Bugün Nato Muhipleri Cemiyeti yine fırsatını bulmuş konuşuyor. Eğer Türkiye şahısların, çıkar sahiplerinin peşinden sürüklenen bir ülke olmayacaksa önce bu cemiyetin susturulması gerekiyor.

NATO Muhipleri Cemiyeti

İstanbul’da önemli sayılabilecek kuruluşlardan biri İngiliz Muhipleri Cemiyeti idi. Bu addan, İngilizler'e dost olanların kurduğu bir dernek anlaşılmasın. Bence, bu derneği kuranlar kendi şahıslarını ve kendi çıkarlarını gözetenler ile kendi çıkarlarının korunma çaresini Lloyd George hükümeti aracılığı ile İngiliz himayesini sağlamakta arayanlardır.”

Mustafa Kemal, “bu zavallılar” için, “İngiliz Devleti’nin Osmanlı Devleti’ni bir bütün olarak korumak ve himaye etmek isteğinde olup olamayacağını bir defa olsun dikkate alıp almadıkları, üzerinde düşünülmeye değer” diye de ekleme ihtiyacı duyuyor.

“NATO’yu sevdiğimizden değil” veya “biz de biliyoruz NATO’nun ne olduğunu” dedikten sonra NATO’culuğun ilginç biçimlerini hayata geçirenleri gördükçe Nutuk’ta geçen bu satırları hatırlamamak mümkün değil.

Zira bugün NATO sevenler cemiyeti “NATO’yu sevmeyen” üyelerden de oluşuyor.

70 küsur yıllık tarihinde NATO’ya sadece sevmeyenlerce arka çıkıldığını iddia edecek elbette değiliz. Çıkarlar gerektirdiğinde NATO’ya secde edenlerin olduğu bir ülkenin insanlarıyız ve ona gönül gözüyle bakanları ayıklamasını bilmeliyiz.

Ama meselemiz gönül gözüne hakim olanlarla ilgili. Uyanık olanlar, çıkarları öyle gerektirenler ve Türkiye’yi nasıl bir tehlikeye sürüklediklerini “bir defa olsun düşünmeye” tenezzül bile etmeyecek olanlarla…

Cemiyetin tohumları İkinci Dünya Savaşı daha bitmeden atılıyor. Vücuda gelmesiyse Kore Savaşı’nda gerçekleşebiliyor.

İkinci savaşta “bukalemun tarafsızlığı”yla* hareket eden uyanıklar cemiyeti savaşın bitimiyle kaderlerini Atlantik ile nasıl örtüştürebilecekleri sorusuna yanıt arıyorlar. “Sovyet tehdidi” masalını gerçekçi kılabilecek her tür hileye ve manevraya başvuruyorlar. 

“Sovyet tehdidinden korunmak” için Türkiye’yi nükleer silahların, darbecilerin, ajanların ve Menderes’in deyimiyle “her mahallede milyonlerler”in ülkesi haline getirmeyi güvenlikten sayıyorlar.

Her mahallede değil ama tepesine çöreklenmiş bir avuç trilyonerin ülkesine dönüşene kadar Türkiye’yi kan gölüne çevirmeyi “dış politika” diye yutturmaya çalışıyorlar.

Türkiye’yi ve dünyayı…

NATO’nun kuruluşu uyanıklar cemiyeti için net bir dönemeci ifade ediyor. Türkiye’nin dünyadaki taraflaşmada hangi kampta olacağına ve hatta bunun zamanlamasına dair hiçbir soru işareti bulunmuyor. 

Menderesli Demokrat Parti Kore Savaşı’na asker yollama kararını meclisi pas geçip ilan ediverdiğinde İnönü’nün itirazı ancak pazarlık payının kısa tutulmasına olabiliyor.

Zaten içeride ve dışarıda açıkça biliniyor ki CHP ve DP söz konusu dış politika olduğunda her zaman “sorumlu” biçimde ağız birliğiyle hareket ediyor.

İki partili sistemin kuruluşu da aynı dönemece denk geliyor. Atlantik ittifakına girmenin birkaç gereği olduğu anlaşılıyor. İki partili sistem, antikomünist cadı avı, bağımsız dış politikanın terki, uluslararasında ajanlık ve uluslararasında “kan kardeşliği” ittifaka kabul koşulları oluyor.

Türkiye’nin evlatları Kore’de Atlantik ittifakı için kan döküyor.

NATO Muhipleri Cemiyeti’nin üyeleri hızlarını alamıyor. Birleşmiş Milletler’de, uluslararası konferanslarda Sovyetler Birliği’ne karşı ajanlık faaliyetinin sevilen isimleri haline geliyor.

Bandung Konferansı 1955’te Endonezya’da toplanıyor. Konferansta Türkiye’nin ve Hollanda’dan bağımsızlığını yeni kazanan Endonezya’nın dışında, bugünlerde “sömürgeci geçmişimiz yoktur” denilerek Türkiye burjuvazisine arka bahçe yapılmaya çalışılan Afrika üyeleri de mevcut. 

Cemiyet üyelerinden Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu Hindistan Başbakanı Nehru ile kavga çıkarıyor, “bağlantısızlar hareketi, tarafsızlık Moskova’ya yarar” diyerek Atlantik’in ne kadar değerli bir temsilcisi olduğunu konferansı sabote ederek ispatlamış oluyor.

İçerideyse cemiyetin bir başka üyesi, Koçzadeler’in kadim dostu ve Koç'un en üst  yöneticilerinden Can Kıraç antikomünizm eylemleri toparlamakla meşgul oluyor.

Çünkü antikomünizm ile Atlantik İttifakı ve yeni palazlanmaya başlayan burjuvazinin tüccarlık iştahı birbirine bağlı. Türkiye, eksenini belli edecek, bedel ödeyecek ve akacak yardımlar, gelecek krediler… 

Cemiyetin “sevgili”si Türkiye burjuvazisi genetik kodlarını tam bu dönemeçte, büyüyüp serpilirken inşa ediyor. Başlarda ürkekliğinden sonraysa iştahının büyüklüğünden, “dış koşullar”a büyük bir hassasiyet geliştiriyor. Dış koşulların elverişli hale gelmesi ve bitmeyen kaynak-kredi ihtiyacı Türkiye burjuvazisinin dünyaya ve ülkeye bakış açısını belirliyor.

Türkiye kapitalizmi Batılı kapitalistlerin kredi musluğuna bağlandıkça, Türkiye NATO’nun ateş hattına dönüştürülüyor. Sovyetler çevreleniyor. Sovyetler çevrelendikçe Türkiye üslerin, nükleer silahların, CIA ajanlarının, dinci gericilerin, darbecilerin, faşistlerin cirit attığı bir ülke olmaya başlıyor.

Türkiye bu kıyafeti kabul etmedikçe cemiyetin değerli üyeleri konuşmaya, eylemeye devam ediyorlar.

Ve bugün Nato Muhipleri Cemiyeti yine fırsatını bulmuş konuşuyor.

Eğer Türkiye şahısların, çıkar sahiplerinin peşinden sürüklenen bir ülke olmayacaksa önce bu cemiyetin susturulması gerekiyor.