"Gün NATO’ya ve NATO’culara karşı emekçi halkın örgütlü gücünü çıkarma günüdür. Nükleer olanlar dahil en gelişmiş silahların etkisiz kalacağı tek güç budur."

NATO’yu kim durduracak?

“NATO askeri olarak yenilgiye uğratılabilecek bir örgüt, bir güç ya da ittifak sistemi değildir.” Rus orduları Ukrayna’ya girdiğinden beri bunu söylüyoruz.

Dünyanın giderek daha fazla karanlığa gömülmesi, uluslararası işçi sınıfı hareketinin uzun bir süredir geriye çekilmiş olması insanları kuşkusuz umutsuzluğa sürüklüyor ve karşılarına çıkan ilk “çare”ye bağlanmaya ittiriyor.

Ancak toplumların ilkel savunma ya da ayakta kalma güdülerine teslim olması çoğu kez büyük felaketlere neden olur.

Bugün insanlığın “Rus barbarlığı”na karşı “uygar NATO”dan kurtuluş bekleyenlerle ABD ve NATO saldırganlığının cesur ve zeki Putin’in liderliğindeki Rusya tarafından durdurulacağına inananlar arasında bölünmüş olması sanıldığından da büyük bir sorun.

Bölünme bütün halk katmanlarına ve bütün kıtalara neredeyse eşit bir biçimde dağılmış, yani emekçiler, yoksullar kendilerine hiç ama hiç yer olmayan kurtuluş reçetelerine bağlanmışlardır.

Soyut bir savaş karşıtlığının savaşları engellediği görülmemiştir ama söylemek zorundayız ki, işaret ettiğimiz bölünme, savaşın hatta açık konuşalım kapsamlı bir emperyalist savaşın, hadi adını da koyalım, yeni bir dünya savaşının önünü alabildiğine açmakta.

Bugün “Savaşa Hayır” diye sokağa dökülenlerin bir bölümü, NATO’nun Rusya’ya karşı daha etkili adımlar atmasını talep etmekte. Oysa, Batılı emperyalist ülkeler zaten kapsamlı bir savaş hamlesinden sadece bir adım geridedir.

Birkaç gün içinde olup bitenleri az önce işaret ettiğim “bölünme”nin akılsızlaştırıcı gözlükleriyle bakanlar fark etmiyor olabilir ama NATO belki de kurulduğundan bu yana hiç elde etmediği bir psikolojik üstünlükle, inanılmaz yoğun bir saldırı örgütlüyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği sayesinde belli ölçülerde kısıtlanan, SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte hızla kendine gelmeye başlayan Alman militarizmi on yıllara yayılan özenli ve “korkak” hareket etme tarzını tamamen terk etti. Savaş ikliminde obezleşiveren birçok ABD şirketi haftaya sevinç çığlıkları ile başladı. NATO’ya hizmet konusunda tarihsel bir kararlılıkla hareket eden Polonyalı egemenler 30 yıldakinden çok daha fazlasını bu hafta içinde kazandı. Faşist bir çetenin denetimindeki Ukrayna yönetimi bile mazlumların temsilcisi gibi davranma hakkını görüyor kendinde.

Ekonomik kriz, berbat korona yönetimi ve çapsız siyasetçilerin elinde inandırıcılığını iyice yitiren ve geniş halk kitlelerinin giderek koptuğu “Avrupa projesi” bir anda yeniden inandırıcılık kazandı.

Avrupa sınıf mücadelelerinin ana vatanıdır; dünyanın ideolojik ve siyasal dengeleri burada belirlenir. İki Dünya Savaşı’nın patladığı bu coğrafyanın önemine işaret etmek Avrupa merkezli bir bakış açısına teslim olmak anlamına gelmez. Tersine, Avrupa’daki bugünkü statükoyu radikal biçimde değiştirecek bir mücadeleler döneminin gerekliliğine işaret eder. Bu mücadelede bizim tarafımız kıtanın işçileri, emekçileridir.

Türkiye dahil Avrupa’daki emekçi kitlelerin biti kanlanan NATO saldırganlığına karşı daha etkili bir mücadele yürütmek gibi bir yükümlülükleri vardır.

