Yumurta küfeleri, halkçılık ve ‘boşluk’

Aydınlanma ve bilim vurgusu yaptığımızda neden halka-emekçilere "uzak" düşeriz? Modernizm neden "elitist" bir çağrışım yapar? Neden "birey de birey" kavramını sistematiğinin merkezine yerleştiren liberal düşüncenin taşıyıcıları daha fazla "halka yakınmış gibi" görünür? Halk birey mi, ya da birey halk mı? Neden gericiliğe karşı mücadele neredeyse halk düşmanlığıymış gibi algılanır?

Türkiye'de kemalist/burjuva modernleşmenin solun da sırtına yüklediği yumurta küfeleriyle uğraşıyoruz. Malum, siyasette boş kağıt bulunamıyor.

Bu durumda eleştirisi yapılan "halka rağmen halk için" de tümüyle soyut bir halk'a dairdir aslında. Hele ki iktidarda olmayanlara yönelik olduğunu düşünürseniz.

Bir de, kemalizm anti-komünist obsesyonunun sonucu olarak "halka karşı halkçı"dır.

Evet, liberalizm "eleştirme ayrıcalığıyla" sahaya girdi. Kemalizmi eleştirme ayrıcalığıyla... Ve en önemlisi, Kemalizm eleştirisi sayesinde solun defterini de dürmeyi hesapladı: Sol ya aydınlanmacılıktan vazgeçecekti, ya halkçılıktan. Türkiye'ye başkası uygun değildi.

Uygun olmadığını "cumhuriyet mitinglerinin" halkla buluşamaması, "bağımsızlıkçı" darbelerin kitle tabanını yaratamaması gibi deneysel süreçler göstermiş oldu. Tabii, ilgili aktörler açısından.

Bize gelince... Yeni ve zorlu bir alan açılması gerekiyor. Hani nasıl diyorduk bir zamanlar "boşluğu yaratarak doldurmak"... Bu kez biraz daha endüstriyel teknikler ve donanımla bunu yapmak gerekecek. Boşluğu yaratarak doldurmak, boş kağıt yok'a bir yanıttır. Yalnızca mahkumiyetten değil, sıkı bir yanıt!

Siyasal alanda mevcut eksenleri "tanımayan" ve aslında son derece sade, gerçekçi bir "sol"un sorumluluğunu üstlenmek gerekiyor.

***

Peki, kültür-sanat alanının insanları-aydınları halkla bağlarını nasıl kuracak? Bunu solun klasik halkla buluşma özlemi olarak değil, herhangi bir çıkış için halkçı bir silkinişe mahkumiyet olarak değerlendirmek gerekiyor. Yukarıda bahsedilen anlamıyla.

Mevcut piyasa-gericilik-çürüme tablosunun karşısına bir direnç odağı/odakları çıkarmaktan bahsediyoruz. Bugüne kadar birikmiş pratikler, birkaç temel doğruya işaret ediyor. Aydınlık ve nitelikli ürün ve üretimlerin piyasa mahkumiyetine meydan okunarak "tüketilmesi" mümkün. "Yaygınlaştırma" konusunda sorun saptaması yapabiliriz. İkincisi, böylesi üretimlerin sürekliliğini sağlayacak, buna temel oluşturacak bir altyapının yaratılması/geliştirilmesi konusunda da kimi adımlar atılabiliyor, atılıyor. Burada bir "derinleşme" sorunu sınavdan geçmeyi bekliyor.

Bu konuların hakkını vererek tartışabilmemiz için elimizde daha fazla ürün/üretim olması gerektiği açık.

Ancak belki asıl kafa yormamız gereken piyasa ilişkilerinin belirlediği bir alana meydan okuyacak ve halkçı bir damarla alış-verişi olacak bir pratikler toplamının nasıl inşa edileceği... Sadece "alternatif" ortamda sunulan "alternatif" ürünler yetmez. Üretim-tüketim sürecine dair bir farklılık gerekir. Dönemler ekollerini ortaya çıkarıyorsa, ya da bazı boşluklar yaratılarak dolduruluyorsa, şöyle bir "ekol" ihtiyacımız var, piyasayla hesaplaşan... ve gericilikle... ve çürümeyle...

Bugün bunlarla hesaplaşmayı halkçı bir zeminde kurgulamak gerekiyor. Başka türlüsü marksist eleştiri bile olamaz. Ancak bu zemini tasavvur ederken konvansiyonel araçların/yaklaşımların dışına çıkmak gerekiyor.

1. ürünlerin ve üretimlerin belli bir "camia"da tüketilmesinin son bulması, -camia da tükeniyor zaten,

2. ürün ve üretimlerin belli bir servis mantığıyla sunulmasının son bulması, -piyasa bu alanda mutlak otorite kurmuş durumda, Brecht'i kucağında hoplatır,

3. ürün ve üretimlerin farklı bir paylaşım zemininde "yeniden üretilmeye" zorlanması, -burada kastettiğim basit bir "mahallelerde paylaşalım" önerisi değil,

4. siyasal aklın ve etkinin net, baskın, belirleyici olması...

Dahası da eklenebilecek olan bu maddeler tartışma başlıkları olarak değerlendirilebilir. Ama tıkanma, alternatif, doğru ya da anlamlı ürünlerin geniş kesimlerle buluşması konusunda bir tıkanma ise, bu konular üzerine kafa yormalı. Siyasette bir boşluk yaratılarak doldurulacaksa, yine bu konular üzerine kafa yormalı.

"Konvansiyonel araçlarımızı ne kadar etkin kullandık ki?" sorusu fazla değer taşımıyor. Anlamlı olacağını hissetsek, çoktan kullanmış olurduk birileri hissetse, kullanmış olurdu.