“AB'ye Girmeyelim de Suriye Gibi mi Olalım?”

Türkiye ile Suriye arasındaki işbirliğinin kimi bakanlıkların ortak çalışmasını da kapsadığını duyduğumda, aklıma başlıktaki soru gelmişti. Ne çok duyardık bu ve benzer AB'ye üyelik gerekçelerini...

Bu itirazın bir başka versiyonunu ilerleyen günlerde Suriyeli yetkililerden duyarsam hiç şaşırmam: “Türkiye ile yakınlaşmayalım da Lübnan gibi mi olalım?”

Hayat ironilerle dolu...

Türkiye Suriye yakınlaşmasındaki bir başka ironi ile devam edelim. Anadolu Kartalı tatbikatının süresiz ertelenmesine gerekçe olarak “halkın hassasiyetleri”nin dışında bir başka şeyi de ekledi AKP: “dönemsel diplomatik sürecin bir gereği olarak”...

Dönem Suriye ile yakınlaşma dönemi. Suriye'ye sarılmak için İsrail'i biraz hırpalamak lazım. Bu yapılıyor. İsrail bu sarılmanın boğazlamak anlamına geleceğinin farkında. Zaten aynı sürecin bir parçası olan sınırdaki mayınlı arazinin temizlenerek tarıma açılması ihalesinin en büyük adayı kim? Yine İsrail...

“Bir ironi de bizden mi?” diye sormuştu Kemal Okuyan geçen hafta soL Dergisi'ndeki köşesinde. Yanıtını da genel anlamda vermişti. Ben de burada özellikle Suriye konusu ve Gaziantep'e biçilen misyon üzerinde durmak istiyorum.

Suriye ile Türkiye arasında vizesiz geçişi mümkün kılan anlaşmaya ilişkin tavrımızın kaynağında neler bulunuyor?

Sosyalistlerin iki komşu halkın yakınlaşmasına itiraz etmeyecekleri açık olsa gerek. Öyleyse konuya buradan yaklaşabiliriz: bu süreç Türkiye ve Suriye halklarının yakınlaşması olarak algılanabilir mi?

Öncelikle iki halkın o kadar da uzak olmadığını hatırlatarak başlamak gerekiyor. İki halk arasındaki yakınlık, geçmişte iki ülke arasında yaşanan gerginliklere rağmen uzun yıllar sürdü. Karşılıklı kız alıp verildi pek çok Kilis türküsünde sevdiği kız Suriye'ye gelin giden gençlerin yakarışları anlatılır. Her yıl bayramlaşma gerekçesiyle açılan sınırlardan sadece Kilis'e on bin civarında Suriyeli “akraba” gelir ki bu da nüfusu yetmiş bin olan bir il için çok büyük bir oranı ifade eder.

Ayrıca, “en uzun kara sınırımız” bulunan Suriye ile ilişkilerimizin geliştiği iddia edilen bu günlerde, iki ülkenin karşılıklı olarak odaklandığı yer sadece Gaziantep-Kilis-Halep ve Lazkiye. En uzun sınırın kalan kısmı neden bu “yakınlaşma”ya dahil olamıyor? Kalan yerlerde yaşayanlar da komşu halklar olarak yakınlaşmayı hak etmiyor mu? Bu sorunun yanıtını biraz erteleyelim.

Bu iki örnek atılan adımların iki halkın yakınlaşmasıyla ilgili olmadığını gösteriyor.

Peki yaşananlar nereden kaynaklanıyor? Nedir, Erdoğan ve Davutoğlu'nu sevgi kelebeği yapan?

Uzun süredir ABD emperyalizminin Ortadoğu'yu yeniden yapılandırmak için Obama ile birlikte güçlü bir hamle yaptığını yazıyoruz. Bu hamlenin hedefi bölgedeki istenmeyen sonuçların dönüştürülmesi ya da ortadan kaldırılmaları.

Yirminci yüzyılın bölgedeki istenmeyen sonuçlarından bir tanesi, işgal ile sömürgeleştirilmesi düşünülen Anadolu'da kurulan Türkiye Cumhuriyeti. Bu, dönüştürülecek ya da ortadan kaldırılacak.

AKP ile ABD arasındaki vizyon ortaklığını sağlayan Yeni Osmanlı adımının anlamı, bölgenin dönüştürülmesinin bir aracı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin de dönüştürülmesi oldu. Bunun mevcut cumhuriyeti ortadan kaldırmak anlamına geleceği unutulmamalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları savaşla belirlendi. Dünyada pek çok uluslaşma sürecinde savaşları izleyen ulus devlet inşaları önemli bir yer tuttu. Ancak burada bir fark var. Türkiye ile Suriye arasındaki sınırı belirleyen savaşta iki halk birbiri ile savaşmadı. Osmanlı toprakları paylaşılırken Anadolu'da başlayan direniş, Ekim Devrimi'nin desteğinin de önemli bir yer tuttuğu pek çok değişkenin yardımıyla başarıya uğraştı ve Suriye sınırımız böyle çizildi.