Bu yükümlülük kimilerinin sandığı gibi mevcut “bölünme”de taraf olarak yerine getirilemez. Kapitalist Rusya’nın çıkarlarını savunmak için yollar arayan Putin liderliğine özel bir akıl ve derinlik atfederek de NATO saldırganlığı püskürtülemez. Zaten bugünkü dünya düzeninin hiçbir noktasında rasyonel düşünce egemen olamaz. Biden’ın zavallı görüntüsüne bakarak ABD emperyalizmine not vermek nasıl gerçekliğin sadece bir parçasını değerlendirmek anlamına geliyorsa, Putin’in güçlü lider portresine büyük anlamlar yüklemek de bizi o kadar yanlışa sürükler.

Bugün dünya halklarının NATO’cu ya da Rusçu bir taraflaşmada “aktif” hiçbir rolü olamaz. Bu karşı karşıya gelişte tarafları eşitlemek elbette saçmadır; bütün iç çelişkilerine rağmen ABD, NATO, Avrupa Birliği bloku insanlık için başat tehdittir. Ama asıl önemli olan, Türkiye dahil Avrupa’nın neredeyse tamamının NATO’cu bir sınıfsal egemenliğin tahakkümü altında olmasıdır.

Her ülkenin koşullarından hareketle önceliklerin belirlenmesi zorunludur. Türkiye’de çığlık atmaya başlayan NATO’cuların iddiasının tersine halkımızı tehdit eden ABD emperyalizmi ve NATO’dur.

Son hamlelerle birlikte Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde daha önemli hale gelecek olan NATO saldırganlığı karşısında tek sonuç alıcı ve meşru mücadele sınıfsal bir zeminde yürütülebilir.

Büyük güç şovenizmiyle, militarizmle, yalanla, işgalcilikle gölgelenmiş ve kapitalistleri güçlüler ve mağdurlar diye ikiye bölen hegemonya mücadelesine yedeklenmek bütün dünya emekçileri için tarihsel bir yenilgi olur.

Komünistler ırk ve ulus temelli çatışmalara karşı koyan, sınıf temelli karşıtlıkları temel alan bir gelenekten geliyorlar. Bu gelenek, şimdiye kadar gerçekleri, adalet duygusunu, haklılığı en önemli silah olarak kullandı; giderek ülkelerin egemenliği ve bağımsızlığını, sınırların kaba kuvvetle değiştirilmemesini emperyalizme karşı mücadelenin en önemli ilkeleri olarak benimsedi.

Bugün artan NATO saldırganlığı karşısında sadece ve sadece bu zeminden hareket edebilir ve Türkiye’nin NATO’dan derhal çıkması talebini geniş kitlelere mal edebiliriz.

ABD emperyalizmi ve NATO, halkların sindirildiği, kendi egemenlerinin arkasında yığınak yaptığı ya da tek tek ülkelerdeki derin toplumsal eşitsizliklerin jeo stratejinin ilkel dili içinde güme gittiği bir taraflaşmada yenilgiye uğratılamaz.

Unutmayalım Ukrayna’yı ABD emperyalizminin ve NATO’nun fanatik militanı haline getiren son “renkli devrim” 2014 Maydan Olayları’yla devrilip Rusya’ya kaçan Yanukoviç yönetimi, halkı yoksullaştıran politikalarıyla, gırtlağına kadar yolsuzluğa batan çürümüş yapısıyla Neo Naziler ve Avrupacı faşistler tarafından değil devrimci bir emekçi hareketi tarafından çoktan alaşağı edilmeyi hak ediyordu. Uğursuz “renkli devrimler”in on yıl arayla Ukrayna’ya şekil vermesi, halkın Rusya ve batı yanlıları şeklinde ikiye bölünmesinin sonucudur. Oysa Ukrayna ve Rusya’da nüfus tıpkı ABD, Polonya, Türkiye ve başka yerlerde olduğu gibi sömürücüler ve sömürenler olarak bölünmüştür.

Gün NATO’ya ve NATO’culara karşı emekçi halkın örgütlü gücünü çıkarma günüdür. Nükleer olanlar dahil en gelişmiş silahların etkisiz kalacağı tek güç budur.

Kapitalist dünyanın içindeki hegemonya mücadelesinden medet ummakla, AKP iktidarına karşı yan yana gelen 6 partiye umut bağlamak arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.

İkisi de halk için yıkım projesidir. Zaman varken insanlar örgütlü halk mücadelesinin ortaya çıkması için ayağa kalkmalıdır.