Almadan vermek kime mahsus?

Başlıktaki soruya ezberden yanıt vermeden önce biraz bekleyin. Sorunun ilahi yanıtını bilmeyen yoktur ancak bunu tekrar etmek yerine sağımızda solumuzda yaşananlara bakmak bizi farklı bir sonuca götürebilir.

Öncelikle alınıp verilen şeyleri kısaca özetleyelim: bu ülkede var olan, üretilen ve üretilecek olan her şey!

Son yıllarda bu “her şey”in alış verişi üzerine kurulan en yaygın cümle yaklaşık olarak şudur: “askeri vesayet rejimi sayesinde ordu, bürokrasi, akademi ve büyük başlar halkın elindeki her şeyi alıyorlar, kendi borularını öttürüyorlar!” Bu cümlenin altındaki imza ise yine askeriyle, bürokratıyla, akademisyeniyle ve büyük başıyla dinci gericilere ve liberal taşeronlarına ait. Yani aslında, AKP ve Gülen cemaatinin iddia ettiğinin aksine, bugün sürmekte olan itiş kakışta bir yoksul/ezilmiş taraf yok. Köklü bir dönüşümün sancıları yaşanıyor, o kadar...

Bizim bildiğimiz, ülkemizde bir sermaye düzeninin olduğu ve askeriyle, bürokratıyla, akademisyeniyle pek çok kesimin büyük başların çıkarlarına hizmet etmekte olduğudur. Bazen dönemsel olarak sol ideolojinin düzenin çeşitli kurumlarında elde ettiği mevziler bu kuralı değiştirmemektedir.

AKP ve yandaşlarının uydurduğu bir başka şey ise “bizi çok ezdiler, çok mağdur olduk” cümlesi ve “elitler/AKP” taraflaşması. Bunlar için de ilk söylenmesi gereken külliyen yalan olduklarıdır. İsteyen iki trilyonu götürdüğü mahkeme kararı ile onanan Erbakan gibi “hadi oradan” da diyebilir...

Düşünsenize, sıradan halkı elitlere karşı koruduğu iddia edilen Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan olduğu yıl 1 Milyar Dolar kadar bir servete sahiptir. Üstelik arada geçen yedi yılda bu servet iki katına çıkarak muazzam bir boyuta ulaşmıştır. Böyle oluyorsa keşke bu sıradan halkı bir yedi yıl da ben korusam şu elitlerden!

Şakayı bırak diyen çıkabilir ama gerçekten şaka gibi değil mi?

Senin kızların “türban zulmüne” teslim olmayan mütedeyyinler olarak yurt dışında okuyacak, sen kalkıp senin harç zamların yüzünden okuyamayan türbanlı/türbansız yoksul çocukları akademideki elitlerden koruyacaksın!

Senin oğlun bugünlerde 21 gün bedelli askerlik yapmaktayken, asker cenazesinde “hep yoksulların çocukları ölüyor” pankartı açanlar derdest edilecek ama sen yine de yoksulları ordudaki elitlerden koruyacaksın!

Sen “Aydın Doğan'ın musluğunu kesiyorum” diye böbürlenirken medya tekelini kuran damadın gazetecileri sokağa atacak, kalkıp özgür basın için elitlere savaş açtığını söyleyeceksin!

Biz de bunları yutacağız öyle mi?

Yok öyle yağma!

Başbakanın servetini ikiye katladığı dönemde, borçları iki katına çıkanları saymazsak, serveti iki katına çıkan yoksul var mı? İyi de ortada az da olsa bir servetimiz olsa zaten yoksul sayılmazdık ki...

Mesele sadece Başbakan ve diğer merkezi şebeke ile ilgili olsa yine iyi, AKP'li bütün yerel kadrolara bakın, bu “elit-savar”lar arasında bir tane yoksul dostu görebilen var mı?

Gaziantep'teki trilyonluk imar planı yolsuzluklarını da mı yoksulları elitlerden korumak için yaptılar?

Yoksa neredeyse bütün Gaziantep'teki sokakları süsleyen kilit taşları sırf elitler halkı ezmesin diye mi dönemin AKP Şahinbey Belediye Başkanı Ömer Can'ın damadından alındı?

Sırf yoksullara iyilik olsun diye halkın ücretsiz dinlenebildiği Yüzüncü Yıl Parkı'na açılmıştır o zaman Sanko Park!

Çeşit çeşit alavere ile belediye imkanları sayesinde küpünü doldur, sonra da yoksulları elitlerden koruyorum de! Yok artık...

Yok artık dediğime bakmayın. Maalesef var artık...

Bu algıyı yarattılar. Kırmak için soL Portal'da yayınlanan “Tayyip'in serveti” haberlerine yerel haberleri de eklemek ve yeri geldiğinde lafı gediğine yerleştirmek zorundayız. Bunu nasıl daha iyi yapacağımızı da tartışırız tabi ama bu yazıdaki konumuz almadan vermek kime mahsusmuş onu bulmaktı.

Şimdiye kadar yazılanlar alanları da verenleri de açığa çıkarmış oldu. Aslında hatırlatmış oldu demek daha doğru. Çünkü bu sonuca sadece soL okurları değil konuyu düşünen herhangi bir insan da ulaşacaktır.

Burada önemli olan almadan vermenin yalnızca ilahi güçlere mahsus olmadığını görmektir. Bizim de bir şey aldığımız yok ama elimizde avucumuzda ne varsa sürekli veriyoruz. Karagöz'ün de dediği gibi “onlarınki hep alış, bizimki hep veriş!”

Bu durumda biz emekçiler de bir köşeye sinmekten vazgeçip kudretimizden sual olunmadığını fark etmeli ve yaratıcı gücümüze güvenip tüm işi sual meleklerine bırakmaktan vazgeçmeliyiz.

[email protected]