Bu sınırlar Suriye halkına karşı değil, emperyalist işgalcilere karşı oluşmuştur. Şimdi sınırların açılmasını isteyen yine emperyalizm. Yalnız işin tuhaf bir yanı var. Emperyalizm, bu kez bizim taraftan Suriye'ye sızmak niyetindedir. Dolayısıyla, Türkiye-Suriye devletleri arasındaki yakınlaşmanın sonuçları Suriye halkının aleyhine olacaktır. Dahası, ilerleyen yıllarda Suriye halkı başına gelenlerin sorumluları arasında Türkiye'yi de görecektir. Bu süreç, günümüzün bir başka istenmeyen çocuğu olan Suriye'yi de dönüştürmeyi hedeflemektedir. Yani orayı da buraya benzeteceğiz. Kendimiz için istemediğimizi başkası için neden isteyelim ki?

Türkiye'ye dair kaygılarımızın altında ise daha kapsamlı bir neden bulunuyor. Yaşanan çok kapsamlı bir proje. Suriye ile vizesiz geçiş, Ermenistan ile protokol, Kürt açılımı, Trakya'nın AB haritasına alınması...

Yunanistan konusu NATO aracılığıyla daha önce halledilmişti. İran bahsini ise şimdilik açamıyorlar. Peki ne oldu da yıllardır komşu ülkelerini düşman olarak gören Türkiye birden herkesle can ciğer kuzu sarması oldu? Anlaşılan, burası da eskisi gibi kalmayacak artık...

Beş yüz yılı aşan tarihi ile İran sınırını saymazsak, ülkemizin bütün sınırları tartışılmaya başlanmıştır. Bu, cumhuriyet ile birlikte içe kapandığı söylenen ülkemizin dönüştürülmesinin unsurlarından bir tanesidir. Ülkemizi yönetenler, emperyalizmin taşeronluğunu kapmanın karşılığı olarak İran hariç tüm sınırlarımızı masaya yatırmaktadırlar. Bu oyunun kuralının “kasa her zaman kazanır” olduğu düşünüldüğünde emperyalizmin bu sınırları istediği gibi esneteceği anlaşılmaktadır.

“Yurtta sulh, cihanda sulh” yerine “güçlü ordu, güçlü Türkiye” geçmiştir. Ordusu NATO'ya bağımlı olan Türkiye de ABD'ye bağımlı kalmaya devam edecektir.

Gelelim işin Gaziantep-Halep yanına...

Suriye ile Türkiye arasındaki görüşmelerde merkez olarak Halep ve Gaziantep seçildi. Sınırın geri kalanına bir şey yok. Çünkü sınırın geri kalanında sağlanacak yakınlaşmada Kürtler merkezi bir yere oturmak durumunda. Suriye Kürtleri içerisinde ABD yanlısı bir kanat güçlenmedikçe ve Türkiye'deki açılım somut adımlarla ilerlemedikçe bu bölgeye ağırlık verilmesi için erken olacaktır.

Ancak Gaziantep'e verilen ağırlığın nedeni sadece kalan bölgelerdeki Kürt yoğunluğu değil. Uluslararası Irak Fuarı'nın Gaziantep'te düzenlenmesi ile başlayan süreç devam ediyor. Fuar geçen yıl sonlandırılırken yeni hedefin bölgesel bir fuar olduğu ifade edilmişti.

Ülkemizin sanayisizleştirilmesinden payına düşeni almakta olan Gaziantep, önemli bir sanayi merkezi olmaktan çıkarılıyor. Artık turizm ve ticaret çok daha önemli. Öyle ki, Gaziantep'i ziyaret eden Lazkiye Valisi'nin bu adımı ikili ilişkiler değil turizm etkinliği sayılabiliyor. Büyük otel inşaatları sürüyor...

Gaziantep'e biçtikleri misyonda bölge ticaretinde önemli bir üs olmak bulunuyor. Kirli hesapların döndüğü bir merkez...

Birileri bunun için sevinebilir. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey hazırlıklarını sürdürdüklerini ifade ediyor. Sanayi ve ticaret odası yetkilileri de aynı telden çalıyorlar.

Kentte artan işsizlik hesaba katıldığında “bir kültür, turizm ve ticaret merkezi olarak Gaziantep” cümlesi kulağa hoş gelebilir. Ancak maalesef yaşanacakların üretimle bir ilgisi bulunmuyor. Bu yazıyı yazmadan önce Gaziantep Hakimiyet gazetesinde okuduğum birkaç haber gidişatı anlatmakta çok açıklayıcı olacaktır.

“Bahçeşehir Koleji'nde Classmate devri.” Bahçeşehir Gaziantep Koleji birinci sınıf öğrencilerine Classmate adı verilen mobil okul bilgisayarları verildi.

“Edison bu mahalleye uğramamış.” Gaziantep'te elektrik sorunu üç yıldır çözülemeyen Beykent mahallesinde çocuklar mum ışığında ders çalışıyorlar.

Daha fazla haber okumak/yazmak maalesef mümkün. Bir yanda birinci sınıftayken bilgisayarla tanışanlar, diğer yanda üç yıldır mum ışığında ders çalışanlar. “Bu ne yaman çelişki” diye sormayın hiç. Çünkü...

“Ekonomi merkezi oluyoruz.” İngiltere Büyükelçiliği Ticaret ve Yatırım Bölümü yetkilileri ve Türk-İngiliz ortaklı firma temsilcilerinin katılımları ile Büyükşehir Belediyesi meclis salonunda toplantı yapıldı.

[email protected]