Savunma konsepti

Lizbon’da gelecek hafta gerçekleştirilecek olan NATO Zirvesi ile ilgili diplomatik trafiğin son dakikaya kadar süreceği anlaşılıyor. Türkiye’nin İran konusunda yaşadığı sıkışmayı aşmak için icat edeceği son dakika manevralarını, İran’ın istismarcı ama haklı tercihleri dengeleyecek sonuç olarak mevcut gerilim hafiflemeksizin Lizbon’a varılacak gibi görünüyor.

Nedir mevcut gerilim? Türkiye’nin İran konusunda son dönemde yoğunlaşan “arabuluculuk” rolünün emperyalist diplomasinin ihtiyaçlarıyla çelişmesi. Başlangıçta arabuluculuk rolünün ABD tarafına çalışmayı içeren bir şekilde tasarlanmış olması sonucu değiştirmedi. Gizli protokoller, karanlık anlaşmalar, istihbarat servisleri arası ilişkiler vs. üzerinden yürütülen gerçek faaliyet ne olursa olsun, diplomasi çelişki biriktirmeye devam ediyor.

“MİT ile MOSSAD işbirliğini bitirmişler”. Yok diyor birileri, olmaz öyle şey. Acaba? diyor birileri onca artistlik boşa olamaz! İşte AKP’den de bu beklenirdi, adamlar ne biçim dış politika yürütüyor, deniyor. Bitirmişler mi, bitirmemişler mi bilinemiyor ama bu bilinemeyen şeyin kendisi bir “politik belirleyen” haline geliyor. Erdoğan “İsrail özür dileyeceeeekkkkk” diye demeçler verirken, bu haber de gazete sayfalarını süslüyor, sayfa tasarımında, yorumcuların zihninde, tartışma programlarında, vs. kaçınılmaz olarak yan yana yer alıyorlar.

Geçtiğimiz haftalarda, “siz görünürde yaşananlara bakmayın, ABD Türkiye ilişkileri çok derindir” bilgiçliğiyle yapılan tüm açıklamalara karşın Türk ve Amerikan dışişleri büyük bir telaş içinde bu sorunu çözmeye odaklandılar. Herhangi bir çözüm sağlanmış görünmüyor. Türk tarafında yapılan açıklamalar işin traji-komik yönünü daha fazla açığa vuruyor. Abdullah Gül, “Türkiye’nin her zaman NATO’da söyleyecek bir sözü vardır” diyor. Davutoğlu, biz onaylamadan NATO karar alamaz diyor. NATO tarafından “kimsenin Füze Savunma Sistemine itirazı yok” deniyor. AKP’nin cahil kimi simaları, Füze Savunma Sistemi NATO içinde kurulsun, diyor. O da iyi… Kızılderililerin ataları da Anadolu’dan gitmiş olabilir oralara zaten.

Diplomatik trafiğe AB ülkeleri de dahil oldu. Türkiye’nin İlerleme Raporu’nun arifesinde yoğunlaşan ziyaretlerde, İran konusu ve Füze Savunma Sistemi kaçınılmaz olarak üst sıradaki madde olarak ele alındı. Özetle Türkiye dışişleri böyle yoğunluk görmemişti. Kimi açılımlar da sağlandı ama temel çelişki devam ediyor.

Bu söz konusu temel çelişkinin günü geldiğinde “savaş nedeni” de sayılabilecek güçte olduğunu, ancak NATO’nun geleceği gibi stratejik bir başlıkta fazlaca belirleyici olamayacağını vurgulayalım. Türkiye’nin NATO içinde ucuz askerinin ardından, gerçekten “söz sahibi” olduğu bir alan varsa, o da silahlı kuvvetlerinin savaş ve tehdit stratejileri geliştirme yeteneğidir. NATO Genel Sekreteri Anders Von Rasmussen’in oluşturduğu ve başına yine benzer başlıklarda “uzmanlaşmış” Madeline Albright’ı getirdiği 12 kişilik uzmanlar topluluğu içinde NATO Daimi Temsilciliği görevinde bulunan emekli Büyükelçi Ümit Pamir’in de yer aldığını hatırlatalım. Bu ekip yeni Stratejik Konsept’i belirliyor.

NATO'nun 19-20 Kasım'da Lizbon'da düzenlenecek devlet ve hükümet başkanları zirvesinin kritik başlıklarını yeni Stratejik Konsept, füze savunma sistemi, Afganistan ve NATO-Rusya ilişkileri oluşturuyor. Yeni Stratejik Konsept aslında bir dönemin (Bush döneminin) kapanışını anlatıyor. Bir önceki konsept 11 Eylül konsepti diyebileceğimiz ama kronolojik olarak daha erken bir tarihte -1999- açıklanan konseptti. Bu yeni dönem ise, aslında fazla yeni değil. 1980’lerden beri sürekli çekmecede tutulan, dönem dönem masaya sürülen namı diğer Yıldız Savaşları olarak bilinen Füze Savunma Sistemi’nin merkezinde duracağı bir dönem. Kavramsallaştırılmış haline ilişkin henüz resmi bir açıklama yapılmadı.

Geçtiğimiz haftalarda, Rusya ile NATO’nun yürüttüğü diplomasi, Fransa’nın İngiltere ile yaptığı savunma anlaşması ve Fransa’nın NATO’dan çok NATO’cu bir rotaya girdiği yönündeki değerlendirmeler sonucu artık bu projenin yürürlüğe sokulmasının önünde bir engel kalmadığı düşünülüyor.

Tabii Türkiye ile ilgili “sorun” ortada duruyor. Ümit Pamir, ABD’nin büyük projesi için çalışırken, acaba Türkiye’nin bu konuda yaşayabileceği sıkıntılar konusunu nasıl ele almıştır? NATO’da “söz söyleyen” Türkiye ne diyecektir? Yine “bir dakika” mı?

Son bir not olarak, onca silahsızlanma ve savunma sözünün telaffuz edildiği bir dönemde, yeni konseptler inşa edilirken, neden ABD’nin Avrupa ve Türkiye’deki NATO ülkelerinde (Belçika, Almanya, İtalya, Hollanda ve Türkiye) konuşlandırdığı söylenen 240 nükleer silahın durumunun ne olacağından kimse bahsetmiyor?