmamış ve işbaşında olması gerekmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, cumhurbaşkanı mı olmak, yoksa başbakan olarak partinin başında mı kalmak meselesi, son davalar dışında ve onlardan da önemli olarak bu noktada düğümlenmektedir.

Dolu dizgin seçime gidilirken her kurum ve doku gibi yargı da bu yolda kurban edilmektedir. Ne hazindir ki, siyasiler seçime giderken yavaşlayarak işlemdeki dosyaları donduran yargı erki, bu kez de iktidara taşıdığı siyasilerin taleplerine göre davaları, gereğine göre, bazen yavaşlatmakta bazen de hızlandırılarak, insanların haklarını ihlal ettikten sonra onlara kısmi serbesti, en azından ev rahatlığı sağlama yolunu açabilmektedir. Hatta, çeşitli idari önlemlerle yargı o denli siyasetin emrine koşulmaktadır ki, doksan küsur yaşlarındaki komutanların durumu da, son anda "hamili kart yakınımdır" misali, yetmez ama evet avenesinin ağzına bir parmak bal olarak halledilmektedir. İnsan bazen düşünmeden edemiyor, mahkeme, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi yargıçları bu denli farklımıdır ki, böylesi çelişkili kararlar ittihaz edebiliyorlar. Demek ki, adaletten bağımsız ve siyasetin emrindeki yargı, siyasetçinin sinyaline göre, bazen can yakabiliyor, bazen de insanlara "ülkede yargıçlar var" sevincini yaşatabiliyor!

Sonucunun önemine binaen bu denli kıran kırana geçen seçim sürecine muhtemelen ihale mutemedine ayar vermek isteyen dış güçler de müdahale etmeden duramazlar. Nitekim, hesaplaşma ya da demokratikleşme şeklinde iç olay olarak yansıyan bir dizi müdahalenin kaynağının, aynen geçmişteki darbelerde olduğu gibi, dış güç olma olasılığı çok kuvvetlidir. Belki de, önemli bir seçim arifesinde bunlardan bir yenisi de, Irak' ta mücadele veren grubun silahlarını temin ettikleri bir komşu ülkenin elçilik binasını basıp, adeta buraların hakimi benim mesajı vermesidir. Ortadoğu'da sevildiğini ve sayıldığını zanneden, komşu ülkelerin iç hukukunu dahi çiğnemeye yeltenen bir siyasiye acaba birileri bazı mesajlar veriyor olabilir mi! Ne var ki, böylesi uluslararası mesajlar uluslararası dil niteliğinde olduğundan, bu dili anlamak için de biraz "monşer" olmak gerekir. Monşer olmadığımız bir yana, uzun vadeli ve soyut düzeyde düşünce yeteneğimiz de biraz politik olduğundan ülkeyi böylesi bataklıklara saptayabilmekteyiz.